Yusuf AZAD
Siz önce Kayyım'ın Kafasına Kayyım Atayın
Bölgede yaşayan biri olarak seçilmiş bir belediyenin hiç ayrım gözetmeksizin eşit muamelede bulunmasını, hakkı, halkı ve hizmeti öncelemesini isterdim. Ancak maalesef bölgenin HDP'li belediyeleri en kapalı demir perde ülkelerini aratmayan uygulamalara giriştiler. Biz her fırsatta dilimiz döndüğünce, gücümüz yettiğince ve sesimizi onlara ulaştıracak aracıları buldukça yanlışlıklarını anlatmaya çalıştık. Bu yanlışlarının gün gelir bedelinin ağır bir şekilde halkımıza ödetilebileceğini bangır bangır söyledik. Ancak ne mümkün! Tersine faşizan ve düşmanca saldırılara maruz kaldık.
Bölgede yaşayan herkes bilir ki; HDP'li belediyeler amirden memura kadar tamamen örgütün sempatizan ve sivil kadrolarından oluşur. Hasbelkader farklı düşünen bir şoför veya temizlik işçisi aradan işe girmeyi başarmışsa bile onlardan farklı düşüncelerini ifade edemez; eğer ederse darp edilmezse bile kapı dışarı edilir.
İşe almanın ön şartıdır dağda bir yakınının şehid(!) olması. Dağın onaylamadığı hiç kimse belediyede yönetici konumuna yükselemez. Hizmet sunmada ise içler acısıdır durum. Örneğin Kayseri Konya gibi Diyarbakır'a denk düşen belediyeler, şehircilik alanındaki hizmetlerini yıllardır tamamlamış, istihdam ve “gelişme” hususunda uluslararası alanda model alınan mega projelere imza atarken; 20 yıldır yönetimde olan HDP'li Diyarbakır Belediyesi'nin halen asfaltla uğraşması, Diyarbakır caddelerinin 15.09.2016 tarihiyle “asfaltsız cadde bırakmayacağız” afişleri ile donatılması hizmet verme ve alma adına bulundukları yeri gösterme açısından oldukça belirleyicidir.
HDP belediyelerinin kiliseye ilgisini bilmeyen yok. Özel bir ihtimam ile koruyup kolluyorlar, restore edip açılışlarını gerçekleştiriyorlar. Bence hiçbir sakıncası da yok. Hatta doğru yapıyorlar. Ancak bu belediyeler bu güne kadar bir tek cami, medrese ve Kur'an Kursu yapımında rol almamış hatta halkımızın kendi imkânlarıyla yapmaya çalıştığı cami ve Kur'an Kurslarına imar izni vermede bile bin-bir sıkıntı çıkardığını bilmeyen yok. Diyarbakır'da son yıllarda inşa edilen, 75 metrelik yolun üstünden birkaç km. ötedeki çevre yolu arasında kalan, Elazığ ve Urfa yollarıyla çevrelenen ve bir çok kentten daha büyük nüfus ve alana sahip modern semtte; 3. Sanayi esnafının sanayide kendi imkânlarıyla yaptığı cami dışında hiçbir caminin yapılmamış olması ve yapılmasına müsaade edilmemiş olması da HDP'li belediyenin halkımızın değerlerine ve inancına savaş açtıklarının somut örneğidir.
Belediyelerin örgütün “sivil” üssü olamayacağı hususunda çok kez uyardık… Ancak camileri engellemeye mukabil, HDP'li belediyelerin mahalle ve sokaklarımızda bizim paralarımızla onlarca “halkevleri”, “saz evleri”, “kadın evleri”, “gençlik merkezi” adı altında örgüt evleri inşa ettiği, buraları çocuklarımızı, gençlerimizi ve kadınlarımızı, inançlarımızdan süzülüp gelen “örf”, “ar”, “hürmet”, “kıymet” gibi temel değerlerimizden koparıp, ifsad etme ve dağa adam devşirme merkezi haline getirdiklerini; hatta itiraz edip karısını-kızını göndermeyenin örgütün sözde mahkemelerince maddi cezalarla cezalandırıldıklarını; buna da itiraz edenlerin ise darp edilen Çiyager'in akibetine uğradıkları yine bölgede herkesçe bilinen apaçık bir pratiktir.
Yolu belediyeye düşen herkesin “partiye”(örgüte) adı altında normal ödemesi gereken hizmet bedelinin dışında bir vergiye!(haraç) tabi tutulduklarını bilmeyen hatta kanıksamayan kalmamış. Hele bir inşaat kenti olan Diyarbakır'da fahiş rakamlarla dağa giden “paralel” ikinci vergi vermeyen müteahhit mümkün değil iş yapamaz.
Elbette ki bölge belediyelerin temizlikten yola, park bahçeden imara, ulaşımdan altyapıya, işe almadan maddi kaynakları kullanıma kadar yaptığı “dağ”a angaje uygulamalarını ve halka reva gördükleri “hezimet”i buraya sığdırmak mümkün değil. Biz ancak fikir vermesi açısından can alıcı birkaç örnekle yetindik.
Bütün bunların sonucunda doğru bulmasak ta hükümet kayyım atadı. Atadı atamasına ama her zamanki gibi ırkçı ve ötekileştirici uygulamalarından vazgeçmiyor. Örgüt sıkıştırılıyor mu, yoksa bu sıkışmışlığında can suyu mu olunuyor bilinmiyor. İşe Kürtçe tabelaların sökülmesiyle başlanması, belediye binalarına müstemleke mantığıyla devasa bayraklar asılması, “işgalci kuvvetler tavrı ve tarzıyla işe başlanması Sayın Bakan'ın “Kürtçe de bizimdir Türkçe de bizimdir” sözünün içi doldurulmayan aldatmaya dönük bir söz olduğunu çok net gösteriyor. Sur, Cizre, Silvan, Nusaybin ve Yüksekova'daki şehir çatışmalarında da haklı bir konumdayken yine mülki idare amirleri ve kolluk kuvvetlerinin “Türkün Gücü” nü ifade eden istilacı ve faşizan söylem ve eylemler halkımızı örgütün kucağına itmekten başka işe yaramamıştı.
Bu kafayla giderseniz siz önce kafanıza kayyım atayın. Eğer doğru bir iş yapmak istiyorsanız istismarcı HDP'li belediyelerden daha fazla Kürtçe'ye sahip çıkmalısınız. O zaman bu bir kardeşlik projesine dönüşebilir. Değilse Örgütün ve HDP'nin yaptığı gibi birbirinizi büyütmekten başka bir şey yapmamış olursunuz.
Beyler! Bu iş daha ne kadar böyle sürecek. Kandil'le ilişkinizde, İmralı ile diyalogunuzda, FETÖ'ye müsamahanızda, çözüm sürecindeki Paralel PKK oluşumuna müsamahanızda, Ergenekon'u musafahanızda, Suriye başta olmak üzere dış politikanızda bu hep böyle oldu. Siz yanlış yaptıkça biz dostça uyardık. Sonra hepiniz tarafından dışlandık. Sonra iş işten geçtikten sonra hatanızı anlayıp “hata ettik” diyor ve istenilen pratiğe dönme çabasına giriyorsunuz. HDP ve belediyelerini de hak üzere çok uyardık/uyarıyoruz. Ancak onlar da “kör, sağır ve kalbi mühürlü” oyunu oynamaktan vazgeçmediler.
Bakın buradan tekrar söylüyoruz. Siz önce kayyımlarınızın kafasına kayyım atayın. Yoksa kayyım “ikame” etmez “akamet” eder.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.