Bir Yusuf vardır, yüreği kevgire dönmüş... Kıblegâhındaki umuttan başka azığı kalmamıştır ‘o' yüreğin.
Hükümetler kurulur, hükümetler yıkılır. Fakat Yusuf için, mekân hep zindandır. Değişen tek şey, saçına sakalına bembeyaz mührünü vuran zamandır!
Bir de Yusuf'u bekleyen vardır. Nasırlaşmış acılarına, gözyaşlarının tuzunu bastıran... Hasreti, sinesinde kor gibi taşıyan.
Ağır abla, ağır abi kalıplarının ardına saklanmaya gerek yok. Zordur Yusuf'u beklemek... Her kişinin değil er kişinin kârıdır... Aslan yüreklilerin meziyetidir. Kadın erkek fark etmez!
Öyle ya; “Şér şére, çi jine çi mére''
Beklemek: Ah! O, kelimelerin anlatmaktan aciz kaldığı beklemek!
Demlediği her çayı, karşısında Yusuf'un hasretiyle baş başa içmek...
Gecenin en koyu karanlığına, münacatını inkisarla yoğurup, intizarla ve dahi bin ahla bırakmaktır Yusuf'u beklemek.
Tebessümlerin dudaklarda iğreti, sevinçlerin bile boynu bükük durmasıdır... Tıpkı, belki bu yaz Yusuf gelir diye ekilen, İstanbul güllerinin, menekşelerin saksıda boynu bükük-mahzun ve garip durması gibi...
Yanık yanık söylenen: “Tel örgüler, prangalar bizlere korku vermiyor. İslam uğruna meşakkat bizlere huzur veriyor...” dizelerini söylerken, son kelimelerde hıçkırıklara boğulmaktır, Yusuf'u beklemek!
Her gece başını yastığa hürriyet hayalleriyle koyup, sabah parmaklıksız zindanlara uyanmaktır... Düşmanların gürültülerine kalbi kapatıp, dostların kahredici sessizliğinde, kulakları sükût-u hayal ile tıkamaktır...
Görüş günlerinde, yıllara sığmayacak özlemi dakikalara sığdırmaktır! Kelimelerin, cümlelerin, noktalama işaretlerinin yürek dilini bilmediğini, acı tecrübelerle kavramaktır...
“Kalem eğri dilli, mürekkep siyah yüzlü, kâğıt ikiyüzlü… Ben derdime kimi mahrem kılayım...” diyerek, yine Rabbine açılmaktır...
Bir annenin, çocuklarının büyüdüğünü gözleri acıyarak izlemesidir. Her anında, keşke bu gözler Yusuf'un olsaydı! Ya da bu gözler, burada Yusuf'u da görseydi hasretiyle yanıp kavrulmaktır Yusuf'u beklemek...
Takvim yapraklarının, dakika ve saatlerin en güzel hatıraların üstünde bir enkaz gibi durmasıdır. Sadece hafızada kalan; sisli, bulanık-gölgeli hürriyet tadında bir kaç karedir. Yıllara meydan okurcasına dimdik duran...
Ama bekleyen öyle mi? Artık bel bükülmüştür. Dizlerde takat, gözlerde fer kalmamıştır. Kalpte ritim bozukluğu, midede ülser, başın migrenle savaşması olmuştur Yusuf'u beklemek...
Bekleyen her gün, şu soruyu sorar kendine ve tüm dünyaya; Yusuf ne yapmıştır? İnsanlığa hatta cümle mahlûkata ne zarar vermiştir de, dipsiz bir kuyuya atılmıştır -gömleği arkadan yırtılmıştır- zindana atılmıştır... Bu sorunun kahredici zorluğu bile bekleyişin kasvetini çekilmez bir boyuta taşımıştır. Çok bilinmeyenli(!) dengesiz denklemli(!) en zor soru olmuştur artık(!) Yusuf'u beklemek...
Çifte standart, adam kayırma, adaletin kör şaşı olma durumu gelip bu bekleyişin ortasına umarsızca oturmuştur. Tanış olmuştur bekleyen acımasızlığa, zulme, aldatmacalara.
Bu durum, pes dedirtmiştir ama pes ettirmemiştir!
Çünkü beklenen Yusuf güzeldir. O'nu beklemek de güzeldir. Bekleyen bu sebepten sabrıyla, vakarıyla, ihlâsıyla özeldir. Yusuf'suz alınan her nefes bile sinesini yakıyor olsa da, bu tahammülün kendisi de güzeldir. Bu bekleyiş, sabır mektebidir. Sabır mektebinin talebesi elbet bir gün icazetini alacaktır Es-Sabûr olandan. O gün Yusuf'u karşısında muhabbetle ve takdirle gülümseyecektir bekleyenine...
Elbet bir gün; Mısır'ın, Filistin'in, Suriye'nin, Doğu Türkistan'ın, Türkiye ve tüm dünya zindanlarının Yusuf'ları dua yüklü elleri hürriyet tadında sımsıkı tutacaktır! Eller kelepçesiz, ayaklar prangasız olacaktır o gün... Yüzlerdeki acı, tatlı bir tebessüme tebdil olacaktır.
Şimdi Yusuf'ların tutsaklığında en ufak payı olanlar, seyirci kalanlar, başını kuma gömenler şunu bilsinler:
Bu bekleyiş öyle sıradan bir bekleyiş değildir. Kuru laf boş hayâl hiç değildir.
Yürek yürek kavli, bilek bilek fiili duadır Yusuf'u beklemek! Yalan yok! Bir o kadar da ‘bedduadır' Yusuf'u beklemek!..