Siz Ölünce Dünyadan Ne Eksilmiş Olacak?
Birileri her ne kadar akıllarına getirmemek için uğraşsalar, akıllarına her geldiğinde unutmaya çalışsalar da, her şeye rağmen insanoğlunun gündeminden bir türlü çıkaramadığı en büyük hakikat ölümdür...
Birileri her ne kadar akıllarına getirmemek için uğraşsalar, akıllarına her geldiğinde unutmaya çalışsalar da, her şeye rağmen insanoğlunun gündeminden bir türlü çıkaramadığı en büyük hakikat ölümdür...
Aslında bu durum, yani ölümün ikide bir insanın gündemine girmesi Allah Teâlâ’nın inanlara çok büyük bir nimetidir. Hatta güzelce değerlendirilebilirse bu bir ibadettir.
Fakat her ne kadar ölüm insanoğlunun aklından bir türlü çıkmasa da herkes kendi seviyesine ve aklına göre değerlendirebiliyor, nasip alabiliyor.
Çoğumuz ölümün şiddetini, ölüm esnasında hangi acıları çekeceğimizi ve daha da önemlisi ölümden sonra ahirette karşılaşacaklarımızı değil de, nedense cenaze merasimimizi, cenaze namazımıza katılacak kalabalığı, evimize taziyeye gelecek olanları ve bir de bizim ölümümüzle birlikte kimlerin ne kadar üzüleceğini, kimlerin nasıl bir tavır takınacaklarını tahmin etmeye çalışırız.
Karadenizli Temel de her halde bunu düşünmüş, geride kalanları üzüntüsünden kahretmek için mezar taşına şöyle yazdırmış:
Hastayum dedum inanmadinuz, hastayum dedum inanmadinuz, ha şimdi ne oldi?
Çünkü cenazelerindeki kalabalıklar birilerinin bu dünyada görecekleri en son itibarlarıdır.
Belki ondan önce bir de düğünlerinde görmüş olabilirler benzer kalabalığı ve itibarı. Bu ikisinin dışında çok az insan bizzat kendi başarıları sebebiyle ömürleri boyunca böylesi kalabalıkları bir araya getiremezler.
Aslında insanoğlunun ölümü esnasındaki ve ölümünden hemen sonrasındaki bu konuları düşünmesi de tamamen boş bir şey değildir. Yeter ki üzerinde ciddi bir şekilde düşünsün ve değerlendirsin.
Bizim kim olduğumuzun, nasıl bir şahsiyet olduğumuzun ipuçları vardır burada.
Şu sorunun cevabını verebildiğimizde hayatın bu sahnesini güzelce değerlendirmiş oluruz:
“Biz ölünce dünyadan ne eksilmiş olacak?”
İnsanoğlu kendisinin kim olduğunu, özellikle birlikte yaşadığı insanlar arasında değerinin ne olduğunu, ne kadar bir kadrü kıymete sahip olduğunu öğrenmek istiyorsa, ölümünü ve ölümünden sonraki günleri sahih bir şekilde tahmin etmeye çalışsın.
Evet, biz ölüp gittikten sonra dünyadan ne eksilmiş olacak hiç düşündünüz mü? Dünyanın hiç umurunda olmayacak mı bizim gidişimiz?
Bir ağaç bile öldüğünde, kuruduğunda, kesilip yıkıldığında fark ediliyor onun yokluğu. Nice kuşlar üzülüyor, nice insanlar üzülüyor,
meyvesinden yiyen bütün canlılar bunun farkına varıyor, hiç olmasa gölgesinde gölgelenenler, sırtını yaslayıp dibinde oturanlar bile giden bu ağacın farkına varıyorlar.
Parktaki bir kanepenin sökülüp götürülmesi, merdiven çıkışındaki bir korkuluğun yok oluşu bile birilerini üzerken, eğer bizim yok olup gidişimiz hiç kimseyi ırgalamıyorsa yazıklar olsun bize öyle değil mi?
Gerçi bu dünyadan bu şekilde sıfır itibarla yok olup gitmekten daha da kötüsü vardır.
Kur’an-ı Kerim’in kelimeleriyle ifade edecek olursak, “Defolup gittiler, Yazıklar olsun, Lanet onların üzerine olsun, Uzak olsunlar, ne gök ağladı onlara ne de yer…”
Hangi şair söylemişse bilmiyorum fakat zalim ve fasık birisi için ne de güzel söylemiş:
“Ne kendi eyledi rahat ne halka verdi huzur, yıkıldı gitti dünyadan, dayansın ehl-i kubûr”
Erdem ve fazilet sahibi birileri olarak bu dünyadan ayrılmak, bizim ayrılışımızla birlikte dünyadan da önemli bir şeyin eksildiğini, bizimle birlikte yok olduğunu bizden sonrakilere hissettirebilmek, anlatmaya çalıştığımız mesele budur.
Somut bir şekilde bizim bu dünyadan gidişimizin farkına varacak olanlar kimlerdir hiç tahmin etmeye çalıştınız mı?
“Eyvah, mahallemizin cömert abisi yok artık!” diye çocuklar üzülecekse ve sizin yokluğunuzun farkına varacaklarsa, daha sonra sizi hep özlemle anacaklarsa ne mutlu size.
“Ne acı, köyümüzün, çevremizin küslerini barıştıran, ara bulucu amcamız artık aramızda yok, bundan sonra bu işleri kim yapacak” diye arkamızdan üzüleceklerse, bizim ölümümüzle birlikte dünyadan önemli bir şey eksilmiş demektir. Bu durumda ne mutlu bize!
Köyümüzde bir Nadiye Halamız vardı, Allah rahmet eylesin, onun ölümüyle köyümüzün ne büyük bir üzüntüye kapıldığını hiç unutmam. Çünkü bütün kırıkları çıkıkları, bütün bel ağrılarını o tedavi ederdi, köyümüzde gezip dolaşan ne kadar insan varsa büyük bir kısmının doğum ebesi o idi ve bütün bunları sadece Allah rızası için yapardı, hiçbir karşılık almazdı.
Hazreti Ali (r.a) buyurur ki: “Bir âlim vefat ettiğinde İslam’da öyle bir gedik açılır ki, kıyamet gününe kadar o gedik bir daha dolmaz.”
Meşhur hadis-i şeriflerde buyrulduğu üzere, yani Muhammedî ölçüye göre; “Âlimin ölümü, alemin ölümü gibidir.”
“Bir kabilenin toptan ölümü, Allah katında bir tek âlimin ölümünden daha basit ve kolaydır.”
Bütün bunlardan sonra artık bir takım değerlere sahip olmamız gerektiğini anlamışızdır. Bugünden tezi yok, erdemlerle donanmamız ve bu dünyaya onları bırakarak gitmemiz gerekiyor öyle değil mi?
Mehmet Göktaş / inzar Dergisi - Eylül 2012
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.