Yazasım gelmiyor bayram bayram. Varmıyor elim tuşlarla siyaseti yazmaya. Aklım, fikrim, yüreğim hep sende. Sen, ardından hasreti ve yürekler dolusu özlemi bırakıp gittiğinden beri anneler, vuslatsız göçtüler. İffetli eşler çığlıklar attılar sensiz ve sessiz. Masum bakışlı çocuklar, “baba” sözcüğüne algıda seçici oldular. Ya gözler yol gözledi yarım yüzyıldır ya da kulaklar kapılara odaklandı. Hissiyatlar rüyalara dokundu. Beş duyu organlarıyla hasreti iliklerine dek hisseden anneler, gelinler ve çocuklar ilmek ilmek dokuyorlar hasreti yürek gergefine.
İşte bir bayram daha. Yine yoksun, yine sensiz bir sessizlik. Yine yürekler giran dolu. Gözler elem ve kederle mıhlanmış kapılara. Avlunun kapısı açılıp da seni karşımda görseydim ve yüreğimin yükünü omuzlarına boşaltıverseydim de düşüp kalsaydım. Hayal deme, adı umuttur bunun. Adı bir çocuğun masumiyeti kadar saf, temiz ve berrak.
Bayram; sensiz çığlıkları sessiz kalplere haykırdığından beri, nice bayramlar ve nice çığlıklar yürek ikliminde/yankılar vadisinde karşılık buldu. “Özlüyorum oğlum, bekliyorum, gel babam” haykırışları, sende karşılık, gözlerinde bir ömre bedel gülüşler buldu ya; ne gam. Ben sana, sen bana hayat veren, sevda türküleri okuyan; hasreti, sılayı, özlemi Yakub'un Yusuf'una olan umudu gibi koruyanlar oldukça üzülme be yiğidim: La tehzen innellahe meana/Üzülme, Allah bizimle.
Özleminin adını annelerin Yakubi gözlerinde, eşlerin iffetlerinde, çocukların masumiyetinde gördükçe/şahit oldukça gözlerimiz; seni bir bayram coşkusunda, bir bayram seyranında arar olduk. Sanki her bayram seni yeni yeni verdik duvarların ardına. Acın taze, diri ve yenilenen oluyor her daim. Her bayram uzanan öpülesi ellerde senin elini, bakan gözlerde senin gözlerini gördük. Her sevinçte sen, her hüzünde sen vardın. Sen var oldukça duvarlar ardında adına keder denen oklar, on ikiden vuruyor kalbimizi. Yüreklerimizi kanatsa da kanayan gözlerimiz sicim sicim ve sessiz sessiz. Bir inkılap bekliyoruz yiğidim. Duvarlar ardını duvarlar dışına taşıyan bir inkılap. Hasreti, vuslat çeviren bir dönüşüm, bir değişim.
Ne siyasiler anladı derdimizden ne de acıyı çekmeyen katı kalpliler. “Beş, on, on beş yıldır içerde yatanlar var” diyenler, sessizliğe büründüler acı acı. Bayram yine gönlümüzden umudu Allah'a bağladı. Anladık ki kuldan kesilse de Allah'tan umut kesilmez.
Yıllarını hatırlayınca yüreğimi konuşturdum. Anlat dedim, ey sensiz geçen yıllarım! Neler gördün de tahammülü aşan bu sabra bürünüverdin. Nasıl yapageldin, nasıl becerdin ve hala nasıl yaşıyorsun? Sen sabır taşı mısın be heey? Susma, dile gel ve konuş! Çeyrek asırlık bir hasretten ve sevdadan bahset, gözü kör ve basireti kapalı olanlara. Yeri geldikçe kardeşiz deyip bizi duygusal sömürenlere. Dedim ya sen farklısın, kızmazsın becileyin. Affedersin, affetmeyi seversin. Çünkü Rabbin seni böyle terbiye etmiş Yusufum. Ne anlar seni olmayan, senden.
Bak! Acıya giriftar olan gözlere. Bak! Acıya giriftar olan kalplere. Bak ve kendini gör; seni özleyen, seni hasret hasret bekleyen, seni hüzünle gözleyen ve Allah bizimle diyenlere. Senden güç alan ve sana güç verenlere.
Ey bu baş dönürücü yıllara meydan okuyan hasret bekçileri!
Ey sevdasına çeyrek yüzyılı sabırla dokuyan!
Ey anaların gözyaşı, hanımların sesesiz çığlıkları, çocukların masumiyeti!
Yetmedi mi bu özlem, yetmedi mi ayrılık, gel gayri gel Yusufum! Dua dua, sessiz sessiz gel! Hira'dan iner gibi gel! Gel ki gözlerimiz Yakubi ızdıraptan ipek ipek atlas bir iklime açılsın. Sessiz çığlıklar halaylara dönüşsün. Yeter gayri, gel gayri!