KOMPLEKSTEN SAVRULMAYA
Müslümanların bir kısmı arasında liberal, laik ve seküler yaşamı benimsemiş insanlarla olan dirsek temasından dolayı ciddi kompleksler oluşmuş.
Ya da biz öyle sanıyorduk.
Amerika’nın 20 yıllık işgalinde işlediği korkunç cinayetleri, insanlık dışı suçları, uluslararası hukuku hiçe saymaları, insana, hayvana, bitkiye karşı uyguladığı soykırımları, kullandığı “kıyamet bombaları” ile geniş alanlarda canlı ne varsa yok etmesini görmeden, görmezden gelerek, işgalciyi kovan mazlumları hedefe koymanın, aşağılamanın başka bir açıklaması olabilir miydi?
25 yıl önceki kimi görüntüler ve algı operasyonları üzerinden Taliban hareketini değerlendirmenin, katliam ve vahşetleri yapanların değil de “şöyle şöyle yapabilirler” diyerek işgalciyi kovanların hedefe alınmasını en iyimser değerlendirme ile “kompleksli” olarak değerlendirmek istedik; ama işin rengi çok değişmiş.
“Kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan” demişler ya eskiler “bizimkiler” hem huyundan hem suyundan almış maalesef…
AK Parti eski milletvekili, şimdilerde Karar gazetesi yazarı olan Mehmet Ocaktan’dan kısa bir alıntı ile söylemek istediklerimi izah edeyim.
“Eğer bugün dünyada Müslümanların yaşadığı geri kalmışlık halinden mutsuzluk duyuyorsak, Afganistan’da, Suriye’de, Irak’ta, Libya’da yaşanan insanlık dramları içimizi yakıyorsa öncelikle başkalarına küfretmeyi bırakıp kendi gerçekliğimizle yüzleşmemiz gerekiyor.”
“Bunda bir şey yok” diyorsunuz tabii.
Size katılıyorum.
Hatta “İslam Dünyasındaki sıkıntılardan dolayı acı duyan bir Müslümanın tutumu” diye de değerlendirebiliriz.
İçimizdeki sorunları kendi aramızda çözemeyişimiz, iç çekişmelerimiz, mezhebi ve etnik takıntılarımız, aşırılıklarımız…
Evet, maalesef bunlar bizim gerçekliğimiz ve bunlardan dolayı büyük acılar çektik, çekiyoruz.
Ama “beyefendinin” sonraki cümlesi iyi niyetimizi yerle bir edecek nitelikte.
“Bunun için de yol belli; dine dayalı bir dünya düzeni kurma hayallerinden vazgeçip, akla ve bilime itibar eden, hukuku ve özgürlükleri önceleyen yaşanabilir demokratik yönetim modelleri oluşturmaktır.”
“Dine dayalı bir dünya düzeni kurma hayali”
“Akla ve bilime itibar eden”
“Hukuku ve özgürlükleri önceleyen”
“Yaşanabilir demokratik yönetim modelleri”
Bu cümleleri bir laik, bir ateist, bir Kemalist, bir liberal, bir sosyalist kurabilir; ama “aklı başında” ve “başka yerde yemlenmemiş” bir Müslüman kullanamaz!
Farkındayım biraz sert oldu; ama ne söylediğimi biliyorum.
Bu beyefendi “dine dayalı dünya düzeni” istemiyor. Yani vahye dayalı bir düzen değil de insanın “heva ve hevesine dayalı” bir düzen istiyor.
Bu arada genel “din düşmanı kabullerden” olan akıl ve bilimin dine karşı olduğu ve din karşısında akıl ve bilimin esas alınması gerektiği tezini çok rahat bir şekilde dillendiriyor.
Aklın sübjektifliği ve bilimin değişkenliği konusunda, bilim adamının ideolojik kimliğine göre bilimselliğin bile sınırlarının farklı olduğu konusunda, vahyin de aslında “temiz akıl sahiplerine” hitap ettiği konusunda konuşmaya gerek yok öyle değil mi?
Uygulamalar bir tarafa vahyin de “hukuku ve özgürlükleri” fıtri değerler çerçevesinde öncelediğini söylersek ve bize yine de “ama uygulamalar” diye itiraz ederseniz hukuku ve özgürlükleri önceleyen bir tane örnek uygulama gösteremeyeceğinizi garanti ederim.
Gelelim “yaşanabilir demokratik modeller” meselesine…
Evet, bu beyefendi gibi kompleksli ve savrulmuş tipler için de “yaşanabilir demokratik modeller”den söz edilebilir; ama bu modellerin diğer yüzlerinden de söz etmek gerekmez mi?
Mazlumların kan ve iliğini sömürerek kurulmuş bu “yaşanabilir modellerin” neden kendileri dışındaki yerler için “yaşatabilir” olamadığını hatta olmadığını sorgulamak gerekmiyor mu?
Amerika’yı geçtim…
Almanya, Belçika, İngiltere, Fransa, Hollanda ve diğerleri…
Yaşanabilir olan ama yaşatmayan ve halen daha açıkça sömüren modelleri mi bize önermektedir bu beyefendi?
Başka kapıya beyefendi!
ZENCİ DÜŞMANI ZENCİLER
Bir gün Smith ve John adında iki siyahi, New York sokaklarında dolaşırken bir tabela görürler: "Zenciler beyazlaştırılır. Fiyat 100 dolar."
Smith'in 110 doları, John'un ise 90 doları vardır. John, Smith'e: "Sende fazla olan 10 doları bana ver birlikte girelim" der. Smith'se: "Önce ben gireyim. Eğer beyazlaşırsam sen de girersin" der ve içeri girer.
Az sonra içerden beyaz bir şekilde çıkar Smith. John: "Smith ne kadar beyazlaşmışsın. Şu 10 doları ver de ben de girip beyazlaşayım."
Smith burun kıvırarak cevap verir: "Defol buradan pis zenci!"
Şimdi ben bu fıkrayı neden anlattım?
Efendim biliyorsunuz son zamanlarda mültecilere karşı düşmanlaştırıcı bir dil kullananlar var.
Ve çok ilginçtir ki, en fazla düşmanlık yapanlar da ya kendileri ya da bir önceki nesil olarak başka yerden göç ederek gelmişler.
Kendilerini “beyaz” hissettikleri anda da “normal beyazlardan” daha fazla düşmanlık ediyorlar.
Bunun normal bir davranış olduğunu düşünmüyorum. O yüzden de bu tipte ırkçı-faşizan dil kullananların acilen psikiyatrik tedaviye alınmaları gerekir.