Dr. Abdulkadir TURAN

Dr. Abdulkadir TURAN

Siyasette Alternatif Olmak - 4

Dünya değişiyor. Bu değişim ardından hep ağıt yakan, hep yakınan

hep sadece eleştiren olarak kalmamak için değişime müdahale etme

zorunluğu vardır. Bu da ancak kurumsallaşmayla mümkündür

Her siyasi kurum, bir “Ret” ve “kabul” çerçevesi oluşturur. Mevcut yapıda var olan bazı şeyleri reddeder ve onun onaylamadığı bazı kabuller getirir.

Siyasi kurum neyi reddettiğini ve neyi kabul ettiğini beyan etmek ve kitleleri bu beyandaki samimiyetine inandırmak için çalışmak durumundadır.

Kitleler, “Neye karşısınız? Karşı olduklarınıza karşılık neye “Kabul” diyorsunuz?” sorularının cevabını vererek açık seçik ve tutarlı olmanızı ister. Kitleler, karmaşıklığı sevmediğinden aynı anda farklı açıklamalar duymak istemezler.

Siyasette alternatif olmak; var olanı reddetmek, onun yerine daha iyisini önermek ve önerileni gerçekleştirmek için kararlılıkla çalışmakla mümkündür. Böyle bir çalışma ancak sağlam bir kurumsal yapı içinde başarıya ulaşır. Her kurumsal yapı sosyal sistemdir. Bir sosyal sistemin başarısı ise o sistemde yer alanların,

1.Gönül birliği içinde olmaları

2.Niyet birliği içinde olmaları

3.Birbirini düşünme kültürü taşımaları(Yekvücut olmaları)

4.Ortak bir bakış açısına sahip olmaları ile mümkündür.

Bu bir hedefe yönelik çalışan siyasi kurumlar için “Dört Bir” sistemi olarak adlandırılabilir.

Gönüller Bir

Niyetler Bir

Bünye Bir

Fikirler Bir

Bu “Dört Bir ”den ortaya dört sütun üzerine oturmuş sağlam bir yapı çıkar. Ancak bu “Dört Bir ”den dördüncüsünün açıklanmaya ihtiyacı var: “Fikir birliği” içinde olmak, asla her konuda aynı fikirleri dile getirmek anlamına gelmez. Bu hem zor hem de zararlıdır. Çünkü gelişme fikirlerin “ahenkli bir çatışma” içinde olması ile mümkündür. Mutlak bir fikir birliğine ulaşmış bir yapının gelişme imkânı yok olmuştur. Fikir birliğinden amaç “bakış açısı birliği”dir. Resulullah(s.a.v)’in sahabelerini düşünelim. Hangi savaş hakkında aralarında mutlak bir fikir birliği var ki? Belki hiç birinde… Her istişarede farklı öneriler dile getirmişler. Ancak hepsinin bakış açısı birdir.

Bakış açısının bir olması aynı hedeflerin paylaşılmasıdır. O büyük insanların(Allah, hepsinden razı olsun.) her birinin bakışı sadece mukaddes inancın başarısına odaklanmıştı. Hepsi, meseleye İslam’ın ve Müslümanların geleceği açısından bakıyordu. Kendi fikrini bu açı içinde ifade ediyorlardı. Ancak kimi şehri savunalım diyordu, kimi Medine dışına çıkıp savaşma önerisinde bulunuyordu.

Aynı hedefleri paylaşmak, aynı metotları benimsemek ve daima güç birliğini hedeflemek bir çalışma ahengi doğurur. Ahenkli bir çalışma, toplumda daima takdir toplar ve eninde sonunda başarı getirir.
Bu ahengi yakalamak bir kurum kültürüdür. Kurum kültürü yerleştikçe siyasi kurum kalıcılaşır, büyür, başarıya ulaşır.
Önemli olan bu kurum kültürünün aktarılması, yani genele yayılmasıdır.

KURUM KÜLTÜRÜNÜN AKTARICILARI
Kurum kültürünü aktarmak, kurum kültürünün benimsenmesini ve özümsenmesini sağlamaktır. Kurum kültürünü aktarmak, kurum kültürün her birimince paylaşmasını sağlayacak imkânları oluşturmaktır.

Kurum kültürünün manevi taşıyıcıları vardır, maddi taşıyıcıları vardır. Manevi taşıyıcılar fikir ve sözden oluşurken maddi taşıyıcılar amblem, rozet, bina gibi somut simgelerdir.

Manevi taşıyıcıların en tepesinde şüphesiz ki inanç yer alır. Kurumun inancını ve en büyük gayesini(Misyonunu) benimsemiş bir topluluğa sahip olmak, her kurumun başarı yolundaki ilk çabasıdır. Böyle bir topluluğa sahip olmak kurumlaşmanın en önemli basamağıdır.

Kurumlaşma çabasını(bir kuruma ait olma hissini oluşturma sürecini) Kur’an-ı Kerim’in Mushaf’taki dizilişinde (1) Açık seçik izlemek mümkündür. “Ben, hangi kurumdanım? Benim gibi olmayanlar kim?” soruların cevabı daha Fatiha ve Bakara sürelerinde belirginleşiyor.

Önce İslam’ın “Milli Marşı” niteliğindeki Fatiha’ya bakalım.

Öncelikle her işe Allah’ın adıyla başlamak, bunu hayatın ilkesi edinmek… Sonra yüce Rabbimiz, bağlılığı övgü ile ifade ediyor. Bu çok dikkat çekici bir noktadır. Mü’min, Allah’a bağlılığını yüce Rabbi övmekle dile getiriyor. Kişi kimi övüyorsa onunla bir bağa sahiptir. Bu ince bir noktadır ve yüzeysel bir bakışın tespit edemediği bir ayrıntıdır. Övgüyle bağ arasındaki ilişki… Müminlerin Asr-ı Saadetteki kurumlaşmasında kesin bir ilişkidir bu. Müm’in; boş laf etmez, bağlılık duymadığını övmez, sözünü disipline etmeyi bilir.

Başarı Allah’tandır, övgü O’nadır, karşılık da O’nadır. Mutlak övgü O’na aittir. O’nun övmediği övülmez, sevmediği sevilmez. O’na düşman olana bağlılık duyulmaz, destek verilmez.

O, hem dünya hayatının hem de ahiretin rabbidir. Mü’min hiç bir adımını sadece dünya hesabıyla atamaz. Dünya’nın ardından ahiretin sürekliliğine inanır ve adımını öyle atar.

O Rabbi ki Dünya hayatı için Rahmandır, sadece çalışana başarı verir. Çalışmayan, Mü’min de olsa başarı kazanmak bir yana “tembellik” cezası alır.

O Rab ki din gününün sahibidir. Son hesap O’na verilecek, yapılan işin neticesi eninde sonunda O’na varacak.

“Sadece O’na ibadet ederiz ve sadece Ondan yardım dileriz.”

Elmalılı M. Hamdi Yazır, bu ayetin tefsirinde çarpıcı bir ayrıntıya değinir. Özetle “Her Müslüman namaz kılmak zorunda, her namazda Fatiha okumak zorunda ve hiçbir Müslüman bu ayetteki fiilleri fert sigasıyla söyleyemez. Bu bir topluluk bilincidir. Her Müslüman toplum adına sorumluluk duymak zorundadır. İşte kurumlaşmanın başlangıcı budur.

“Bizi doğru yola ilet…” Yine dikkat çekici bir ayrıntı… Bu yolun nitelikleri ile ilgili… Rabbimizin tarif ettiği doğru yol soyut bir yol değildir. Bu yolda bulunan ve bu yolda bulunmayan insanlarla tarif edilen bir yoldur. Bu yolun işaretleri, belli sıfatlara sahip insanlardır. Onlara bakılarak yolun doğru yol olduğu anlaşılıyor. İslam, ilahi bir davadır. Ama mü’min olmak, beşeri bir ilişkidir. Bu beşeri ilişki yoksa kişinin bulunduğu yol doğru yol değildir.

İslam olmak; yüce Allah’a soyut bir bağlanış değildir, yüce Allah’ın nimete erdirdiği kişilerin yoluna giriştir. Bu, insanın Allah için bazı insanlara uymasıdır, onların yoluna girmesidir, onların yolunu sürdürmesidir. Ki ‘Kurumlaşma’ bir yönüyle bu sürdürme işlemidir. Süreklilik varsa kurum vardır. Süreklilik yoksa kurumlaşma yoktur veya eksiktir. İnsanın insana uymasının olmadığı hiçbir yerde İslam yoktur. Hiç kimsenin İslam’ı, kendi başına asla İslam değildir. Ancak nebilerin, sıddıkların, salihlerin, şehidlerin yoluna girilirse İslam oluş söz konusudur.

Bu yolun kimin yolu olmadığı da bellidir. Müslüman, gazaba uğrayanların ve dalalette olanların yoluna girmez. Onların yoluna girmek için temennide bulunmaz, onların yolunda başarı aramaz. Onların yolundaki ilerlemeye “kazanç” demez.

Fatiha, tam bir Milli Marş, mükemmel bir İslami öğreti… İstikamet öğretisi ve aynı zaman bir kimlik bildirimi… “Siz kimsiniz?” sorusuna dört dörtlük bir cevap…

Ve Bakara Süresi… ‘Bütün Kur’an Fatiha’nın açılımıdır. Bakara ise Fatiha’nın bir ön açılımıdır’ denmiştir.

Mü’min olanlarla Mü’min olmayanların sıfatlarının ayrıntılı bir şekilde açıklandığı bir kurum olarak İslam toplumunun teşkili için emirlerin ayrıntılandırıldığı Bakara Süresinde Mushaftaki dizilişe göre “Ey iman edenler!” diye başlayan ilk ayet “Rainna” ayetidir. “Ey iman edenler! ‘Raiha’ tabirini kullanmayın, ‘Unzurna’ deyin…” (Bakara 104). Yüce Kur’an, bu çağrıyla mü’minlere Yahudilerin kavram çarpıtma alışkanlığı doğrultusunda ürettiği kavramları kullanmayı yasaklamaktadır.

Alternatif bir siyasi kurumun kendini bildikten sonra her hâlükârda ilk çabası, kendi dilini geliştirmek olacaktır.

Dil, bir kimlik bildirimidir. Kişilerin kimlerden olduğu, onların kavramlarından anlaşılır.

Alternatif bir siyasi hayat için, alternatif bir dil… Müslümana yakışır bir dil… Müslümanın kimliğini beyan eden bir dil…
Hilelerden, çarpıtmalardan uzak bir dil…

Kurum kültürü, kurumun ürettiği ancak böyle bir dille kitlelere aktarılır.

Kurum kültürünü aktarmak için yararlanılacak diğer manevi kaynaklar olan;

1-) Kurum tarihi,

2-) Kurumun bağlandığı, örnek aldığı büyüklerin tarihçe-i hayatları,

3-) Kurumun başarı öyküleri,

4-) Bu başarının içindeki birer “isimsiz kahraman” olarak kurum mensuplarının başkalarına örnek olacak etkinlikleri ancak böyle İslami bir dille aktarılır.

KURUM KÜLTÜRÜNÜN MADDİ AKTARICILARI
Resulullah(S.A.V)’in emirlere ve krallara gönderdiği mektuplara mühür basılması, İslam toplumunun kurumlaşmasında, kurumlaşmanın simgelerle ifade edilmesinde önemli bir işarettir.

Bununla birlikte her dönemin maddi araçları farklıdır. Bugünün dünyasında kurum kültürünü aktarmak için binaların biçiminden kapı ve pencerelerin rengine, halı ve mobilya tercihlerine kadar her şeyden yararlanılmakta, ‘tek kurum’ imajının zihinlere yerleşmesinde bunlar arasındaki nitelik ve şekil benzerliği kesinlikle önemsenmektedir.

Eşyadaki simgesellik o kadar çok önemseniyor ki bir dönem bir kurumda ‘takunyanın bulunması’ başlı başına bir kimlik bildirimi kabul edilmiş, İslam karşıtları bu simgeden yola çıkarak “takunyalı siyaset” ve “takunyalı bürokrasi” gibi kavramlar üretmişlerdir. Neticede İslami simgeler kazandı, onlar kaybetti. Bugün kurumlar için mescit bir simge olarak görülmekte, Cuma namazına gidişler de simgeleştirilmektedir. Bu yönde üretilen “camili siyaset” , “Cumalı siyaset” gibi alay amaçlı terimler toplumda asla bir tiksinti uyandırmadı. “Mescitli siyaset”, “mescitli bürokrasi” gibi terimler ise o art niyetli kesimler tarafından hiç oluşturulmadı.

Bu çerçevede rozet ve amblem, bugünün dünyasında siyasi kuruma aitlik bildiriminde ve kurum kültürünün aktarılmasında çok önemli görülür.

Bir partinin ambleminde arı var ise vatandaş her arıyı gördüğünde o partiyi hatırlıyorsa o partinin tanıtımı başarıya ulaşmıştır deniyor. Bunun doğruluk payı kesinlikle vardır.

(Devam edecek)


Notlar: • Bilindiği üzere ayetlerin nüzul sırası ile Mushaf’taki diziliş sırası farklıdır. “Mushaf’taki diziliş” ifadesi, bu yönde bir karışıklığa yol açmamak için kullanılmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.