Zaruratın Mahzuratı Mübah Kılması

İslam’da insan hayatına verilen önemin bir ifadesi olarak kişinin karşılaşmış olduğu zorunlu durumdan kurtulmanın çaresi demek olan zaruratın, mahzurlu olan bazı şeyleri mübah kılması ilahi bir ruhsattır.

İslam’da insan hayatına verilen önemin bir ifadesi olarak kişinin karşılaşmış olduğu zorunlu durumdan kurtulmanın çaresi demek olan zaruratın, mahzurlu olan bazı şeyleri mübah kılması ilahi bir ruhsattır. Bu fıkhi kaide nass’a dayandığı gibi, sınırları dahi nass’larla belirlidir.

Zarurat ve Mahzuratın Tanımı

Zarurat Lügatte: Da-ra-ra kökünden gelip zorlamalar, darlıklar, zararlar, çaresizlikler, mecburiyetler, mala, nefislere isabet eden noksanlıklar, hasar ve ziyanlar gibi manalara gelir.

Zaruret; insanın malına, nefsine, uzvuna, ırzına ve aklına veya bunların tabilerine gelmesinden korkulan şiddetli zorluklar ve tehlikeler ile karşılaşma haline denir. Bu durumlarda men olunan bir şey yapılmadığı takdirde kişinin büyük bir zarara veya helake sürüklenmesi söz konusudur. İşte kişinin karşılaşmış olduğu bu hale de ‘zaruriyet’ hali denir. Bu zaruriyet haline özür hali de denir.

Mahzurat; Arapça bir kelime olup sülasi mücerret’ten mazisi, he-ze-re kökünden ismi meful olan mahzur’un cem’i (çoğulu) dir. Kelime manası; hazer edilecek şeyler, haramlar, memnu’ olan şeyler, kaçınılıp korunulacak şeyler, yasaklar, engeller ve kendileriyle mücadele edilen şeyler gibi manalarda kullanılır.

“Zaruretler mahzuratı mübah kılar” kaidesi; mahzuratın mübah oluşunu, zaruratın miktarı ve müddetiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Zaruret bittikten sonra mahzurun mübahlığı ortadan kalkıp eski hükmü (haramlığı) baki olur. Çünkü mahzur (haram) zaruretle mübah olunca esastan mübah olmayıp geçici olarak özre binaen ve zaruret miktarınca zarurette kalan faile mübah kılınmıştır.

Mübah; ahkâm-ı şer’iyyeden bir hüküm olup mükellef için yapılmasında veya yapılmamasında bir emir veya nehiy olmayan iki tarafı (yapılışı veya yapılmayışı) eşit olan bir hükümdür. Zarurat ile mahzuratta meydana gelen ibahe, bazen cevaz, bazen de terki evla hükmündedir. Bu durumda her ikisine de mübah tesmiye olunmuştur.

Zarurat ya başkası tarafından kişi üzerinde ikrahla meydana gelir veya imkânsızlıklardan kaynaklanan arızi bir durumla meydana gelir.

Birincisi ikrahtır: ikrah; tehdidini icra etmeye muktedir bir güç tarafından kişinin hoşlanmadığı (şeriata aykırı) bir şeyi yapmaya zorlanmasıdır.

İkrah yoluyla meydana gelen bir zarurette küfür sözü (elfaz-ı küfür) söylemeye zorlanan kimse o sözü (elfaz-ı küfür) söylese bile dinden çıkmaz (kâfir olmaz). Ancak bu durum ikrah süresi ile sınırlıdır.

Buna delil olarak Kur’an-ı Kerim’de:

“Her kim imanından sonra Allah’a küfrederse –kalbi iman ile dolu olduğu halde inkar etmeye zorlanan hariç- fakat küfre göğsünü açan kimse, elbette onların üzerine Allah’tan bir azap iner ve onlara büyük bir azap vardır [1]1 diye buyrulmaktadır.

Baskı, icbar, zorlama yoluyla ikrah durumunda inkâr ifade eden bir sözü söyleme küfürden istisna tutulmuş ancak ikrah olmadığı bir anda aynı sözü söyleyenin küfre girip en büyük azapla azaplandırılacağı, okumuş olduğumuz bu ayet-i kerimede sarahatle ifade olunmaktadır. Ancak bu bir ruhsattır. Cevaz hükmündedir. İkrah’a rağmen kelime-i küfür söylemeden ruhsatı terk eden ve azimet gösteren (tercih eden) kişi o halde öldürülse şehittir. Ve evla olanı tercih etmiş olur. Fakat mesele sadece kendisi değil de, yalnız kendisinin ruhsatı tercih etmesi suretiyle kendisinden başka Müminlerin kurtuluşuna vesile olması durumunda ruhsatı tercih etmesi daha evladır.

İkrah altında başkasını öldürmekle icbar olunursa o zaman buna ruhsat yoktur. Çünkü kişinin başkasını öldürmesi kendini öldürmesinden daha ağırdır. İkrah altında dahi olsa başkasını öldürmesi durumunda günahkâr olur. Zira zaruratın mahzuratı mübah kılabilmesi için günah bakımından yasaklanan şeyden daha küçük olması gerekir. Yani mahzur zarurat’tan daha büyük bir günahı, kötülüğü doğuruyorsa o zaman caiz olmaz.

Zaruret durumunda, haram olan içki, domuz eti ve kan gibi (şer’an yasak olan) şeylerin yenilip içilmesi caiz olur. Ancak zinaya zorlansa veya bir insanın etini yemeye veya bir uzvunu kesmeye zorlansa bu fiilleri işleyemez, kendisinin öldürülmesi ile sonuçlansa dahi caiz olmaz.

İkrah altında zaruret halinde haram olanın yenilebileceği ve zaruret altında mahzurun mübahlığının zaruret miktarında olduğuna dair Kur’an-ı Kerim’de;

“De ki! Bana vahyolunan arasında yiyen bir kimsenin yiyeceği içinde (sizin haram dediklerinizden böyle) haram edilmiş bir şey bulmuyorum. Yalnız; gerek ölü, gerek dökülen kan, gerek domuz eti -ki bu şüphesiz bir murdardır-, yahut Allah’tan başkasının adına boğazlanmış bir fısk olmak müstesnadır (bunlar haramdır). Bununla beraber kim bunlardan bir şey yemeye) muztar (mecbur) kalırsa (kendisi gibi zaruret halindeki bir kimseye) tecavüz etmemek ve (zaruret miktarını) aşmamak üzere (yiyebilir.) Çünkü Rabbin çok yarlıgayıcı, çok esirgeyicidir”[2] diye buyrulmaktadır.

İkrah altında mübah olan mahzuratın (şer’an memnu’ olan şeylerin) azlığı, çokluğu veya zamanı ikrah’ın süresine bağlıdır. İkrah’ın zaruret olabilmesi için ise zorlayan, baskı yapan güç sahiplerinin ikrah altındaki kişiyi öldürmek, vücut azalarından birini kesmek, şiddetli işkence veya uzun süreli hapis ile tehdit edip ve yaptıkları tehdidi de gerçekleştirebilecek güce sahip olmaları gerekir. Mesela tehdit edilen kişi tehdit edenden daha güçlü veya kurtulma imkânı varsa bu durum ikrah hali sayılmaz.

İkincisi Darlıktır: Darlık (darda kalmak); hayatın idamesi için zaruri olan yiyecek ve içeceklerden mahrum kalıp hayati tehlike arz edecek şekilde bir zaruret durumudur. Bu durumda kalan kişinin hayatının devamı için zaruri olan miktarda haram bir yiyecek veya içecekten istifade etmesidir. Bu hal ve içerisinde yediği veya içtiği haram, zaruretten dolayı muztar olan (darda kalan ) kimseye mübah olur.

Allah (cc) dünyada ne var ise hepsini insanın istifadesi için yaratmıştır. İnsanın imtihanı ve başka hikmetleri de bulunmakla bütün yiyecek ve içeceklerden az bir kısmını men etmiştir. Men olunanlardan da zaruret durumunda kalan bir kimsenin, hayatını devam ettirebilecek kadar men olunandan yemesine izin (cevaz) verilmiştir.

Yüce Allah (cc) Kur’an-ı Kerim’de: “Ölü (boğazlanmadan ölen), domuz eti, Allah’tan başkasının adına boğazlanan -(henüz canlı iken yetişip) kestikleriniz müstesna olmak üzere- boğulmuş, vurulmuş, yukarıdan yuvarlanmış, boynuzlanmış, canavar yırtmış, (paralanmış) olup da ölenler, dikili taşlar üzerinde haram edilmiştir. (Bütün) bunlar yoldan çıkmıştır. Bu gün kâfirler dininizden umutlarını kestiler. Artık onlardan korkmayın. Benden korkun. Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak Müslümanlığı (verip ondan) hoşnut oldum. Kim son derece açlık halinde çaresiz kalırsa, günaha meyil maksadı olmaksızın (haram olanlardan yiyebilir). Çünkü Allah çok yarlıgayıcı, çok esirgeyicidir”[3] diye buyurmaktadır.

Günaha meyil maksadı olmaksızın, darda kalıp da hayati tehlikeye giren bir kişi hayati tehlikeyi atlatacak kadar haramdan yiyebilir. Hatta burada ruhsatı tercih etmek evladır.

“Zaruretlerin mahzuratı mübah kılması” kaidesi bu okumuş olduğumuz ayetler ve benzeri ayetlerden alınmıştır. Bunun sebebi İslam’ın zorlaştırma ve çaresizlik dini olmamasıdır. Bununla beraber İslam’dan ziyade insan hayatına değer veren bir sistem de yoktur. Ancak insanlar haram hudutlarını aşmakla kendilerini kendi elleriyle ateşe atmış olurlar.

Yukarıdaki (ikrah hususunda) helal olmayan hususlar burada da helal olmaz. Mesela; insan eti hiçbir şekilde helal olmaz bu husustaki detaylı bilgiler ‘Kütüb-i Fıkhiyyede’ mevcuttur. Biz burada bu kaidenin mahiyeti, ehemmiyeti ve asıl istikameti hususlarını belirtmeye çalışıyoruz.

Yine bu hususta Kur’an-ı Kerim’de:

“O, size ancak ölüyü, kanı, domuz etini, bir de Allah’tan başkası için kesilmiş olan (hayvanlar)’ı haram kıldı. (Bununla beraber) kim bunlardan yemeye muztar (mecbur) kalırsa (kimseye) saldırmamak ve haddi (ölmeyecek miktarı) geçmemek şartıyla (yiyebilir.) Çünkü Allah hakkıyla yarlıgayıcı, kemaliyle esirgeyicidir”[4] diye buyrulmaktadır.

Hasta olan bir kişi için helal maddelerden ilaç bulunmayıp içki-alkol gibi haramlardan ancak tedavi olması zorunlu hale gelirse bu durumda zaruret hali olup helal olur. Yine bir kişinin muayenesi için mahrem mahallin tabip tarafından görülmesi de aynı durumdadır. Ancak lüzumun sınırını aşmamak şartıyladır. Tedavi ve ilaçların ise evvela helallerden araştırılması gerekir.

“Zaruratın mahzuratı mübah kılması” kaidesi insan hayatının idamesi için karşılaştığı zorluklara çare bulunmasının gerekliliğidir. Darda kalmak suretiyle zaruretin hâsıl olması semavi bir arıza olmakla beraber nadiren görülür. Fakat ikrah durumundaki zaruret ise İslami hayattan uzaklaşan insanların, insanlara reva gördükleri vahşet ve zulmün ifadesidir.

Zaruretlerde Allah(cc)’ın haram kıldığı bir takım şeylerin yine Allah tarafından mübah kılınması, Allah(cc)’ın mustar (çaresiz kalan) kullarına bir lütfudür. Ve çaresiz kalan kulların durumunun vahametinin bir ifadesidir. Bu nedenle ikrah durumunda baskı altında kelime-i küfür söyleyen kişinin kâfir olmayacağı hali de, bu vahametin bir delilidir. Bu itibarla insanlara baskı ve işkence yapılması İslam’a göre bir insanlık suçudur.

İkrah: Kelime olarak; iğrenmek, bir işi istemeyerek yapmak, birine zorla muamele veya iş yaptırmaktır.

İkrah iki çeşittir. a) İkrah-ı mülci b) İkrah-ı gayr-i mülci

a) İkrah-ı Mülci: Zorla, cebren ve işkence ile, mal, can, namus, ölüm veya vücut uzuvlarına zarar verme veya uzun süreli tehditlerle baskı altındaki kişinin istemediği şeyleri söyletmeye çalışmaktır. Bu durumdaki kişiye ‘mülce’ denir.

b) İkrah-ı gayr-i mülci: Dövme ve kısa süreli hapis gibi yalnız keder ve elemi icap ettiren şeylerle vuku bulan ikrahtır. Bu ikrahla meydana gelen mecburiyete ikrah-ı nakıs da denir.

Yeryüzünde en büyük zulüm, İslam’a davet edildikleri halde İslam nizamını uygulamayarak beşeri sistemlerle insanlığa tahakküm etmek suretiyle Allah(cc)’a karşı yalan uydurmak yani İslam nizamının dışında adaletin varlığını iddia etmek ve bununla beraber Allah(cc)’ın kullarına baskı ve işkence uygulamaktır. İşte buzulmü yapanlar hidayete layık olmadıklarından ve bu halde kaldıkları müddetçe de Allah(cc) onlara hidayet etmez.

Kur’an-ı Kerim’de: “Kendisi İslam’a davet edilip dururken Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir? Allah zalimler güruhunu hidayete erdirmez”[5] diye buyrulmaktadır.

İnsanlara tahakküm eden hiçbir beşeri sistem zulümden hali değildir. Bugün dünyada en çok insan haklarını savunduğunu iddia eden, insan onurundan dem vurup işkenceye karşı olduklarını söyleyen, kendilerini medeni görüp Müslümanları ve İslam ahkâmını zorbacılıkla suçlayan sistemler ve iktidar sahipleri insanlığa en çok işkenceyi uygulayan ve zulmedenlerdir. Müslüman halkların başındaki güç sahipleri de doğrudan veya dolaylı olarak onların etkisiyle zulmetmektedirler. Esasen insanlar özellikle Müslümanlar üzerinde zulüm uygulamayan bir beşeri sistemden bahsetmek mümkün değildir. Yargıları da özellikle siyasi davalarda ikrah-ı mülci durumunda alınan ifadeler üzerine tecziye kararları vermektedirler. Maalesef bu da adalet olarak ilan edilmektedir. İslam’da ise hedef, insanlara baskı değil, bilakis mustar durumundaki insanlara yardımcı olmak ve onları her türlü darlıklardan kurtarmaktır. Allah Resulü(sav)’nün savaş esirlerinin ellerinin bağlanmasına dahi razı olmaması bunun en bariz delillerindendir.

“Zaruratın mahzuratı mübah kılması” kaidesi; İslam’ın insana verdiği değerin bir ifadesidir. Aynı zamanda insan hayatı çıkmaza girdiğinde kurtuluş için bir çare, darlığın ve zulmün -kısmen de olsa- önlenmesi için bir kuraldır. Diğer kaideler gibi nassa bağlı olan bu kaidenin sınırları da nass’la belirlenmiştir. Ayrıca kulu mustar durumda bırakanlar; Allah(cc)’ın emirlerine göre hükmetmedikleri, zulümle hükmettikleri ve mustar durumda olan kişinin kerhen işlediği günahlara icbar ettikleri için bütün bu kötülüklerin hepsinin failidirler. Darda kalmak suretiyle başkasının malından izinsiz yiyip içen mustar ise, bilahare mal sahibine bedelini öder. Bu husustaki haramlık “haram li gayrihi” durumudur.

İnzar Dergisi

İslam Kuran Haberleri

[1] Nahl: 106

[2] En’am: 145

[3] Maide: 3

[4] Nahl: 115

[5] Saff: 7
 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

İslam Ve Kuran Haberleri

Rahmet ve mağfiret dolu "üç aylar" başlıyor
Yılbaşı kutlamaları ve şans oyunları haramdır
2025 hac kayıtları 15 Kasım'a kadar yapılabilecek
"Gıdada haram ve helale dikkat edilmemesi toplumsal çöküntüye neden olur"
Kazasının olup olmadığıyla ilgili şüphesi bulunan kimsenin durumu