Eğitim meselesini çok yazdık, yazmaya da devam edeceğiz gibi görünüyor.
Evet, benim gibi otuzunu devirmiş dostlarım iyi bilir. Yaşadığım şehirde ve dahi ülkemin orta ölçekli diğer kentlerinde genellikle bir fen lisesi ve bir Anadolu Lisesi bulunurdu. Sekizinci sınıf sonunda, sürekli ismi değişen bir liseye geçiş sınavı yapılır ve toplumun %2-3'lük dilimine tekabül eden öğrenciler Fen ve Anadolu liselerine yerleşirdi.
Bu satırların yazarı gibi, bu dilime giremeyen diğer öğrenciler ise kendi semtlerindeki liselerde öğrenim görmeye devam ederdi.
Evet, kendi mahallemizdeki okula gidip geldik. Okuldaki arkadaşlarımızın çoğu aynı zamanda mahalle arkadaşlarımız, bilemedin komşu mahalleden tanıdıklarımızdı. Gerek okulda gerek mahallede arkadaşlığımız doğal olarak devam ettiğinden sağlam dostluklarımız oluştu.
Ders saatinden on, on beş dakika önce evden çıkmak okula yetişmek için yeterliydi. Servis, otobüs bir yana çoğumuz bisiklete bile gerek duymadık.
Öte yandan okullar bugünkü gibi tek tip, homojen de değildi. Sistemin yaptığı sınav, %2-3'lük bir kesimi bizden ayıklıyordu. Okullarda geniş bir yelpazede, her seviyeden öğrenci bulunuyordu.
Her başarı düzeyinden arkadaşlarımız oldu. Kimimiz doktor olduk, kimimiz avukat, kimimiz öğretmen, işçi, çiftçi… Ve aramızda kast sistemi oluşmadı. Kimse kimseyi dışlamadı. Okul- mahalle birlikteliği öğrencilerde bir kültür, bir dayanışma oluşturdu.
Derken 2000'li yıllarda her liseyi, Anadolu lisesine dönüştürme kararı aldı eğitim bakanlarımız.
İlk başta insanlarımızın kulağına hoş geldi. Her lise, Anadolu lisesi olacaktı. Oysaki bu ifadenin kendisi bir paradoks barındırıyordu. Herkesin özel olduğu bir sistemde, aslında hiç kimse özel değildi.
Memleketimin dört bir yanındaki semt liseleri birer birer Anadolu lisesine dönüştü. Okulların tabelaları yenilendi.
Ve nihayet tüm liseler, Anadolu lisesi oldu(!) Peki, birlikte irdelemeye var mısınız?
Artık her lisede, şehrin her köşesinden öğrenciler var ve bu öğrenciler ne yazık ki okul dışında ortak zaman geçiremediklerinden sağlam arkadaşlıklar, dostluklar kurulamıyor. Sosyal yönden iyi mi oldu sizce?
Ders başlangıcından bir, bir buçuk saat önce öğrencilerimiz yollara düşüyor. A mahallesindeki öğrenci B mahallesindeki okula, C mahallesindeki D'ye… Tam bir keşmekeş hali… Bir de İstanbul, Ankara gibi büyük şehirleri düşünün. Boşa geçen zamanlar, tıkanan trafik, menfi mi, değil mi?
Ekonomik durumu iyi olanlar servislerde perişan olurken garibanlarımız dolmuşlarda bu çileyi çekiyor. Kimimiz ise tabanlara kuvvet… Hem cebimize hem de ülke olarak ekonomimize verdiği zarara ne demeli?
Eğitim başarısızlığına gelirsek… Tam bir kast sistemi oluşturduk. Liselerimiz sayısal yığınlara dönüştü: 480'likler, 460'lıklar… 320'likler, 280'likler diye devam edip gidiyor.
Bu sistem bir başarı getirdi mi? Ne yazık ki hayır! Kısa adı PISA olan 2015 uluslararası sınav sonuçları geçen yıl açıklanmıştı. Eğitim sistemimizin durumu içler acısı.
PISA'nın tüm sayısal verilerini merak edenleri Google Hocaya havale etmekle yetinelim.
Görünen o ki eğitim sistemimizde kimi şeyleri yanlış yapıyoruz. Yazımızın konusu, lise düzeyine dönersek, MEB de tabelalara Anadolu lisesi yazmakla işin bitmediğini anlamış olacak ki şimdi proje okul diye yeni(!) bir uygulamayla iştigal ediyorlar.
Nasrettin Hoca samanlıkta kaybolan iğnesini evin içinde arıyormuş, hanımı sormuş. Bey, iğneyi evde değil, samanlıkta kaybetmedin mi? Hoca, ama orası karanlık, diye kendince aydınlık evde aramasını sürdürmüş.
Ne yazık ki aklımın erdiği 1990'lı yıllardan beri eğitim sistemimiz, bana bu anekdotu çağrıştırıyor.
Peki, çözüm, başlıktan hareketle ifade edecek olursak lise düzeyindeki eğitim zorunlu değil isteğe bağlı, taşımalı değil mahalle merkezli, kast sistemini andıran homojen yapıda değil heterojen tarzda olmalı.