Bugün gelinen noktada hepimiz ağır bir imtihan ile yüz yüzeyiz. İlke ve ideallerimizin arkasında durabilecek miyiz yoksa konjonktüre uyacak ve stakükonun akıntısına mı kapılacağız? İmtihana tabi tutulmayacak kimse kalmayacak, herkes davasını ettiği ilke ve idealleri ile sınanacaktır. Bu, muhakkaktır.
Peki statüko veya konjonktür nedir bugün? "Dindarlık ile Kemalizm'in arasındaki çizginin silikleştiği" bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Geriye dönüş mü dersiniz, statükoya boyun eğiş mi dersiniz ya da aslında 15 yıldır yanlış yoldaydık da şimdi doğru yolu bulduk mu dersiniz onu bilmem, bildiğimiz; şimdi 15 yıldan beri gittiğimiz yolun tam tersine yol aldığımızdır.
Artık uyarmaktan, Allah için ikaz etmekten, bu gidişin topluma pahalıya mal olacağını, oy kaybettireceğini, halk ile aranızı açacağını hatırlatmaktan vazgeçtik. Çünkü hatırlatmaların, nasihatlerin, uyarmaların tıkalı kulaklara bir faydasının olmadığını, olmayacağını anlamış bulunuyoruz. Hem unutma, gözden kaçırma, yanılma ile alakalı bir husus da ortada yok. Yeni gömleğin bilinçli ve tercih edilerek giyildiğini görüyoruz.
Yüz yıldır halka rağmen sürdürülen bir devlet mevzuatı vardı. Halkın inancı ile tenakkuzlu, halkın değerleri ile çatışan, yani halk ile kavgalı bir devlet geleneği. Kalkıp dedik ki biz bunu halk ile barıştıracağız. Halkın üzerindeki tazyikleri kaldıracağız. Sistemi değiştirip içimize sinebilecek, hepimizin arkasında durabileceği, halkı koruyup kollayan bir duruma getireceğiz. Yine dedik ki artık halk, devletten muzdarip olmayacak, devlet halkın hizmetkârı olacak, din, dil, ırk ayırımı yapılmayacak. Herkes kardeşçe ve adilane bir şekilde beraber yaşayacaktır.
Evet, sadece dedik. Ancak arkasını getirmedik. Yıllarca bu albenili cümleleri kullandık. Evvela İslami kesimler, sonra da geleneksel halk kitleleri büyük bir özveri ile bu söylemlerin arkasında durdu. Ancak iktidar olundukça ve de bu idealler doğrultusunda mevziler alındıkça evrilme, yalpalama, ideallerden uzaklaşma başını alıp gitti. Gelinen noktada o değiştireceğimizi taahhüt ettiğimiz bütün hususların amansız ve yılmaz bir savunucusu olduk. Son 29 Ekim ve 10 Kasım etkinlikleri de gösterdi ki statükoculuk ve Kemalizm savunuculuğunda aşırı doz zehirlenmesi yaşıyoruz. Bu noktada atı kaptık, Üsküdar'ı geçmek üzereyiz.
Hülâsâ şu; geçen yıllar ne doğruları değiştirdi, ne de yanlışları. Şahıslar ve kurumları, konjonktürlerin ve zamanın tornasına maruz kaldı. Şekilden şekle girip durdular. Ancak devlet mevzuatındaki çıbanlar olduğu gibi yerinde kaldı. Bir milim bile değişmediler. Başa geçen şahıslarla devletin de değiştiğini sananlar devlet ve iktidar nimetleri ile tanışınca öyle bir hırsla daldılar ki bir daha çıkamadılar.
Biz on beş yıl önce söylediğimizi tekrar söylüyoruz. Söylemeye de devam edeceğiz. Bu söylemler sayesinde on beş yıldır hükümet edenler, şimdi "aslında biz öyle söylemiyorduk" demeye başladılar. Ancak kim ne derse desin ortada bir hakikat var: Yanlışlar olduğu gibi yerinde duruyor.
Devletin kendisi, anayasası, yasaları ve diğer mevzuatları ile milli değildir. Millileşmeye buradan başlanılmalıdır. Bu devlet, bu halkın olmak zorundadır. Halkını ötekileştirmekten vazgeçmelidir. Batıcılığın, ırkçılığın, tektipçiliğin, inanç düşmanlığının bizi yiyip bitirmesine daha fazla müsaade edilmemelidir.