Irak’ta ve Lübnan’da protestoların odağında, toplumu esir alan yolsuzluk ve adaletsiz bölüşüm/bölüşmeme var. Bu durum, İslam dünyasında bir salgına dönüşmüş ve İslam ümmetinin belini bükmüştür. Yolsuzluk derken; siyasal, sosyal ve ekonomik her türlü yolsuzluk ve adalet çizgisinden sapmanın varlığı gözlemlense de burada özellikle ekonomik yolsuzluklara dikkat çekmek istiyoruz. Öncelikle, siyaset rant aracı olarak görüldüğü müddetçe ve siyasal oluşumlar güç kazanma stratejilerini, yolsuzluk ve rant paylaşımı üzerine inşa ettikleri müddetçe, bu yara kanamaya devam edecektir. Siyaset, ümmetin ve insanlığın yükünü omuzlama aracı olarak görüldüğü gün, bu sorunun kaynağına neşter vurulabilir.
Yolsuzluk konusunda biraz da kendi ülkemizden bahsetmek istiyorum. Ortaya çıkan yolsuzluklar ve yolsuzluk kaynaklı yozlaşmalara isyan eden bizim mahalleden birisi, adeta feryat etmiş ve sesini birilerine duyurmaya çalışmıştı. Özellikle din, iman kisvesi altında yapılan yolsuzluk ve rezaletlere dikkat çekilmişti. Paraya ulaşamadığı zaman din, iman edebiyatı ile yetinen ve bunu zirveye tırmanma merdiveni olarak kullananların ibret verici hallerinden bahsetmişti. Şunu belirtelim ki, yolsuzluğun her türlüsü kötüdür.
Ama din, iman namına yolsuzluk yapmak yolsuzlukların en rezilidir. “Dini, az bir paha karşılığında satmadır.” Dünün çıplak ayaklıları, cebi cepkeni delik ezilmişleri; dün mazlumiyet ve adalet edebiyatı yaparken, zirvelere tırmanırken giydikleri gömleği zirveden aşağıya savurdular. Birçok sonradan görme, kendilerini kaybedip gırtlaklarına kadar yolsuzluk ve yolsuzluk pınarından beslenen cürümlerin arasında kayboldular. İnsanımızın halis duyguları ve onlarca yıldır devam eden zulme karşı duruşu ve zalime karşı mazlumun yanında olma refleksi, ranta çevrildi. “Umreye gidiyoruz deyip Rusya’ya fuhuş ve kumar için uçak kaldırma” örneği, tek başına bu meselenin hangi ibret verici boyutlara vardığını göstermektedir.
Bu yolsuzluğun devam etmesi durumunda, hiç bitmez zannedilen deniz tükenecek ve günün sonunda bunun faturası çok ağır olacaktır. Azınlıkta kalan ve iyi niyetlerini sonuna kadar müşahede ettiğimiz insanlar, bu azgın ve çıkarcı güruhun devasa yolsuzluklarına bir neşter vurmazlarsa, bu enkazın altında kendileri de kalacaktır. Mesele bununla da bitmeyecektir. Hem ülkemizde hem de dünyada bu rezalet, dindar kesimin başarısız yönetim tecrübesi olarak anlatılacak ve gelecekte yıllarca bu rezaletin sonuçları telafi edilemeyecektir.
Halkın sırtına basıp yükselen ve her türlü melanete dalan bu kan içici sülüklere “dur” demek lazım. Yolsuzluk kimden gelirse gelsin, karşı durmak gerekir. Sayın Cumhurbaşkanı, Hz. Ömer özlemini dile getirirken, bu asalakları ve bu asalakların yolsuzluk ve kokuşmuşluğunu görüp buna bir neşter atmalıdır. Yarın toplumun fay hattı kırılıp da baraj patlarsa herkes bunun altında kalır. O zaman da kimse kendi eksikliklerini görüp zamanında yaraları tedavi etmeme ihmalkârlığının ağır sorumluluğunu hissetmek yerine, dış güçler edebiyatı yapmasın.
Türkiye’nin şu an yaşamakta olduğu ekonomik krizden çıkış için tek cümlelik ve etkili olacağına inandığım bir reçeteyi söyleyeyim:
“Rant ve yolsuzluk sofrasından şimdiye kadar hunharca yiyenler, ellerini sofradan derhal çekip yemeye son versinler.”
Ya da “ yiyenler, artık yemesinler.”