Ordular Halep'e” etiketine takıldı gözüm sosyal medyada.
Acı acı gülmekten kendimi alamadım.
Hangi ordular?
Türkiye'nin ordusu mu?
15 Temmuz'da bu ordunun içler acısı halini göz önünde bulundurmak gerekmiyor mu?
Ya da Türkiye Genel Kurmay Başkanı'nın birkaç gün önce, İncirlik'te, ABD Genel Kurmay Başkanı ile aynı masada oturması üzerine düşünmek gerekmiyor mu?
Sizi yok etme planları yapan celladınız, evinizin içindeki bir odanızı gasp ediyor.
Bütün mahremiyetinizi zîr û zeber ediyor.
Bu odayı ondan kurtaramadığınız veya hiç olmazsa yerle bir edemediğiniz gibi, bu odada celladınızın misafiri oluyorsunuz.
Tıpkı 2008'de Türkiye'yi ziyaret eden İngiliz Kraliçesi'ne Karaköy'de, kendi öz toprağınızda, Birleşik krallığın savaş gemisinde, cumhurbaşkanlığı düzeyinde misafir olduğunuz gibi.
Âleme nizam vermeye kalkışmadan evvel, bu gerçeklerle yüzleşmek gerekmiyor mu?
Sorunumuz, kendi sorunlarını kendisi çözecek ortak bir İslam Ordusu'nun yokluğu değil midir?
Halep'teki yürek yangınlarımızın, Arakan'daki zillet halimizin, Filistin'deki siyonist kudurganlığının ana sebebi de bu değil mi?
Bu acı gerçeği bile bile dâhilde büyük savaşlara kapı aralamak, ne kadar doğru?
“Düşmanı yenmek mümkün olmayacaksa yenilmek mukadderdir. Çünkü bu hususta direnmek can kaybına yol açar. Bu da düşmanı mutlu eder, Müslümanları ise yıldırır. Buradaki direnme fesada yol açar. Fesadın devamında da maslahat yoktur.” diyen İzz bin Abdüsselam'a kulak vermek gerekmiyor mu?
Veya “Suriye yandıkça biz de yanmaya devam edeceğiz. Suriye'deki iç savaş öncesi sadece bavul ticareti üzerinden Urfa'ya her ay 5 milyon dolar para giriyordu. Akçakale'deki gümrük kapısında uzun araç kuyrukları oluşuyordu. Sonra Amerika bizi oyuna getirdi, her şey alt üst oldu. Suriye'den gelenlerle nüfuslarımız üçe dörde katlandı. Boğulmak üzereyiz artık” diyen Urfalı esnafa…
Zor bir zamandayız vesselam.
Halepli bebeğin feryadı kulaklarınızda çınlarken çözüm odaklı “zor yazılar” yazmak, hiç kolay değil.
Ama tarihe, Hakk'a ve halka karşı şahitlik ve sorumluluğun bir gereği var.
Onun için romantik ve nostaljik rüyaları bir kenara koyarak “komşularla sıfır sorun”dan “sırf sorun”a dönüşen politikayı gözden geçirmeye davet ediyoruz.
Beş yılı aşkın bir süredir Suriye'de yanan yangına benzin değil, su serpmeye çağırıyoruz.
Var olan acıların çok daha fazla katlanmaması ve daha büyük facialara dönüşmemesi adına bütün komşularla yeniden “sıfır sorun” anlayışına geri dönmeliyiz.
Sadece Suriye ile değil; Irak, İran, Gürcistan, Ermenistan, Bulgaristan, Yunanistan…
Malumdur ki Peygamber(SAV) “Komşunun komşuya mirasçı kılınacağına dair korkusundan bahsederken bu komşunun ne dinini ne milliyetini ne de hiçbir aidiyetini ön plana çıkarmamıştır.
Halep'in de, Urfa'nın da, Ümmet'in de maslahatı savaşta değil, barıştadır.
Ateşkes görüşmeleri önemlidir ve devam etmelidir.
Sayın Başbakan'ın Suriye-Halep özelindeki Rusya temasları ile Sayın Erdoğan'ın dolar yerine yerel para birimleri ile ticaret yapılmasına yönelik çağrısına İran'ın olumlu karşılık vermesi, desteklenmesi gereken olumlu adımlardır.
Türkiye, Suriye meselesinde ateşkesi sağlama potansiyeli bulunan bütün ülkelerle şartları sonuna kadar zorlamalı ve bu konuda gereken bütün riskleri göze almalıdır.
En az israil'le yaptığı uğursuz anlaşma ve göze aldığı riskler kadar…