Canından çok sevdiği oğlu Zülküf'ün zindanda 18 yılı dolmuştu. Geçen 18 yılda çok şeyler yaşamış, çok acılar çekmişti. 18 yılın her bir günü bir ömre bedel günlerdi. Zira oğlu Zülküf'ün hasreti bir gün bile olsun dinmemişti. Oğlu Zülküf her an aklındaydı; oğluna kavuşacağı, vuslata ereceği günü ümitle bekliyordu.
Umudunu yitirmemiş bir anaydı. Adaletin yerini bulacağını umuyordu. Oğlu Zülküf ve arkadaşlarına kumpaslar kurulduğunu ve suçsuz olduklarını bir gün herkesin anlayacağını düşünüyordu. Halkının çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede camilere gidip Kur'an dersi vermenin, İslami hizmetlerde bulunmanın suç sayılmaması gerektiğine inanıyordu.
Hz. Muhammed (sav)'in hayatını anlatan, ilahî mesajları topluma ulaştıran kişilerin takdir ve taltif edilmesi gerekirken, nasıl oluyordu da Zülküf ve arkadaşlarına bu suçlar! sebebiyle cezalar veriliyordu. Toplumun dünya ve ahiret selameti için mücadele veren insanlara ihtiyaç duyulan bu zamanda Müslüman şahsiyetlerin cezalandırılmasına bir anlam veremiyordu.
Oğlunun hasretiyle yanıp tutuşan Zülfüye ananın derdi çoktu. 18 yıldır cevabını bulmakta zorlandığı sorular aklını kurcalıyordu. 15 yıl evvel Türkiye'de iktidar değişince bir umut yeşermişti. Statükonun değişebileceği umudu belirmişti. İktidara gelenler Müslüman'dı, İslamî söylemleri dillerinden düşürmüyorlardı. O yüzden bir beklenti içerisine girilmişti.
Oğlu Zülküf gibi İslamî yaşantılarından taviz vermemiş, çalışmaları bir gün bile aksatmamış ve bu sebeplerden ötürü derin güçler tarafından hedef tahtasına oturtulmuş ve çeşitli kumpaslar sonucu zindanlara atılmış yüzlerce Müslüman mahkûmun sesini iktidarda bulunanların duyacaklarına inanıyordu Zülfüye ana.
Müslümanların baskıya maruz kaldığı ve İslamî şiarların imha edilmeye çalışıldığı zorlu ve sıkıntılı bir dönemde hayatlarını davaya adayan, küfür cephesinin şarlatanlıklarına karşı boş durmayan ve bir bütün olarak genç nesli camilere davet edip seferberlik ilan ettikleri için yıllar boyunca hürriyetleri ellerinden alınan mazlumların sesi elbet bir gün duyulacaktı.
Buna inancı tamdı Zülfüye ananın; bir gün adalet yerini bulacak, oğlu Zülküf ve aynı durumda bulunan yüzlerce Yusufî zindanlardan azad olacaktı. Ancak yıllar peşi sıra akarken herhangi bir gelişme yaşanmıyordu. Yusufların sesini duyan idareciler yoktu, dertleriyle dertlenen vefakâr insanlar pek azdı. Umutlar azalmış ancak tamamen yitirilmemişti.
Adaletin gecikmesi mazlum Zülfüye anaya dokunmuştu. Oğlunun hasreti ona galebe çalmıştı. Zülfüye ana yaşadığı sıkıntılar neticesinde hasta olmuştu. Doktora gittiğinde acı haberi almıştı. Doktor karaciğer kanseri teşhisi koymuştu. Tedavisine hastanede devam edilmesi gerekiyordu. Artık o Yusuf'unun yolunu özlemle gözleyen hasta ve yaşlı bir anaydı.
Ölmeden önce tek bir isteği vardı. Herkese uğrayan adaletin kendilerine de uğramasını istiyordu. Oğlu Zülküf ve arkadaşlarına kurulan kumpaslar açığa çıkmasına rağmen mağduriyetlerin giderilmesi için kimseler adım atmamıştı. O yüzden iktidarda bulunanlardan ve ülkenin adalet sisteminden hiçbir beklentisi kalmamıştı. O da diğer Yusufî yakınları gibi şunu diyordu; sistemin gadrine uğramış ve yıllarca mağdur edilmiş mazlumlar olarak bizler, af değil adalet istiyoruz.
Zülfüye ana adaletin bir gün herkese lazım olacağını biliyor ve adaletin hiçbir şeye feda edilemeyeceğine inanıyordu. Bundan ötürü her konuşmasında adalet diyordu, bu dünyada olmazsa bile ebedi âlemde ilahî adaletin yerini bulacağı için sürekli Rabbine hamd ediyordu. Gözü yaşlı ve gönlü kırık Zülfüye ananın yaşadığı hasret ve beklenti, hastalığının ilerlemesine sebep olmuştu.
Hastalığı ilerleyince yoğun bakıma alınmıştı Zülfüye ana. Yoğun bakıma alındığında dilinden dökülen tek kelime, Zülküfüm'dü. 18 yıldır hasretini çektiği oğlu Zülküf'ü ölmeden önce son bir kez görmek istiyordu. Yoğun uğraşlar neticesinde oğlu Zülküf birkaç saatliğine cezaevi idaresinden izin alabilmiş ve annesini yoğun bakımdayken ziyaret etmişti.
Sevinmişti Zülfüye ana, dar-ı bekaya irtihal etmeden evvel hasretiyle yandığı ciğerparesini son bir kez görmüştü. Oğlu Zülküf'ün yanından ayrılmasından iki saat sonra gözlerini hayata yummuş, yaşadığı zulmü şikâyet etmek üzere Rabbine göçmüştü. Tıpkı yakın tarihimizde Yusufî oğullarının hasretiyle hayata gözlerini yuman Rana ana, Fatma ana, Sabiha ana, Hacire ana, Halise ana, Şerife ana, Cemile ana ve niceleri gibi…