Üzerinde yürümekte olduğumuz yolumuza azimle devam ediyoruz.
Yürüdüğümüz yolun bizi hedefimize doğru götürdüğünden hiçbir tereddüdümüz yok.
Hele bir de somut mesafeler kat ediyorsak, işaretler daha da belirginleşiyorsa, hedef çok daha net ve berraklaşıyorsa bu bizim azmimizi daha da artırıyor.
Bu arada yolun kenarında oturanlardan, yerinde sayanlardan, yürüdükleri halde bir türlü mesafe alamayanlardan moral bozucu sözler işitiyoruz fakat hiç aldırış etmiyoruz, hızımızı kesmeden yolumuzu yürüyoruz.
Birilerini asla memnun edemeyeceğimizi biliyoruz. Ne yaparsak yapalım onlara kendimizi kabul ettiremeyeceğiz.
Bir zamanlar bunlardan bir kısmı; “Siz dernekleştiniz, İslam'da dernekleşme yoktur” dediler, sonra kendileri de dernekleşmeye başladılar.
-“Siz şiddete dayanan bir camiasınız, biz böyle işlerde yokuz diyorlardı. Şimdi ne diyorlar biliyor musunuz?
-Bu kadar insanınız katledildi, Yasin, Aytaç, Hasan, Hüseyin, Cumali, Riyad, Cengiz, Fethi, onlardan önce Ubeydullah ve daha niceleri. Niçin bunların intikamını almıyorsunuz?
-“İslam'da kutlu Doğum var mıdır? Mevlüd de bid'attır, bütün kandiller uydurmadır” dediler, baktılar ki iş işten geçiyor, kendileri de yavaştan yavaştan kutlamaya başladılar.
Kendileri hiç durmadan kulvar değiştirip bir o yana bir bu yana savrulup durdukları halde bizim İslam coğrafyasına bakışımızı, ümmete yaraşır bir şekildeki istikrarlı duruşumuzu bir türlü kabullenemediler.
Ölü gündemlere itibar etmeyişimizi, ümmetin derdine derman olmayan, gençliğin bütün enerjisini lüzumsuz yere harcayan boş tartışmalarda yer almayışımızı anlayamadılar, anlamak istemediler.
Savruldukları uç noktalardan bizi nasıl görmek istiyorlarsa öyle itham ettiler.
Özellikle Çözüm süreci boyunca ciddi uyarılarımızın şimdi bir bir gerçekleştiğine bütün bir millet şahitlik etmektedir.
Aynı şekilde Suriye'deki acının ancak Türkiye-İran-Mısır (veya bir başka Arap ülkesi)yle çözülebileceği görüşümüzün ne kadar isabetli olduğu ortadadır. İktidar da son olarak bu noktaya gelmiş, önce Diyanet İşleri Başkanının, ardından Başbakan'ın ziyaretleri bunu göstermiştir.
Kendileri bir o yana bir bu yana savrularak bizi bir türlü anlamak istemeyenleri biz ta baştan beri izleyip duruyoruz, her şeyin farkındayız.
Fakirin biri bir evin kapısını çalmış, Allah rızası için bir sadaka istemiş. Kapıyı açan adam da evinin yukarı katını göstermiş;
-Şu anda her şey yukarıda, şimdi kim çıkıp inecek? demiş ve fakiri eli boş göndermiş.
Aradan günler geçmiş, aynı fakir yine gelmiş ve adamın kapısını çalarak Allah rızası için bir sadaka vermesini istemiş. Adam bu defa da yukarı kattaymış, eğilmiş demiş ki;
-Her şeyim aşağı katta, şimdi kim inip çıkacak? demiş. Fakiri yine boş göndermiş. Fakat fakir giderken adama dönmüş ve demiş;
-Ben senin aşağını da çok iyi bilirim, yukarını da çok iyi bilirim.
Biz de artık çok iyi biliyoruz, hem öncelerini, hem sonralarını ve hem de bugünlerini biliyoruz. Onlara aldırmadan yürüyüşümüzü sürdürüyoruz.
Bu arada samimi ve dostça yapılan bütün uyarılara, özellikle bu yolda bizden daha hızlı yol kat edenlere, bizi geçip gidenlere kulak veriyoruz, uyarılarını dikkate alıyoruz, kendimizi asla müstağni görmüyoruz.
Bildiğimiz bir şey var ki yürüyoruz, tempomuzu artırarak yürümeye devam edeceğiz.
Binde bir de olsa bu kafileden, bu yürüyüşten kopan, bu camiadan ayrılan dostları görüyoruz, gerçekten üzülüyoruz. Onlara samimiyetle sesleniyoruz; Söyleyin Allah aşkına! Bu kafileden kopup da iflah olan birilerini biliyor musunuz? Bu camiadan ayrılıp da her açıdan kendisini geliştirebilen, ilmini irfanını, İslami yaşantısını öncesine göre artıran kaç örnek gösterebilirsiniz?
Ama ben size bu kafileden koptuktan sonra bir daha iflah olamayanları, adeta silinip bitenleri, yok olup gidenleri gösterebilirim.