Fikirlerin anlamsızlaştığı, hesapların birbirine karıştığı garip bir zamanda yaşıyoruz.
Temeller yanlış oldu mu binalar öyle anlamsız bir hal alıyor ki, çık çıkabilirsen işin içinden.
Bir dönem Öcalan’a çiçek uzatan, PKK birliğini selamlayan kişi şimdi örgütün partisinin kapatılmasından, tek yolun silahla örgütün imhası olduğundan söz ediyor.
Dergisinde İslam’a ve aziz Peygambere hakaret dolu yazılar yayınlatan aynı kişi şimdi cübbeli medya figürleri tarafından övgülere mazhar oluyor.
Perinçek’ten söz ediyorum.
Doğu Perinçek, kendisinden beklendiği gibi yine gerçekleri tersyüz ederek Uygurların Çin'e karşı ABD tarafından PKK gibi desteklendiğini, IŞİD’e katılan Uygur Türklerinin TSK'ya karşı Suriye'de savaştığını iddia etmiş.
Perinçek, bununla da yetinmemiş, freni boşalan kamyon gibi etrafa çarpa çarpa yolu bulmaya çalışmış: "PKK neyse Doğu Türkistan İslam Partisi aynı. Amerika tarafından eğitilen CIA, tarafından fonlanan örgütler bunlar PKK, Doğu Türkistan. Bunlar Türk askerine kurşun sıkan adamlar. Bizim, Fırat Kalkanı Harekatı’nda. Uygur Türkleri. IŞİD içinde 30 bin Uygur var."
Sözler tutarsız, ifadeler karışık ve rakamlar her zamanki gibi uydurma da ben başka şeylere takıldım.
IŞİD denilen örgütün içinde Türk, Kürt, Arap, Alman, İngiliz, Fransız ve Ruslar da vardı.
Sorun “Türk askerine kurşun” sıkmakta mı?
O zaman Doğu Perinçek, Esad ve dostlarının yaptığı saldırıları, vurduğu askerleri nasıl yorumlayacak?
Esad’ın bakanlarının halen “Hatay” hakkındaki sözlerini nereye oturtacak?
Aslında Doğu Perinçek ve ekibi, dünyaya “insani kaygılarla” değil ideolojik çıkar hesaplarıyla bakmanın en somut örneğidir.
Doğu Türkistan Müslümanlarına yönelik Çin zulmünü meşrulaştırma işi ancak Esad adındaki eli kanlı zalimi kahramanlaştıran bir zihniyet tarafından yapılabilir.
Burada ölçü, adalet, insanlık ve merhamet değil ideolojik ve siyasi çıkar hesaplarıdır.
Zulmün adı birdir, ahlakı birdir, kimliği birdir.
Çin, zalim bir devlettir; ama özellikle Müslümanlara verdiği zararla, İslam’ı doğrudan hedef almasıyla en büyük düşmanlarımızdan biridir.
Sadece Uygurlara değil Çin asıllı Müslümanlara da hayatı zindan etmiş, mabetlere zarar vermiş, “İslam’ı sosyalizme göre yeniden dizayn etme” projelerini yürürlüğe koymuştur.
Yüz milyondan fazla Müslümana hayatı zehir etmiş Komünist Çin yönetimi.
İşkence etmekte, infaz etmekte, Müslümanların namusuna el uzatmaktadır ve bu zalimlikler ayyuka çıkmıştır.
Evet, zulmün adı birdir, ahlakı birdir, kimliği birdir.
Çin zulmüne karşı çıkıp Amerikan vahşetine kılıf arıyorsanız, Siyonist çetenin cinayetlerine karşı çıkıp Baas zalimlerini aklıyorsanız, Myanmar’daki vahşeti dillendirip Rusya’yı görmezden geliyorsanız, Maduro’ya diktatör deyip Sisi’nin vahşi işkence ve infazlarına sessiz kalıyorsanız, kusura bakmayın, vicdanlarınız körelmiş, ideolojik çıkar hesaplarınız ahlaki ve insani ilkelerin önüne geçmiştir.
ALTAYLI’NIN PENCERESİ
Fatih Altaylı'nın moderatör olduğu programda Suriyeliler için kullandığı, "Türkiye'yi Suriye'ye savaşsız kaybettik. 4 milyon askerle gelip Türkiye'yi esir almış gibi görünüyorlar. Meclis kürsüsünden bağırmakla olmuyor bu işler" ifadeleri büyük tepki topladı.
Bazı kişi ve kurumlar dava açma kararı almış.
Altaylı, nedendir bilinmez son zamanlarda fazla öfkeli. Bu öfkesi de ona garip işler yaptırıyor, garip sözler söyletiyor.
Bir bakmışsın izleyici mesajına öfkelenmiş, ağır ve aşağılayıcı laflar etmiş bir bakmışsın programa aldığı konukla tartışmaya başlamış…
İkide bir Hürriyet’ten Ahmet Hakan’a laf atıyor, hatta bazen rencide ediyor; ama Ahmet Hakan herhalde onu “adam yerine koymuyor” ki cevap vermiyor, bu da daha bir öfkelendiriyor Altaylı’yı.
Kafası o kadar karışık ki, programının adının “Teke Tek” olduğunu unutuyor ve bazen dört kişi birden alıyor.
Yani demem o ki, dediklerini, yaptıklarını çok da kaale almamak lazım.
Bir dönemin gündem belirleyen gazetecisi, televizyon programcısı iken şimdi saldırılarına cevap bile verilmemesi onu zıvanadan çıkarıyor.
Bombalardan kaçan, evsiz-barksız, umutsuz, geleceksiz mazlumlar burayı işgal etmeye gelmişler…
Fesubhanellah…
Nedense bu işgalciler kış soğuğunda kırık dökük teknelerle işgal ettikleri yerlerden kaçmaya çalışırken her şeyleri gibi canlarını da kaybediyorlar; ama Altaylı’nın penceresinden bu görünmüyor.