“İslami hareketlerin nihai zafere ulaşmasını engelleyen sebepler;” Harici ve Dâhili incelemiştik.
Bu incelememizde de “dâhili” sebeplerden olan “Cemaat ve camialardan kaynaklanan sebepleri” inceleyeceğiz.
b-Cemaat ve camialardan kaynaklanan sebepler:
Dünyadaki İslami cemaatler, halihazırda dünyanın da en donanımlı kadrolarını bünyelerinde taşımaktadırlar. Birçok halkı Müslüman devleti yöneten kadrolar ve hükümetlerin bu cemaatlerden oluşması; bu cemaatlerden devşirilen kişilerin, sair laik veya muhafazakâr “yapı, teşkilat veya iktidarların” başkanlığını yapması bunun göstergesidir.
Sorun, Müslüman camiaların; Bedi'üzzaman'ın “İhlas ve Uhuvvet Risalelerinde” belirttiği ilkelerin bypassındadır.
-Örgütlü hareket etme kabiliyet ve imkânları var ama organize olma yetersizdir.
Mesela; “zulüm, işbirlikçi, tefrika; ibadet, cihad, istişare, uhuvvet” kavramlarında ihlas ve amel olmalı.
Dış ülkelerdeki İslami yapılar; her açıdan İslam'ın anakarasındaki sorunların çözümü ve tevhid için sorumluluk almalı. Çünkü gurbet; hicrettir ve yakınlaştırır, duygulandırır, birleştirir.
Cihad Mekteplerimizdeki dersler zamana uyarlanmalıdır. “Kudüs, Filistin, Mekke, Medine, Afgan, Bosna, Mısır; şehitlik, mücahit, muhacir, mazlum..” gibi mekteplerimiz var ve bunların ürünlerini hiç bir beşeri güç yok edemez.
Bunlar hiçbir güçte olmayan hazinelerimizdir. Bunlar idrak edildiğinde, Allah'ın gaybî yardımı ve zafer de gelecektir. Çünkü yeryüzündeki zulüm, inkâr ve günahlar; zalimin sonunu getirecek raddeye varmıştır.
Nihai zafer aslında İslami Hareketlerin kendi özünde vardır. Bunu engellemeye mahlûkatın gücü yetmeyecektir meğer Takdir-i Huda dilemeye!
“Takdir-i Hüda kuvve-i bazû ile dönmez;
Bir şem'a ki Mevlâ yaka, üflemekle sönmez!” (Ziya).
İslami hareketler, dünya ve ahretteki her iki zaferin mutlak sahibidir.
Nâslara bakalım:
“Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer iman etmiş iseniz en üstün sizsiniz.” (Ali İmran 139)
Bu ayette; Rabbimiz, yaşanılan musibet ve felaketlerden üzüntünün gereksizliğini, dünya ve ahrette üstünlüğün adresinin zaten beli olduğunu açıkça vurguluyor.
“Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.” (Enfal 65).
Burada da Hatem'ul Enbiya(a)'ın şahsında “tüm İslami liderlere, rehberlere, öncülere; İslam davasını kendine dert edinen her zevata” emir veriliyor, tembih ediliyor ve bazı istatistiki kıstaslarla müjdeler veriliyor.
Görülüyor ki; mü'min için savaş ve mücadele, direniş ve diriliş ruhu için şarttır ve süreklidir. Sayı değil, nitelik üstünlüğünün önemli olduğu belirtilmiş. 200 zalime 20; 1000'ne karşı 100 kişi yeterli görülmüş.
“Size bir sıkıntı dokunduysa, düşman topluluğa da benzeri bir sıkıntı dokunmuştur. Böyle günleri, halkın arasında döndürüp duruyoruz ki ALLAH gerçek inananları ayırsın ve sizden bazılarını şahitler edinsin. ALLAH zalimleri sevmez” (Ali İmran 140)
Bunlar; “kendinize de zulmetmeyin…” diyen; “adaleti, iyiliği..” emreden; “israfa haram” diyen Sultan-ı Kainat'ın fermanıdır.
Peki hal böyle iken neden özellikle “son yüzyıldır attığımız mızrak hedefe varmıyor?”
Neden hariçte küffar ve küresel güçlerle başa çıkamıyoruz?
Niçin onların İslam coğrafyalarındaki işbirlikçileriyle başa çıkamıyoruz.
Hangi sebepten dolayı birbirimize aslan, zalimlere karşı kedi kesiliyoruz?
Bu hale neden, ne zaman, niçin düştük?
Bunlara derman için aradığımız şey, acaba çok mu uzaklarda? Yoksa şairin dediği gibi;
“Derman arardım derdime; /Derdim bana derman imiş”
Dostu aradım gurbette; / O, can içinde can imiş!”
Bulamadığımız ve tanıyamadığımız bizzat “kendi derdimiz” değil mi? Derdimizin içinde aslında Hekim Lokman'ın dermanları mevcut ama “derdimizle yani İslam” ile barışmamız, bu da yetmez tanışmamız lazım.
Dostu arıyoruz ama yad ellerde, uzaklarda!
“Dostumuzun” her gün savaştığımız bir Müslüman “fert, cemaat, örgüt veya devlet…” olduğunu “duymuyoruz, görmüyoruz, idrak etmiyoruz. El iz'an, el insaf ya HÛ! Ya Hay!
Çevremizde, bölgemizde, sair devletlerde basiret ve nûr'un gözüyle bakalım Hakk aşkına! Dünyayı ve halkı Müslüman ülkeleri yöneten her bir “münafık, işbirlikçi, kâfir, zalimin” safında kaç tane Müslüman var veya kaç milyon Müslüman var?
Halkı Müslüman ülkelerdeki zalim lider ve yönetimleri ayakta tutan, anların partilerinin teşkilatlarının muteber ve en itibarsız birimlerinde çarkı çevirenler bizimkiler(!!?!) değil mi?
Mısır'da Sisi, masum kadınları bile idama gönderirken; Müslüman'ı dahi tekfir eden İslamcı parti(!); Mursi'yi yalnız bırakarak darbecinin safında yer almadı mı?
15 Temmuz'da Ankara ve İstanbul sokaklarında Müslüman-masum tarayan FETO; üniversite yıllarımızda, “başörtüsüne füruat (Teferruat)” dememiş miydi.?
Namaz ve sabırla; bileceğiz, göreceğiz, tanıyacağız, çalışacağız!
Rabbimiz, Kadirdir ve zaman sabretmesini bilmez! Vesselam!