Yusufi Şehitler: Şehid Abdusselam ve Şehid Murat

İslam davasının tabiatı gereği Müslümanlar tarih boyunca hep bedeller ödediler. Anadolu topraklarında yeşeren İslami Hareket de mukaddes davaya kurbanlarını sundu. Bu aziz insanların kanının bereketi ile Diyarbakır Newroz alanında milyonlarca insan bir ar

Mehmet Emin Özmen / Doğruhaber / Araştırma
EN ZOR GÜN

Allah Resulüne “En zor günün hangisiydi” diye sorduklarında, “Taif günüydü” diye cevap vermişti. Azgın güruh en vahşiyane saldırılarını o güzelim insana yöneltmişlerdi. Ama yine de bu vahşi güruh, düşmanlığını mertçe ortaya koyuyordu. Açık seçik bir şekilde İslam Peygamberine düşmanlık ediyorlardı. Maalesef İslam düşmanları her zaman böyle mert değiller. İftira kampanyaları ile onları vurmaya çalışmaları, tarihin yakın çağında şahitlik ettiğimiz en bariz düşmanlıktı.
Şimdi biri çıksa ve bana bu davada en zorlandığınız durum nedir şeklinde bir soru sorsa, herhalde ben kendimi ifade edememek diye cevap veririm. Gerçekten garip gelen ve garip gidecek bir dinin mensuplarıyız. Tarihte Müslümanlar her zaman eziyet çekip, mustaz’af yaşayan kesimi temsil etmişlerdir. Ancak bu topraklarda bize karşı işlenen en büyük cinayet, bizi olduğumuzdan daha farklı göstermeleriydi.

İFTİRA KAMPANYALARI
Düşünüyorum da 1990’lı yıllarda henüz yirmili yaşlarda bir gençtim. İslam davası gibi büyük bir yük bindirmiştim sırtıma. Bu davanın neferlerinin gayesi Allah’tı. Ama belirli bir güruh, onları olduklarından farklı gösteriyordu. Bölgede taban çakışması olunca taban çatışması da mukadder oldu. Gelin görün ki sana muhalif olanlar topluma kendilerini haklı olarak göstermek için Müslümanları rejim yanlısı gösterme propagandasına başladılar. Öyle ki anne, baba, kardeş ve en yakın akrabalarımıza bile derdimizi anlatamıyorduk. İnsanların şüpheli bakışları üzerimizdeydi. Yoğun bir yıpratma kampanyası ile karşı karşıyaydık. O zamanın gazete, haber ajansı, haber sitesi, televizyon, dergi vb. hiçbir yayın organı gönlümüzü ferahlatacak bir haber yapmıyordu. Derdimizi dinleyecek hiç kimsemiz yoktu. Kime yönelip hakkı haykırmaya çalıştıysak nafile. Buna muvahhid diye tabir edilen Müslümanlar da dâhildi. Zaten onlardan gelen eleştiriler iç dünyamıza hançer gibi saplanıyordu.

Sokak ortalarında alınlarından vurulmuş Müslümanları alıp kırmızı toprağa gömerken derdimizi anlatacak secde yerinden başka bir makam yoktu. Secdeden kalktığımızda başımızı koyduğumuz yer genellikle ıslak olurdu. Çünkü derdimizi Allah’a, çoğu zaman gözyaşları ile sunardık. Acaba bir gün birileri bizi de anlayacak mıydı? Karanlıklarda dile getirmekten çekindiğimiz hakikatleri, günü geldiğinde acaba çatılardan haykırabilecek miydik? Bunca iftiralardan nasıl arınacaktık? Evet, İslam tarihinin Medine sayfalarında münafıklar Resulullah (SAV)’in hanımına bile dil uzatma cesareti göstermişlerdi. Peygamber sünnetinin varisi olmak duygusu yaşatıyordu bizi. Yoksa çıkıp meydanlara bütün bunlar yalandır diye bağırasım geliyordu.

Herkes veya her grup, senin hakkında türlü türlü iddialar gündeme getirecekler ama sen onlara cevap veremeyeceksin. Verem ettirecek bir durum! Onlar arkadaşlarını bir bir vuracaklar, sen onları alıp kıpkırmızı toprağa hediye edeceksin. Rejimin çeteleri ki sonradan kendilerine Ergenekon Terör Örgütü dendi, senin arkadaşlarını alıp işkence seanslarında şehid edecekler ama bir başka güruh hâlâ seni rejim yanlısı gösterecek.

Ya Rabbê rahman u rahim
(Ey rahman ve rahim Rab)
Em lı te dıkın hawar
(İmdadımız sanadır)
Em lı dinê te bun xweyi
(Senin dinine sahip çıktık)
Dınya temam bu neyar.
(Bütün dünya bize düşman oldu)

YUSUFİ ŞEHİD: ABDUSSELAM İRDEM
İşte cengâverlerden bir cengâver: Şehid Abdusselam İrdem. Fotoğrafı var şu an önümde. Düşünüyorum da ne kadar zalim olsam da elim varmaz bu nazenin gence eziyet etmeye. Maalesef 1990’lı yılların derin yapıları bu fidanı elleriyle kırdılar. Doğum tarihi, 1973. Şahadeti ise 1993. Sadece 20 yıl kalmış bu gök kubbenin altında. Sonra başka gök kubbeleri tercih etmiş. Dicle Üniversitesi’nde okuyan bu güzelim insanı gözaltına alıp en iflah olmaz işkencelerden geçirdiler. Günlerce kendisinden haber alınamadı. O zamanlar bağırıyorduk avazımız çıktığı kadar, sesimiz belki birilerine varır diye.
Koşun Müslümanlar Diyarbekir’e
Kan revan içinde yaralı koşun
Ağladı hücrenin taş duvarları
Şehid Abdusselam can verince can

Ah o ne abidevi bir şahsiyetti. Bütün öğrenciliği fakirlikle geçtiği halde hiç kimseden yardım kabul etmezdi. Yırtık bir ayakkabısı ile eski bir paltosu vardı. Cebinde eski parayla beş bin lira taşırdı ki başkalarına gösterip yardıma muhtaç olmadığını ispatlasın. Cellâtlarını konuşmamakla kudurtmuştu. Gözlerini ötelere dikmiş, Kevser’den kana kana içmeyi hedef edinmişti.

BİR BAŞKA YUSUFİ ŞEHİD: MURAT BİLİG
Ya Şehid Murat! Diyarbakır’da Ticaret Lisesi’ni okurken tanıştı İslami dava ile. Ancak hayat kendisini erken yaşta imtihan süzgecinden geçirir. Babası ayyaştır ve sürekli ona baskı yapar. O da babasından kurtulmak için hicreti tercih eder. Liseden sonra Diyarbakır Dicle Üniversitesi Muhasebe bölümünü okur. Aralık 1995 ayında Diyarbakır’da sokakta kaçırılır. Günlerce ses seda çıkmaz kendisinden. Daha sonra bir binanın 7. katından aşağı atılmış olarak bulundu cesedi. Fakat atlamaktan mütevellit olmayan yaralar vardı vücudunda. Anlaşılan o ki kendisini aşağı atanlar, önce korkunç işkencelerden geçirmişlerdi Murat’ı. Hakkında tutulan resmi tutanakta “Yer göstermek amacıyla götürülen binanın 7. katından aşağı atlamak suretiyle intihar etti.” diye yazılmıştı. Bu kadar basit işte, bir davayı ve bir şehidi lekelemek!
Bizim yaşadığımız süreci yaşamayan, “Şehidler Kervanı” isimli kasetleri dinlemeyenler anlamadı bizi. Oysa biz bizi biliyorduk. En amansız kurşunlara göğüs geren bu nazenin bedenler anlatmıştı bize gerçek yaşamın sırlarını. Cennetin kokusu sinmişti o bedenlere. Onlar her ne kadar bizimle bulunuyor olsalar bile aslında başka âlemlere ait idiler.
En kutsal insan hakkı olan cenazeye saygı göstermek bile bize karşı uygulanmıyordu. Muhammed Ata Zengin’i İdil’de şehid edenler, onun cansız bedenine kurşun yağdırıyorlardı. Bunun gibi şehid edilen Murat Bilig de bir binanın 7. katından aşağıya atılıyordu. İyisi mi Mela Mizgin’e kulak verelim.

Di zîndana Diyarbekrê
(Diyarbakır zindanında)
Bı dîlawerî û sabrê
(Yiğitlik ve sabırla)
Sırrê xwe tev bırın qabrê
(Tüm sırlarını mezara götürdü)
Wekî ‘Abdusselam gorî
(Abdusselam gibi)

Ey tarih! Kim bunlara şahitlik edecek? Kim yazacak bu mustaz’af şehidleri? Göçerken öte âlemlere, bir mezar taşı çok görülenleri kim görecek? Şehid olmak için kendilerinden önce vurulan ağabeylerinin elbiselerini giyen bu yiğitlerin destanını kim yazacak? “Bu gün kıl payı şehadeti kaçırdım.” diye hayıflanan abidevi şahsiyetlere kim değinecek. Alnına vurulan ondörtlünün patlamaması üzerine, “Acaba layık değil miyim?” diye için için yanan bu yürüyen şehidleri kim kaleme alacak?

Herkese uğradın sen,
bana küsülü müsün?
Birçoğuna göz kırptın, bana yeminli misin?
Ben senin aşkın ile kavrulurken burada
Ey Şahadet sen bana neden nazlar edersin?
Allah, şehadetlerini kabul eylisin!
Amin!
 
Düzeltme
İslam Dini ve Kürtler başlıklı yazımda “el-Cezîre” bölgesi olarak adlandırılan bölge, hicri 18. asırda, Müslüman Araplarca, bir yıl içerisinde fethedilmiştir. Hicri 19. asırda, Müslümanlar bölgeye tamamen hakim oldular, şekildeki yazdığım cümlede sehven “asır” kelimesi yazılmıştır. Doğrusu 18. yıl ve 19. yıl olacaktı. Düzeltir özür dilerim.
 
 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.