07/01/2016 Perşembe günü Ankara Adliyesi'ndeydik. Salon ikiye ayrılmıştı. Bir tarafta sanıklar ve avukatları dizilmişti. Bizler görmüyorduk ama belli ki sanık yakınları da vardı. Diğer tarafta bizler, yani Yasin ve arkadaşlarını sahiplenmeye gelenler vardık. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarından, örneğin kurum bazında Hüda-Par, İHH vb. kişisel olarak da Mehmet Toprak ve diğer bazı yazarlar katılmıştı. Ayrıca basın kuruluşları da konu ile ilgiliydiler.
Mahkeme esnasında kendimi ahiret sorgusunda hissettim. Salon ikiye bölünmüştü dedim ya. Bir tarafında esrarcı oldukları avukatlarınca da dile getirilen, yüzleri kara ve abus kişiler oturmaktaydı. Suçlandıkları husus canavarca bir hisle insan katletmek. Yani dört kişiyi silahla, bıçakla vurmak, üçüncü kattan aşağı atmak, üzerlerinden araba ile geçmek, boğazlarını kesmeye çalışmak, ateşle yakmak ve bütün bunlar olurken zılgıt çekmek, nara atmak gibi suçlamalarla suçlanıyorlardı.
Salonunu ikinci kısmında Müslüman oldukları her hallerinden belli, karşıdaki katillerin bile iyiliğini isteyen, “Eğer Allah onları hidayet ederse, mahşer günü davamızdan vazgeçeriz” diyebilecek kadar onurlu, mahkeme boyunca vakarlı oturuşları, “Kesin olarak bildiklerimi söyledim, şüphelendiklerimden ise şikâyetçi olmadım, çünkü ben Allah'tan korkan biriyim” ifadelerini kullanacak kadar şuurlu bir topluluk vardı. Her ne kadar şehid edilen arkadaşları için üzgün olsalar dahi, yüzleri güleçti.
Aman Allah'ım. Ahirette de böyle ayrılacağız. Yüzleri kara ve güleç olanlar diye. Kitapları soldan ve sağdan verilenler olarak. Suçlandığımız hususlar tek tek yüzümüze vurularak. Orada böyle avukatlar da yok.
Avukat demişken aklıma geldi. Sanıkları savunmak için, kırk takla atmaya çalıştıkları o halleri gözümün önünde. Kaç tanesi için özürlü raporu var dediler, hatırlamıyorum. Yüzde 50 özürlü raporu var dedikten sonra, askerliğe giden müvekkilinden bahseden oldu. Yüzde 50 özürlü olan biri nasıl askerlik yapmış. Acaba neden çürük almak için müracaat etmemiş. Genellikle yüzde 40 özürlü birkaç kişi sıraladılar. Hoş böyle bir cinayeti işlemek için yüzde 100 özürlü olmak gerekiyor. Çünkü bu tür vahşeti aklı başında, normal bir insan yapamaz.
Ben şahsen avukat olsam, böyle vahşi insanların davalarını milyon dolar verseler dahi almam. Evet, yargılama devam ediyor ve aralarında masumlar da olabilir. Ancak böyle bir şüphe ile gözaltında bulunan birini savunacak kadar alçaltmam mesleğimi. Ya da katil olsam o mahkemeye çıkacak yüzüm olmaz. Salona çıkmadan bir mektup yazarım hâkimlere: “Ben o gün esrar almıştım. Ne yaptığımın farkında değildim. Yaptığımdan çok utandığım için karşınıza çıkamadım. Maktullerin aileleri ile yüzleşemem. Lütfen idam dâhil en ağır cezayı verin.” derdim.
Ama nerde? Pişkin pişkin söz almalar. Ben olay yerinde değildim, işte şuradaydım, buradaydım diye mazeret uydurmalar. Avukatların, telefon sinyalleri üzerinden savunmaya geçmeye çalışması. Yok, müvekkilim sigara almaya gitmişti diye masum tavırlarına yatmalar. Sanki o gün açık bakkal varmış gibi. Şu suçluluk duygusu ne kadar da berbat bir şeymiş. İnsanı kılıktan kılığa koyuyor. Yapılan işin onursuzluğu orta yerde duruyor. Bari bundan sonra onurlu davranıp, mahkemeyi uğraştırmasalar.
Ha bir de işin azmettiriciler boyutu var. Başta HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş olmak üzere Zübeyde Zümrüt ve Gülten Kışanak. Bunların yargı dışında tutulması, verilecek kararı hakkaniyetten uzak kılar. Çünkü olay, oraya getirilen birkaç kişiye verilecek ceza ile kapatılmayacak kadar büyüktür. Yargı harekete geçmeli ve Adalet Bakanlığına suç duyurusunda bulunmalıdırlar. Gereken fezleke hazırlanıp, Meclis'e sevk edilmelidir. Meclis dokunulmazlığın kaldırılıp-kaldırılmayacağına karar versin.
Ben inanıyorum ki bu hususta Meclis dokunulmazlığın kaldırılması yönünde karar verecektir. Hatta biraz onuru olsa Selahattin Demirtaş'ın kendisi dokunulmazlığının kaldırılması ve bu hususta yargılanması hususunda müracaat etmelidir. Bu onur ve onursuzluk meselesi diğer ikisi için de geçerlidir.
Ama eski onurlu solcuların nesli tükenmiş gibi.