Muhammed Ali AKAY
Siyaset-i Şer’iyye Olmayınca
Konuya girmeden önce yıllardır gündeme gelmemiş bu kavramı, geçen haftaki yazımızda olduğu gibi bir iki tanımla açıklayalım:
‘*İbni Kayyum Siyaset-i Şer’iyye’yi tanımlarken der ki:’ Hakkında nas mevcut olmasa da hukukun tüm alanlarında (ister uhrevi ister dünyevi olsun) kamu yararı ve çıkarı (Ümmetin maslahatı) için kamu otoritesinin yaptığı tasarruflardır.’
*Yine Cumhurbaşkanın okuduğu 8 ciltlik İslam Hukuku Kamusunda Ömer Nasuhi Bilmen bu kavramı kendi cümleleri ile şöyle tanımlar: ‘Beşeriyetin salah ve intizamı için Şer’i Şerifin kabul ve iltizam ettiği bir kısım ahkamdan ibarettir.’
*İbn Nüceym’in tanımı ise:’ Veliyyü’l emr’in (Müslüman idareci) raiyye (halk) üzerindeki emr-i nehyi ya da adaba, mesaliha, intizamı emvale riayet için mevzu kanun.’
Bu tanımlardan da anlaşıldığı gibi Siyaset-i Şer’iyye demek halkın ihtiyaçlarını, zamanın gerektirdiği ihtiyaçlara göre kamu otoritesine verilen tüm yetkileri içine alan bir kavramdır. Yasama yetkisini kullanarak, halkın ihtiyacı olan konularda yasalar, kanunlar yaparak dinin çerçevesinde bir toplum oluşturmak amaçlanır. Yine yargılama hukukunda Allah resulünün uygulamalarını baz alarak ümmetin toplum yönetiminde kullandığı ve oluşturduğu kavramları kullanarak güncel sorunları çözmeye denir. Bunun için üretilen tedbir ve taktikler, usulü fıkıhtaki maslahat, istihsan, sedd-i zerai ve nihayet siyaseten katli de içine alan ceza verme yerinde kullanılmış tüm bu kavramları da içine alan siyaset-i şer’iyye başlı başına bir ilim dalıdır.’
Ümmet, bu ilmi unutunca tarihin bazı dönemlerinde gerilemeye, dağılmaya ve perişan bir halde yaşamaya mahkûm oldu. 6. ve 7. Yüz yıldaki Suriye de dâhil Haçlı istilası, 13. ve 14. yüzyıllarındaki Moğol istilası gibi büyük yıkımları inceleyen tüm araştırmacılar şu sonuca ulaşıyorlar: Ümmet ne zaman Siyaset-i Şer’iyye kurumunu boş bıraktıysa bu boşluğu zevk, sefa, mal, hırs gibi sufli işlere bulaşan yöneticiler doldurdu. Bu yöneticiler de şeytani güçlere karşı hiçbir direnç gösteremediler. İslam toplumları telef olup gittiler.
Moğol İstilası sonrası Osmanlılar İslam coğrafyasında Siyaset-i Şer’iyye kurumunu oluşturup korudular. Eleştirilecek eksikler olsa da Atlas Okyanusundan Viyana’ya kadar uzanan şu an 54 devletin hükmedemediği bir alana tek başına hükmeden bir devletle karşılaşıyoruz. Ama tüm halkların ortak kanaatidir ki bu devletin mirasçısı olan bizler, ecdadımızı tanımıyor, tarihimizi bilmiyoruz. Eğitim sistemimiz ve diğer unsurlar halk ile tarihi arasında bir türlü bağ kurmak istemiyor. Sorgulayan bir iki kişi olsa da çok da gündemde değil. Niye, Tarihimizi bilmeyen bir milletiz?
1.Dünya Savaşı sonrası, yani Moğol İstilasından yaklaşık 7 yüzyıl sonra, tüm ümmet coğrafyası tekrardan siyaset-i Şer’iyyeden uzaklaştırıldı. Ve topraklarımız istilaya uğradı. Kullandığımız alfabeden, giydiğimiz elbiseye kadar her şeyimiz değişti. Haçlı istilası sonrası birçok beyliklere ayrılan İslam yurtları yine birçok uydu devletlere dönüştürüldü. Haritaya bir bakın, ABD üstleri hangi ülkelerde var. İstilaya uğrayan toprağımız bir iki yer hariç kalmadığını görürsünüz.
İşte Siyaset-i Şer’iyye yok olunca istilalar, fakirlik, savaşlar, iç çekişmeler kaçınılmaz oldu. İnsanlar dinden uzaklaştı. Çünkü din, halkın mevcut sorunlarını çözemiyordu. Hâlbuki İslam sadece uhrevi bir din değildir. Hz. Hüseyin’in Kıyamını çok iyi tetkik etmek gerekir. O, Medine’de bir dergâh kurup otursaydı Yezid’in devleti belki de Hz. Hüseyin’i baş tacı ederdi. Ama o ‘Ceddimin dininin unutulan şiarlarını diriltmek için kıyam ediyorum.’ derken Siyaset-i Şer’iyye kurumunu ihya etmeyi kast ediyordu. Çünkü halkın sıkıntılarını çözemeyen bir din müminler bulamaz. Özellikle son seçimlerle beraber halkın yöneticileri, özümüze dönüş için gerekli adımları daha hızlı atmalıdırlar. Yoksa özünden uzaklaştırılan bir toplum iki cihanda da gün yüzü görmez. Selam ve dua ile…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.