Zayıfta olsalar, haklılar bir araya gelerek hakkı kuvvetli kılarlar. Tabii oluşlarda olduğu gibi, sosyal oluşlarda da kuvvet, dağınık kuvvetlerin tek tarafa kanalizesi ile meydana gelir.
Kökü eski Mısır ve Yunan sofistlerine uzanan kuvvet teorisine göre; “devlet kuvvetin zayıfa hükmetme kanununun bir tatbikatından ibarettir.” Kuvvetlinin zayıfa hükmetme kuralı nasıl bir doğa yasası ise, aynı şekilde devlet de sosyal hayatta kuvvetlinin zayıfa hükmetme kuruluşudur. Doğa yasalarını nasıl değiştirmek mümkün değilse, kuvvetlinin zayıfı ezmesi de değiştirilemez.
İlk bakışta Müslüman olanların ideolojisine göre gayet absürt duran bu tespit niye biz Müslümanların gücün yanında durduğunu açıklayacak bir fikir verebilmektedir.
İlkel dönemlerde yeterli sosyal bilgilere sahip bulunulmaması merkezi kuvveti zorunlu kılarken, bugün bu zorunluluğu dikte eden husus ilkel oluşumuz mu yoksa kolay olanı mücadeleye tercih edip ameli manada güce teslim olmak mı? Devletin unsurları ve kuvvetler ayrılığına yönelik hiçbir zihni uğraşımızın olmaması bizi belki ilkel kılıyordur.
Hakkı üstün tutan dünya görüşünün bizi hâkim devletten, hadim devlet anlayışına götürmesi gerekirken, tam aksi istikamette devletin bekası ve devletin ebet müddet oluşu üzerine tutum sergileyişimiz zalimin dostu, mazlumun hasmı kılıyor.
Müslümanın dört sosyal kurum –Din, İlim, İktisat, İdare ile dört siyasi kuvvet – Denetleme, Yasama, Yürütme, Yargı- arasındaki ilişki düzenini tahlil edip, mevzilenmesini bu analiz neticesinde alması gerekir.
Kısaca İslamiyet, birçok elverişli unsurların birleşmesi neticesinde dini özerklik ilişkisinin en bariz bir şekilde belirdiği bir toplumsal olaydır. Toplum içindeki farklılaşmanın çok gelişmediği toplumlarda bu gruplar bir toplanma ekseni olabilirler.
Max Weber'e göre, bir grubu meydana getiren birçok ilişki içinde, en bariz olanı, hükmetme ilişkisidir. Bu ilişkilere göre kurulan gruplar ise iki tipten oluşur. İlki siyasal, ikincisi ise hiyerokratik diye adlandırdığı sosyal ya da gücü dinsel unsurlar ile elinde toplayan cemaat…
Siyasal grup; Düzenini belirli bir yerde özel bir siyasi kadronun fiziki güç tehdidi ve uygulamasıyla sürdüren gruptur.
Sosyal grup ise, düzenini sürdürmek için, dinsel menfaatleri dağıtmak veya gerisin geriye almak yoluyla ruhsal zora başvuran gruptur.
Dinin halkın dünya görüşünü belirleme süreçlerini göz ardı etmek ya da kurumsallaşmasının yanı sıra, siyasi ve iktisadi davranış şekillerini de bilmemek bizi iki çatışan iktidar meftunlarının tabisi kılar.
Eskiler, birini saltanat tahtına oturtup bütün güçleri kendisine teslim ediyor, sonra da ondan aynı zamanda adil olmasını isteyerek, kendisine nasihatler veriyorlardı. Burada yanlış olan, bütün imkân ve güçler tek bir kimsenin eline bırakıldığında, o kişiden başka bir gücün alındığı hususu. Bu güç adil olabilme ve adil kalabilme gücüdür. Her türlü seçme gücüne sahip olan bu şahıs, artık adil kalabilme ihtiyarını kaybetmiştir. Bütün seçme özgürlüklerini kendisine teslim ettiğinizde, zulüm karşısında seçeneksiz bırakmak hem cemiyet hem de maşeri vicdan nezdinde zulümdür.
Atalarımızın sözüne gelelim işte tam da burada. Hamlık suali vursun diye; Zira eskilerimizde de vaki olan bir ahvaldir kafa karışıklığı. O halde soru cümlesi olmalı aranan yanıt;
“Zor oyunu bozar” mı?
Hak ve hakikati şiar edinen kişilerin ne saltanat ile ne de din tüccarları ile teşrik-i mesaisi olur vesselam…