Seyyid-üş Şüheda Hz. Hüseyin

Seyyid-üş Şüheda Hz. Hüseyin

“Çek, çek kamçını o başın oyuklarından ey Yezit! Senin kıyamette şefaatçin İbn-i Ziyad'tır. Onun şefaatçisi ise Muhammed (sav)'dır.” (Ebu Berze el-Eslemi)

“Çek, çek kamçını o başın oyuklarından ey Yezit! Senin kıyamette şefaatçin İbn-i Ziyad'tır. Onun şefaatçisi ise Muhammed (sav)'dır.” (Ebu Berze el-Eslemi)

İmtihan meydanı olarak yaşanan şu dar-ı fenada ilahi rızayı gözeterek hareket edenler, ebedi mutluluğun hazzına erecekler. Dünya hayatında, seçilecek yaşam tarzı bir tercih meselesidir. Âdem (as)'den kıyamete kadar sürecek olan iman küfür, iyilik-kötülük, adalet-zulüm bu tercihin iki şıkkıdır. Kur'an'ı Kerim, iman ile adaleti, zulümle küfrü eşleştirerek zalimi ve zulmü mahkûm eylemiş, zulmün çirkin yüzünü sergilemiştir. Bu da zulmü azık edinen ve meşru sayarak azgınlaşan zalimlerin şakağında şaklayan ilahi bir tokattır. Peygamberler, kutlu bir misyonun -ilahi vahyintemsilcileri olarak kulları kula kulluğa ram eden küfrün ve zulmün karşısında durmuş; bu kıyam geleneğinin kendi takipçilerinevarislerinemiras olarak bırakmışlardır. Bu misyonun halkalarından hafid-i Resul Hz. Hüseyin (ra), en canlı ve izzetli bir kişilik olarak, Kerbela'da akan kanıyla örnek, şiar ve sembol olmuştur.

Bu yazımızda siz değerli okuyucularımıza, mazlumiyeti, muhacereti, adaleti, cesareti, izzeti, fedakarlığı, zalime karşı tavizsizliği, şehadeti temsil eden “HÜSEYNİ ÇİZGİ”nin imamı, öncüsü Hz. Hüseyin (ra)'dan bahsedeceğiz. Resulullah (sav)'in “Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim. Allah Hüseyin'i sever. Hüseyin “Esbat (evlatlarım)'dan biridir” iltifatına mazhar olan güzide torun Hz. Hüseyin, hicretin dördüncü yılı Şaban ayının beşinci gününde doğdu. Rivayetlere göre Hz. Hüseyin'in doğumundan bir müddet önce Ümmül Fadl (R.anha) bir rüya görür ve Resulullah'ın huzuruna varıp: “Ya Resulallah! sizin vücudunuzdan bir parça kestiler, benim yanıma eklediler” diyerek rüyasını anlatır. Resulullah (sav) bunun üzerine: “İyi görmüşsün, Fatıma'nın bir oğlu (Hüseyin) olacak ve o senin yanında kalacaktır” buyurur.

Hz. Hüseyin'in doğumu haber verilince; Resulullah (sav) hemen Fatıma'nın evine gider. Cebrail önde olmak üzere yüz yirmi dört bin melek Hz. Hüseyin'in doğumunu tebrik için gelirler. Hz. Peygamber, doğduğu zaman Hz. Hüseyin'in kulağına doğru eğilir ve “O, cennet gençlerinin efendisidir, seyyididir.” diye seslenir.

Hz. Hüseyin için sütannesi olarak Ümmü Fadıl seçildi. O da onu götürdü ve emzirdi. Hz. Peygamber (sav) doğumunun yedinci gününde torunu için Akika kurbanı olarak iki koç boğazlatır. Ona 'Hüseyin' ismini koyar ve saçını kestirir. Hz. Fatıma da Hüseyin'in kesilen saçı ağırlığınca fakirlere gümüş dağıtır.

Hz. Ali (ra) der ki:

“Ben Harbı, darbı sever bir adamdım. Hasan, doğduğu zaman, ona Harb ismini koymuştum. Resulullah (sav) geldi: 'Gösteriniz oğlumu bana! Ona ne isim koydunuz?' buyurdu.

“Harb ismini koydum,” dedim.

“Hayır, o Hasan'dır,” buyurdu.

Hüseyin doğduğu zaman da ona yine Harb ismini koydum. Resulullah (sav) geldi: 'Gösteriniz oğlumu bana! Ona ne isim koydunuz?' buyurdu.

“Harb ismini koydum,” dedim.

“Hayır! O, Hüseyin'dir,” buyurdu…”

Hz. Peygamber(sav)'in her üç torununun (Hasan, Hüseyin, Muhassin) doğumunda Cebrail (as) gelip onlara koyacağı ismi Peygamberimize bildirmişti. Peygamber (sav) Hz. Hüseyin'in ismini koyarken aynı zamanda kulağına ezan okur ve doğumunun yedinci günü onu sünnet ettirir.

Hz. Peygamber (sav) torunlarını çok severdi. Onların gülüşleriyle sevinir, ağladıklarında üzülür, onlara kaba davranılmasına ve ağlatılmalarına müsaade etmezdi…

Yüce Allah(cc), insanoğlunu çift olarak yaratmış ve neslin devamı için evliliği meşruu kılmıştır. Evlilik neticesi ortaya çıkan tablonun süsü, güzelliği çocuklardır. Her çocuk fıtrat üzere temiz, masum, günahsız ve Allah'ı sevme meyli üzeredir. Zamanla çocuğun iyi veya kötü olmasında baba ve annenin etkisi, rolü belirginleşir. Peygamber (sav), ebeveynin çocuk üzerindeki haklarını açıklamış ve onlara nasıl davranılması gerektiğini Hz. Hasan ve Hüseyin'e karşı olan ilgisi ve davranışlarıyla göstermiştir.

Siyer ve hadis kitaplarında geçen, Resulullah (sav)'ın Hz. Hasan ve Hüseyin'e karşı gösterdiği ilgi ve alakayı gözler önüne seren kimi hadiseleri zikredelim. Ümmül Fadl der ki: “Bir gün, Hüseyin'i alıp Resulullah'a götürmüştüm. Hüseyin, Resulullah'ı görünce, üzerine atıldı. O da Onu öptü, sevdi. Sonra eteğine oturttu. Hüseyin oturunca, Resulullah'ın üzerine akıttı.

Resulullah: “Ey Ümmül Fadl! Al, tut oğlumu üzerime akıttı.” Buyurdu.

“Resülullah'ın üzerine akıttın da, üzdün Onu,” dedim. Canını acıtacak bir tutuşla tutup boynuna vurunca Hüseyin ağlamaya başladı. Resulullah: “Ey Ümmül Fadl! Allah iyiliğini versin, Allah seni rahmetiyle esirgesin! Sen, oğlumun canını acıtmak, onu ağlatmakla beni üzdün, buyurdu. Ben de:

“İhramını çıkar, başka bir elbise giy de yıkayayım! dedim.

Oğlan çocuğunun sidiğinin bulaşan yere su saçılır, akıtılır. Kız çocuğunun sidiği bulaşan yer de yıkanır” buyurdu.

“Hasan ve Hüseyin ki, onlar benim dünyada kokladığım iki reyhanımdır!”

“Hasan ve Hüseyin'i seven beni sevmiş, onlara kin tutan da bana kin tutmuş olur!”

Peygamberimiz, bir gün ashabı ile birlikte davet edildiği bir yere gidiyordu. O sırada, Hz. Hüseyin de sokakta çocuklarla oynuyordu. Peygamberimiz Ashabını geride bırakarak ilerledi. Ellerini açtı. Hz. Hüseyin'i tutmak istedi. Hz. Hüseyin bir oraya bir buraya kaçıyordu. Peygamberimiz de gülüyor ve onu tutmaya uğraşıyordu. En sonunda tuttu bir elini onun kafasının arkasına, bir elini de çenesinin altına koyup öptü. Sonra da

“Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim. Allah'ı seven, Hüseyin'i sever. Hüseyin, torunlardan bir torundur” buyurdu.

Peygamberimiz bir gün cenazelerin konulduğu yerde oturuyordu. Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin dövüşmeye başladılar. Peygamberimiz gülerek “Ha gayret Hasan! Göreyim seni, yakala Hüseyin'i! diyerek Hz. Hasan'ı kayırınca Hz. Ali;

“Ya Resulullah! Sen Hüseyin'i kayırmalı değil miydin? Hasan daha büyüktür” dedi. Peygamberimiz;

“Baksana şu Cebrail de Hüseyin'e; “ha gayret Hüseyin, göreyim seni! diyor,” buyurdu.

Bir gün Hz. Hüseyin Resulullah efendimizin yanında idi. Annesine gitmek istiyordu. Hava yağmurlu idi. Resulullah (sav) dua eyledi. Hz. Hüseyin eve gidinceye kadar yağmur ara verdi.

Resulullah (sav)'a “Ehl-i Beyt'inden hangisini en çok seviyorsun” diye sorulmuştu.

“Hasan ve Hüseyin!” diye cevap verdi. Hz. Fatıma'ya; “Benim oğullarımı bana çağır” diye emreder, onları getirip koklar, kucaklardı.

Resulullah (sav), kimi zaman Hz. Hasan ve Hüseyin'i sırtına bindirip eğlendirmiş, zaman olmuş onları karnına oturtmuş ve üzerine akıtmalarına seyirci olmuş, engelleyici tavırları “Oğlumun akıtmasını kestirmeyin!” diyerek engellemiştir. Çoğu zaman birini bir omzuna diğerini öbür omuzuna alıp gezdirmiştir. Her fırsatta torunlarını alınlarından, yanaklarından, dudaklarından ve hatta üzümcüklerinden öpmüştür. Onları övmüş, sevgisini dile getiren medhu senalarda bulunmuş, onlara dua etmiştir. Onların dünyevi ve uhrevi durumları ile ilgili haberler vermiştir.

İnsanlara hidayeti sunmak, onlara iyilik ve kötülüğün yollarını göstermek, iki dünya saadeti için gerekli olan düstur ve esasları zikretmekle meşgul olan Hz. Peygamber'in hayatında torunlarının tuttuğu yer, gördüğü ilgi çok fazla ve alışılmışın ötesinde olmuştur. Bu ilgi, alaka, sevgi ve muhabbeti kan bağı ve nesebi duyguların bir gereği saymak ve bunları bu dürtülerin sevki olarak yorumlamak yanlış olur. Bu ilgi, alaka, sevgi, meyil Hz. Muhammed (sav)'in bütün insanlığa yönelik olan peygamberlik vazifesinin yani risaletin gereği olarak ortaya çıkmıştır ki; Bediüzzaman bu durumu en güzel şekilde izah etmiştir.

Önümüzdeki sayıda Bediüzzaman'ın bu izahı ile konumuza kaldığımız yerden devam edeceğiz. İnşallah…

İnzar Dergisi

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.