“Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur. Mü’minler de ancak Allah’a dayanıp güvensinler!” (Teğabun:13 )
“Şayet Allah size yardım ederse sizi yenecek hiç kimse yoktur. Sizi yardımsız bırakacak olursa (Allah’a rağmen) size yardım edecek kim vardır? Müminler, yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.” (Âl-i İmran:160)
“Ölümsüz ve daima diri olan Allah’a güvenip sığın!” (Furkân Sûresi : 58)
“Mü’minler Allah’a güvenip dayansınlar!” (İbrâhim Sûresi:11)
“Bir işe azmettiğinde artık Allah’a güven!” (Âl-i İmrân Sûresi: 159)
Hz. Ömer’den rivayet edilir ki:
“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Siz Allah’a hakkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizleri de, kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı: Sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz.”
Ümmü Seleme (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatu vesselam) evinden çıktığı zaman şu duayı okurdu: “Allah’ın adıyla Allah’a tevekkül ettim. AIIah’ım! Zillete düşmekten, dalâlete düşmekten, zulme uğramaktan, cahillikten, hakkımızda cehalete düşülmüş olmasından sana sığınırız”.
Hazreti Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor:
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Evinden çıkınca kim: “Allah’ın adıyla, Allah’a tevekkül ettim. Güç, kuvvet Allah’tandır.” derse kendisine: “İşine bak, sana hidâyet verildi, kifâyet edildi ve korundun da” denir, ondan şeytan yüz çevirir”.
Zihni ağırlıklardan arındırmak, hayatta mana ve madde aleminde yol almanın en önemli ve öncelikli şartlarından biridir. Yukarıda zikredilen ayet ve hadisler, zihnen ve ruhen nerede durmamız gerektiğini bizlere hatırlatmaktadır. Bu ayet ve hadisler, ruhi ve zihni zeminimizin keyfiyetini Rabbani bir çerçeveye oturtmaktadır. İşte hayat da bu zemin üzerine inşa edilir. Bir insan için en ideal, en bereketli ve en anlamlı hayat tarzı, bu zemin üzerine inşa edilen hayat tarzıdır.
Hayatta hedeflerimizin çok uzağında kalmamızın ve hayatımızın arzulanan keyfiyette olmamasının en önemli nedenlerinden birisi; zihni, adeta bir çöp kutusuna çevirmektir. Görülen her şeyin zihin ambarına atılması; yersiz kaygı ve endişeleri, hesaplaşma arzularını ve tükenmişlik sendromunu beraberinde getirir. Zihnini toparlayamayan ve hayatın asli unsurlarına yoğunlaşamayan kişilikler, hayatlarında başarılı olamayacakları gibi bir arpa boyu yol alamazlar. Maneviyat boyutu ile de terakki edemezler.
Şimdi hepimiz kendi iç âlemimize şöyle bir dönelim ve kendi benliğimizle baş başa kalalım. Tüm içtenlikle kendimize soralım:
Zihnimi her gün meşgul eden konulardan kaçının, dünyama ve ahiretime faydası var?
Bu soruyu sorabilmek, hayatımızda çok önemli bir soruna dokunabilmek demektir. Her gün ısrarla zihnimizi meşgul ettiğimiz, bizi ileriye götürmeyen, tam tersine tüketen sorunlar vardır. Belki yıllardır zihnimiz bu sorunlarla meşgul olduğu halde bu konuda bir çözüm bulamamışız. Hatta her hatırladığımızda hayatın gerçeklerinden kopmuşuz, yaşadığımız âna odaklanma kapasitemizi kaybetmişiz. Soruna çözüm bulmak bir yana enerjimizin büyük bir kısmını tüketmişiz.
Özellikle geçmişe dair yaşadığımız pişmanlıklar ve kaçırdığımız fırsatlar veya harici unsurlardan kaynaklanan sübjektif veya objektif suçlamalar, geleceğe dair bir ufuk yakalamamızı engellemektedir.
Ya da olasılıklar çerçevesinde geleceğe dönük kendimize bir kaftan biçiyoruz. Rızık korku, musibetler vb. konularda son derece yersiz endişelere kapılmaktayız. Hatta bu endişeler bizleri o denli istila ediyor ki, yaşadığımız anın sorunlarına odaklanamıyoruz. Bu endişeler, bizleri hayata dair motive etmediği gibi ellerimizi ve ayaklarımızı bağlamaktadır. Yersiz evhamlar ile hayatı kendimize zindan ediyoruz. Yersiz, hayali ve bizim ürettiğimiz korku ve endişeler bizim zindanımız oluyor. Madden ve manen özgür bir birey olmayı tercih etmek yerine, etrafımıza, bizi hapseden zindanımızın duvarlarını kendi elimiz ile örüyoruz.
Bazen, kendi penceremizden, küçük olayları sorunları o denli büyütüyoruz ki, sanki bütün dünya üzerimize geliyor gibi oluyor. Kendimizi hayatın merkezine alıp sanki dünya etrafımızda dönüyor gibi bir algıya kapılırız. Bunun neticesi olarak, hayatı sağlıklı bir şekilde tahlil edemiyoruz, sağlıklı bir pozisyon alamıyoruz.
Hayatımızda nice tipi, boran ve fırtınalar atlatırız, nice badireler yaşarız. Ruhen ve madden yere sağlam bastıktan ve dengeli bir pozisyon aldıktan sonra, Allah’ın yardımı ile bunlar atlatılır. Ama nasıl bir duruş ortaya koyacağımızı bilmez isek, devasa bir enkazın altında kalabiliriz. Bu enkazın altından kurtulamayabilir ve bir daha düştüğümüz yerden kalkamayabiliriz.
Hayatın bir kuralı da şudur:
Düşenler değil, tükenenler kaybeder. Düşen, ayağa kalkabilir ama tükenen insan her şeyini yitirebilir.
Şöyle hayat maceramızı ve mecramızı gözümüzün önüne getirirsek nice sefer tökezlediğimizi ve dünyanın olanca genişliğine rağmen bize dar geldiğini görürüz. Ama Allah’ın lütuf ve inayeti ile bu musibet ve sıkıntıların pençesinden kurtulmuşuz. Bu gaye ile maziye yolculuk yapmak, aynı zamanda hayatın hakikatlerinden bir hakikati kavramamızı ve sık sık hatırlamamızı sağlar. Zamana doğru yapılan bu yolculuk, aynı zamanda bulunduğumuz anda nasıl bir duruş ortaya koymamız ve sıkıntılarla nasıl mücadele etmemiz gerektiğine dair güçlü bir fikir sunar. İstikbalimizi de bu sağlam zeminde inşa etme fırsatını yakalamış oluruz.
Zihnimizi ağırlıklardan arındırma adına şöyle bir hakikati hatırlamak elzemdir:
Mazi geçmiştir, geçmiş zamanın bir saniyesini bile geri getirmek ve maziyi yeniden yaşamak mümkün değildir. Geçmişimiz, hatasıyla sevabıyla zaman girdabına gömülmüştür. Kayıt defteri olarak dürülmüş, yarın ahirette karşımıza çıkarılmak üzere bekletilmektedir. Maziye dair yapılacak en iyi iş; mazimizi, tecrübe külliyatına dönüştürmektir. Eksikliklerimizi ve hatalarımızı ortaya çıkarıp gelecekte bir daha bu hataları yapmamak, gelecekte yine bu hatalar için maddi ve manevi bedel ödememektir. Geleceğimizi, mazimizden edindiğimiz tecrübelerle inşa edebiliyorsak, doğru yoldayız demektir. Mazimizin, içinde bulunduğumuz âna ve istikbalimize katacağı budur. Maziye yapacağımız her yolculuk bu amaç ile olmalıdır.
İstikbale gelince; istikbal karanlık bir kuyu gibidir. İstikbal hakkında endişelenmek, karanlık bir kuyuya taş atmak gibidir. Olmayanı var gibi tahayyül etmek, akıl kârı değildir.
İşte zihnimizi geçmiş ve geleceğin prangalarından azat etmek için tevekkül etmeyi hayatımızın temel düsturu haline getirmek lazımdır.
Bizim özgürlük düsturumuz tevekküldür. Hakkıyla tevekkül edenler, zihinlerinde ne kadar gereksiz fikir varsa bunlardan arınır ve kurtulur. Hem madde hem de mana aleminde terakki edebilmenin belki de ilk şartlarından birisi bu ağırlıklardan kurtulmaktır. Bu ağırlıklar olduğu müddetçe maddi alemde projelerimize odaklanamayacağımız gibi masivanın tozunun üzerine sindiği ruhlar da asla mana aleminde yükselemez. İşte hayatımızda kalitemizi düşüren ve bizleri mutsuz bir ömre mahkûm eden etkenlerden tevekkül guslü ile kurtulmalıyız.
Bu alemde sonbaharda sararmış bir yaprak bile İlahi mukadderatın haricinde düşmez iken, yaydan çıkan kader okuna kimse engel olamaz iken, benliğimizi ve işlerimizi, her şeye Kadir olan Allah’a havale etmemiz gerekir. Her şeye hâkim olan, her şey konusunda tasarrufta bulunabilir. Bizim zihnimizi ve ruhumuzu meşgul etmemiz ne geçmişte ne de gelecekte hiçbir şeyi değiştiremez. Öyle bir Zat’a varlığımızı havale etmemiz gerekir ki; zerreden küreye, manadan maddeye ve zihnimizin erişemediği en uzak mecralarda tasarruf sahibi olsun. Hükmedemediğimiz bir dünya ve yaşam için sorunları dert edinip, dertler ve tasalar deryasında boğulmak, sorunlarımızı çözmek yerine, çözülecek sorunlar için bile çözümsüzlüğü mukadder hale getirir.
Bu temel kaidenin yanı sıra, zihnimizi meşgul eden ne kadar malayani husus varsa bunları zihin dünyamızdan silelim. Zihin dünyamızda yer verdiğimiz her hususun ya dünyamıza ya da ahiretimize bir faydası olsun. Bir meselenin dünyevi veya uhrevi bir faydası yoksa zihnimizde istilacı, işgalci pozisyonundadır. Zihnimizde başlayan işgal, kalbimize ve ruhumuza akar. Fazla kilolardan kurtulmanın bedeni ferahlatması ve sıhhate kavuşturması gibi çöp mesabesindeki fikirlerin zihinden uzaklaştırılması da zihne müthiş bir rahatlık ve sıhhat verir.
Allah’ın verdiği sayılı nefesleri ve sayılı fırsatları iyi değerlendirmek lazımdır. Mazi ve istikbal arasında bölünürsek; yaşadığımız âna yetecek ne enerjimiz ne de musibetler karşısında sabrımız kalır. Elden çıkan ve vuku bulmamış olanlar ile zihnimizi meşgul edersek, hele ki, kaçırılan fırsatlara her seferinde yanıp durur isek, elimizin altındakinden de oluruz. Ve elimizi uzattığımız zaman erişebileceğimiz fırsatları, elimizden kaçırabiliriz.
Hazreti İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)’ın rivayet ettiği bir dua ile yazımızı bitirelim:
“Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) teheccüd namazı kılmak üzere geceleyin kalkınca şu duayı okurdu:
“AIIahım, Rabbimiz! Hamdler Sanadır. Sen arz ve semâvatın ve onlarda bulunanIarın kayyumu ve ayakta tutanısın, hamdler yalnızca Senin içindir. Sen semâvat ve arzın ve onlarda bulunanların nûrusun, hamdler yalnızca Sanadır. Sen haksın, va’din de haktır. Sana kavuşmak haktır, sözün haktır. Cennet haktır, cehennem de haktır. Peygamberler haktır, Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) de haktır. Kıyamet de haktır. AIIah’ım! Sana teslim oldum, Sana inandım, sana tevekkül ettim. Sana yöneldim. Hasmına karşı Senin (bürhanın) iIe dâva açtım. Hakkımı aramada Senin hakemliğine başvurdum. Önden gönderdiğim ve arkada bıraktığım hatalarımı affet. Gizli işlediğim, aleni yaptığım, benim bilmediğim, Senin benden daha iyi bildiğin hatalarımı da affet! İlerleten Sen, gerileten de Sensin. Senden başka ilah yoktur”.
Selam ve dua ile
Mehmet Zülküf Yel