Seyyid Kutub'u yeniden anlamak

Seyyid Kutub'u yeniden anlamak

29 Ağustos Seyyid Kutub'un şehadet yıldönümüdür. Biz, bu yazımızda alim, mütefekkir ve mücahid bir şahsiyet olan şehidi ve mücadelesini anlatmaya çalışacağız.

29 Ağustos Seyyid Kutub'un şehadet yıldönümüdür. Biz, bu yazımızda alim, mütefekkir ve mücahid bir şahsiyet olan şehidi ve mücadelesini anlatmaya çalışacağız.

Seyyid Kutub, 1906 da Mısır'ın Asyut kasabasına bağlı Kaha köyünde doğdu. Babası Hacı İbrahim Kutub, köyde hatırı sayılan bir kimseydi. Şehid, babasının dindarlığından övgüyle şöyle söz eder: “Babamın en çok dikkat ettiği şey, ruhumuza ahiret duygusunu yerleştirmekti.” Annesi de dindar ve asil bir kadındı. Seyyid Kutub, kendisine Kur'an'ı sevdirdiğinden söz ederek annesini rahmetle yad eder. Kur'an sevgisiyle büyüyen şehid, daha on yaşlarındayken “Hafız” olur. Dört kardeştiler. Hamide ve Emine adında iki kız kardeşi ile Muhammed adında küçük bir erkek kardeşi vardı.

Seyyid Kutub, genç yaşlarda iken babasını kaybedince ailesinin sorumluluğunu yüklenmek zorunda kaldı. Annesinin ani vefatı ise onu oldukça sarstı. Yalnızlık ve hüznü ilk kitaplarına ciddi biçimde yansıdı. Üniversiteyi okurken ve mezun olduktan sonra şiir ve edebiyatla ilgilendi. Sonraları “cahiliye devresi” diye tanımlayacağı bu dönemde “Dikenler”, “Köyden Bir Çocuk” ve “Sihirli Şehir” adlarında üç roman yazdı. Mısır'ın ünlü yazarları Taha Hüseyin ve Abbas Mahmud Akkad gibi ünlü bir yazar olarak parlamaya başladığında düşüncelerinde değişimler yaşanıyordu. Toplumsal ve dini konularda kafa yordu. 1939'da El Muktatif dergisi, onun “Kur'an'da Fenni Tasvir” isimli makalesini yayınladı. Kısa bir süre sonra aynı konularda iki kitabı yayınlanan Seyyid Kutub, artık safını belirlemeye başlamıştı.

Dikkat çekici bir kişiliği vardı Seyyid Kutub'un. Bu durum rejimin de ilgisini çekmişti. Mili Eğitim Bakanlığı tarafından Amerika'ya gönderildi. Görünürde doktora yapması, bilgi ve görgüsünü arttırması için gönderiliyordu, ama yaşananlar çok başka şeyleri haber veriyordu. Düşündüklerinin zıttı gerçekleşecekti. Seyyid Kutub, Amerika dönüşü “İhvan-ı Müslimin” ile irtibata geçti. Çalışmalarını, İslami uyanışa katkıda bulunmak ve Kur'ani mesajı anlatma noktasında yoğunlaştırdı. Çok sayıda kitap neşretti. 1954'te İhvanın çok sayıda mensubuyla beraber zindana girdi. Çağdaş firavunlardan Cemal Abdünnasır, sosyalist Arap milliyetçiliğine dayalı ideolojisine muhalif olan Müslümanlara savaş açmıştı.

Fizilal-il Kur'an adlı muhteşem eserin büyük bir kısmı zindanda yazıldı. Kur'anın Gölgesinde, onun berrak menbaından beslenerek, bilgi, inanç, coşku dolu kurtuluş reçeteleri sundu ümmete. On yıllık zindan hayatı süresince ağır eziyetlere maruz kaldı. Kahire yakınlarındaki “Limanneze” adlı zindanda geçirdi yıllarını. 1964 yılında Irak devlet başkanı Abdüsselam Arat'ın ricası üzerine serbest bırakıldı. Kur'an gölgesinde imanın tadını almış bir insan, zindanla, işkenceyle korkutulabilir miydi? Seyyid Kutub geri çekilmedi.

İmanı sessiz kalmasına izin vermiyordu. Fildişi kulesinde oturup topluma tepeden bakan kalem erbabından değildi. Şehadetinden tam 14 yıl önce “İslami Etüdler” adlı eserinde şöyle yazmıştı: “Kalem sahibi kimseler birçok büyük işler yapabilirler. Ancak, fikirlerinin yaşaması pahasına kendilerini feda etmeleri şartıyla… fikirlerinin kan ve canları karşılığında manalanması şartıyla… “Hak” bildikleri şeyin “Hak” olduğunu fütur etmeden söyleyip, gerekirse bu uğurda başlarını vermeleri şartıyla…” 1965 yılında “Yoldaki İşaretler” adlı eserini yayınladı. Kendisiyle beraber kırk bin kadın ve erkek zindana atıldı.

Çağdaş firavun Nasır, seleflerini aratmayacak zulümlere imza attı. Birçok insan mahkemeye dahi çıkmadan işkenceler altında can verdi. Seyyid Kutub da ağır işkencelerle karşı karşıya kaldı: Vücudu, kızgın şişle dağlandı, eti kerpetenlerle koparıldı, başından kaynar sular döküldü… İşkencelerden dolayı tanınmayacak hale gelmiş olmalı ki mahkemenin son celsesine getirilmemişti. Askeri  mahkeme gıyabında idam cezası verdi. Assam el Attar'ın anlattığına göre Seyyid Kutub, idam kararını duyduğunda tebessüm etmişti. İdam cezası, 29 Ağustos 1966 da infaz edildi. Yazdıklarının altına kanıyla imza atarken,  ümmete canlı bir mesaj bırakıyordu.

İdamın infazından önce kan içici Tağut, şehide özür dilemesi karşılığında serbest bırakılmasını teklif etti. Bu, canı karşılığında davasını satmaktı. Oysa aziz şehid, canını Allah'a satmıştı. Firavuna şu cevabı gönderdi: “Eğer idamı hak etmiş olarak ‘Hakk’ın emri ile ipe çekiliyorsam, buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer batılın zulmüne kurban gidiyorsam, batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam!..”

Seyyid Kutub'u, bu aziz İslam şehidini anlamak için “Kur'an'ın Gölgesinde” düşünmek, o iklimin havasını teneffüs etmek gerekir. O zaman onunla ilgili menfi söylentilerin sadece “yakıştırmadan” ibaret olduğunu anlayabiliriz. Ümmet, yenilgi psikolojisinin etkisiyle yanlış yollara kayıyor, İslam'ı çeşitli “izm” lerle birleştirme garabetine düşüyordu. Daha vahimi, naslar sorgulanıyor, değerler erozyona uğruyordu. Seyyid Kutub, böyle bir zamanda İslam'ın meydan okuyan sesiydi. Mezhebi, kelami, felsefi, kavmi tartışmaların tuzağına düşmeden doğrudan küfrü hedef aldı. Küfür, “Küfür” olduğu müddetçe cahiliye idi. Cahiliye hiçbir zaman insana saadeti veremezdi.

“Asr-ı Saadetten”, “göğün ölçülerinden” söz ederken, yakinen iman etmiş bir mü'minin nefesini duyar gibi olursunuz satır aralarında. Bir Kur'an aşığıdır Seyyid Kutub. Kıyamet sahnelerini, ceza ve mükafatı öyle canlı bir şekilde anlatır ki, ister istemez bir başka iklime gidersiniz. Siz canlı tablolarla heyecanlanırken, o eriyip gider ilahi kelam karşısında. Necm sûresinin tefsirinde nasıl elinde olmadan secdeye  kapandığını anlatır.

Baştan başa inanç, baştan başa davadır   Seyyid Kutub.  Davetçinin vasıflarından ve uzun mücadele sürecinde karşılaşması  muhtemel  zorluklardan söz eder. Azık olarak sabırdan,  zikirden, duadan, namazdan söz eder. Sözleri, öylesine söylenmiş sözler değildir Seyyid Kutub'un. Yaşanmışlar yazılmış ve yazılanların yaşanması istenmiştir.

Seyyid Kutub'u yeniden anlamaya ihtiyacımız var. Yenilgi psikolojisi yeniden bir kabus gibi üstümüze çökmüş, düşmanın maddi gücü gözümüzde büyüdükçe büyümüştür. Irkçılık belası, mezhep kavgaları ümmetin bedeninde bir kangren halini almak üzeredir. Yeniden “Lailahe İllallah”ın etrafında toplanarak, ümmet olma şuuruyla, evrensel küfre karşı birlik olma zamanıdır.

Şehadetinin yıldönümünde aziz şehidi rahmetle anıyoruz.

İnzar Dergisi

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.