Sorularla Fıkıh İnzar Dergisi

Sorularla Fıkıh İnzar Dergisi

Nişanlı birinin nişanlısıyla mesajlaşması, telefonda konuşması yada internette çetleşmesinin hükmü nedir?

SORU-1 Nişanlı birinin nişanlısıyla mesajlaşması, telefonda konuşması yada internette çetleşmesinin hükmü nedir?

CEVAP-1 Nişanın bir nikah akdi olmadığı konusunda ittifak vardır. Nikah akdi kıyılmadıkça nişanlıların birbirleriyle ilişkilerinin iki yabancıdan farkı yoktur.

Bu nedenle yanlarında üçüncü bir şahıs olmadan iki nişanlının baş başa kalmaları caiz değildir.

Yanlarında bir başkasının olması halinde de sadece ihtiyaç kadar birbirleriyle diyalogda bulunabilirler.

Sadece ilk başta evlenme niyetiyle yüz ve ellere, Ebu Hanife’ye göre ayaklara da, Hanbelilere göre ise yüz, boyun, eller, ayaklar, baş ve ayak ile diz arasındaki kısma da bakılabilir, hatta bakılması sünnettir.

Mahrem olmayan bayan sesini dinlemeye gelince; fitne korkusu varsa veya sesten zevk alıyorsa sesi dinlemek caiz değildir.

Telefonda nişanlısıyla mesajlaşmak, telefonda konuşmak ve internette çetleşmek de böyledir; eğer nişanlısıyla müstehcen konuları konuşursa veya sesinden zevk alarak konuşursa veya bu şekilde çetleşirse elbetteki caiz değildir. Çünkü nişanlısıdır, yabancısıdır, henüz nikah akdi yerine getirilmemiştir. Ama ihtiyaç olduğunda bir yabancı bayanla ihtiyaç kadar konuşmak, telefonlaşmak caiz olduğu gibi nişanlısıyla da caizdir. (İanetü Talibin, 3/260, Karadavi; Fetvalar 1/469, El Fıkhül İslami Ve Edilletühü 7/24-25) (Buna benzer bir soru ve cevab 6.sayımızda da geçmişti. Oraya da bakılabilir.)

SORU-2 Bir Müslüman için kaynak, ölçü; Kur’an ve sünnettir. Bunlar dışındakiler kaynak değildirler. “Kaynak değildir” deyip de bunun dışında kalan selef alimlerinin, imamların görüşlerine pek itibar etmeyen oluyor. Bir Müslümanın Kur’an ve Sünnetle muhatablığı ne şekildedir? Mezhep imamlarımızın (Müctehid imamların) konumu nasıl oluyor? Bir Hadisi Şerifi okuduktan sonra “Bu mezhep imamının şu görüşü, şu Hadisi Şerife ters düşmektedir” deyip neredeyse önemsemeyip atmak nasıl bir durumdur? Direkt hadis ölçü alınıp amel edilir mi? Ameli yönde, (ki akide olarak da) ortaya konulan bu kadar görüş, bu kadar kaide, bu kadar hükmün durumu nasıl olacak? Bu kadar şer’i hüküm, fıkhi kaide ve usul çıkaran alimlerin ölçüsü, kaynağı Kur’an ve Sünnet değil miydi? Bu konuyu izah edecek bir cevap yazılsa çok memnun olurum.

CEVAP-2 Malumdur ki bu sorunun cevabı çok uzundur. Mümkün olduğu kadar kısa cevap vereceğiz. Bunun cevabını iyice öğrenmek isteyenler, cevabın sonunda gösterdiğimiz kaynaklara baksınlar. Alimlerimiz meseleyi çok güzel açıklamışlardır.

Malumdur ki insan, başı boş yaratılmamıştır. Buluğ çağına geldikten sonra Allah’ın (cc) emirlerini ve yasaklarını öğrenmelidir. Çünkü herkes kıyamet gününde yaptıkları ve söyledikleri ile ilgili olarak Allah’a (cc) hesap verecektir. Hesaptan sonra, amellerini Kur’an ve Sünnete uygun yapanlar cennete, muhalif yapanlar da cehenneme gider.

Bunun için müctehitlere ve alimlere ihtiyaç vardır. Çünkü herkes ve her şahsın Kur’an’ı ve sünneti öğrenmesi mümkün değildir. Kur’an-ı Kerim’de “müteşabihat” var, “mutlak” var, “mukayyet” var, “am” var, “has” var, “mücmel” var, “mufassal” var, “nasih” var, “mensuh” var vesaire.

Ayrıca Kur’an ve sünnette “farz, sünnet, mubah, mekruh ve haram” şeklinde beş ayrı hüküm vardır. Bunun için zaruri olarak mutahassıs ve müçtehit imamlara ihtiyaç vardır.

“İçtihadın” manası şudur: Şahsın, bütün gücünü sarf ederek sağlıklı bir şekilde geçmiş beş ahkamı (farz, sünnet, mubah, mekruh ve haram) ayetlerden ve hadislerden çıkarmasıdır. Bu çabadan sonra hata bile etse mazurdur. Ve yine bir sevap kazanır. Eğer isabet ederse iki sevap kazanır.

Hadis-i Şerifte Allah’ın Resulü (sav) şöyle buyurur: “Müçtehit hata ederse bir sevabı, isabet ederse iki sevabı kazanır.”

Elhasıl alimler, müçtehit için birkaç şart saymışlar. Muhammed Ebu Zehra bunlardan sekiz tanesini saymıştır. Bu şartların başında

1-Arapça’yı bilmelidir. Arapça’yı bilmeden, ayet ve hadislerin manalarını bilmek mümkün değildir.

2-Kur’an-ı Kerim’in manasını bilmek. Yani muhkemi, müteşabihleri, mutlakı, mufassalı, am’ı, has’ı, ve benzerleri bilmek. Bu şartı başta İmam Şafii (r.a.) koymuş sonrasında da tüm alimler bunu şart koşmuşlar. Alimler; “Kur’an’da beş yüz civarında ahkam ayetleri var, müçtehit onları da detaylı olarak bilmelidir” demişlerdir.

3-Sünneti bilmelidir. Yani sünnetin kavli, fiili ve takriri olanı, sahihi, zayıfı, müsnedi, murseli bilmeli ve sünneti Kur’an ile karşılaştırmayı bilmelidir.

4-İcma yerlerini bilmelidir. Yani sahabeler veya ümmet nerede icma etmiş bunu bilmelidir.

5-Kıyas’ı bilmelidir. Kıyas hakkında çok ihtilaf olmuştur. Bazı usulcular kıyası kabul etmemişler. Çoğu ‘şarttır’ demişler. Çünkü hakkında ayet ve hadis gelen meseleler sınırlıdır. Ama kıyamete kadar yeni meseleler meydana geliyor. Mesela “kredi kartı, çek-senet, borsa hisseleri, organ nakli, tüp bebek, sigorta vs” bunlar hep yeni çıkan meselelerdir. Müçtehit, kıyası bilmeli ki bu yeni çıkan meseleleri, hakkında nass bulunan meseleler kıyas edebilsin. “Bu meselenin hükmü, buna geçerlidir” diyebilsin.

6-Şari’in (kanun koyucunun) ahkamlardaki gayesini ve ahkamlardaki hikmetleri bilmelidir. Hatta Şatibi, “Müvefakat” adlı kitabında; İçtihadın iki temeli var. 1-Şeriat’ın maksatlarını bilmek. 2-Arapça’yı iyice bilmektir, demiş.

7-Müctehid, iyi bir zeka ve anlama kabiliyetine sahip olmalıdır. Bunun için bazı alimler, Mantık ilmini bilmeyi de şart koşmuşlardır. Ama çoğu alimlere göre şart değildir.

8-Müctehidin niyeti ve itikadı düzgün ve sağlam olmalıdır. Çünkü halis niyet ve itikat, kişinin kalbini Allah’ın (cc) nuru ile nurlandıracaktır. Hatta mezheplerin başındaki büyük alimler; “Görüşümüz sevaptır, hata ihtimali var. Başkalarının görüşü hatadır, sevap ihtimali var” diye söylemişlerdir. Yani takvalarından; “Hak sadece bizim söylediğimizdir, “ dememişlerdir.

Söylediğimiz şartlar, bütün alimlerin üzerinde ittifak ettikleri şartlardır. Ebu Zehra diyor ki: Eğer birisi dese “Bu şartları kim tayin etmiş? Delilleri nelerdir? Diye sorarsa, ona deriz ki: Geçmiş bütün müctehidler de bu şartları tayin etmiştir. Bir de akıl hükmeder ki; bu şartlar olmadan ictihad mümkün olmaz. Hem de bu vasıflara haiz sahabeler, Rasulullah (SAV) zamanında ictihad ediyorlardı. Rasulullah (sav) takrir (onay) ediyordu.

Ama bazıları kalkıp da bu şartlara riayet etmeden ictihad ederse, ictihadı ictihad değildir. Söylediği şeyler, İslam ahkamı değil, zevki ve hevesi istediği şeylerdir. Sait Havva’nın (r.a.) dediği gibi: “Sağını solundan fark etmeyen, Selef-i Salihin’e hakaret eden, kendini onlardan üstün gören kişinin yaptığı delaletin ta kendisidir. Mezhepleri kaldırmak isterken, binlerce mezhebi icat eder. İcat edilen mezhepler de, asırlarca İslam alimlerinin sahih ve onlarla amel ettiği büyük müctehidlerin mezhepleri gibi kabule de geçemezler.

İctihadın kısımları vardır.

1-İctihad-ı Mutlak’tır. Yani bütün meselelerde fikir belirtmek. Belli mezheplerin başındaki imamlar gibi.

2- İctihad-ı Cüz’i’dir. Yani bazı meselelerde bazıları araştırma yapar, ictihad şartlarına haiz olur, ictihadı makbul olur. Böyle müctehidler, kıyamete kadar da bakidirler. Çünkü Rasulullah (SAV) bir hadisi şerifte: “Allah (cc), bu ümmet için her bir yüz sene başında bir müceddidi gönderir. Ümmet için dini ahkamı tecdit eder ve yeniler. İmam Ali (r.a.) demiş ki: “Yüce Allah (cc) yer yüzünü, millet üzerine hüccet sayılan birisinden boş bırakmaz.”

Hanbelilere göre içtihat kapısı daima açıktır. Hem mutlak ictihad, hem cüz’i ictihad. Herkes kuvvetine göre ictihad eder, millet de faydalanacak. Gücü olmayan bunu iddia ederse o yalancıdır. Kendine iftira eder. Ayrıca “Geçmiş müctehid imamları her şeyi bilmiş, herkesi mezheplerine davet etmişler, bütün hadisleri görmüşler, okumuşlar, “ demek de yanlıştır.

İmam Ebu Hanife’nin görüşlerini, İmam Yusuf ile İmam Muhammed tarafından yazılırken “yazmayın, belki ilerde bu görüşten dönerim, yada bazıları gelip de bizden daha güzel ayet ve hadislerden ahkam çıkarırlar” demişlerdir.

İmam Şafii, kendi talebelerine şöyle diyordu: “Siz eğer sahih hadisi görürseniz, mezhebimi duvara vurun. Benim mezhebim o hadistir.”

İmamlardan sorular soruluyordu. Çoğu da “La edri” (yani ben bilmiyorum), hatta “La edri nısfulilmi” yani ‘bilmiyorum, ilmin yarısıdır’ demişlerdir.

Elhasıl; her şeyden önce, insan Allah’ın (cc) huzuruna gider. Kur’an ve sünnetteki ahkamların hesabını Allah’a (cc) verir. Onun için herkes bu ahkamı iyice öğrenmeli ki cahillikle, heves ve kibirle “Ahkamları ben bilirim” diyerek yanlış bir şekilde kendisini de başkalarını da delalete götürmesin. Bunun da vebali büyük olur. Bir hadisi şerifte “Bu din emanettir, dininizi kimden alacağınızı iyice düşünün” diye buyrulmuştur. Ebu Hafs El Nisaburi şöyle demektedir: “Alim odur ki kıyamet gününde Allah’ın (cc) huzurunda şu sorudan korkar: “Sen bu cevabı nereden verdin?” İbni Ömer’den (r.a.) rivayet edildiğine göre; “Bazıları bizi köprü yapıp, üzerimizden geçmek istiyor.” Bazen kendisine on soru sorulduğu halde sadece birisini cevaplandırırdı. Diğer dokuzu için “Ben bilmem” diyordu.

Elhasıl bu asırdaki insanlar avamdırlar. Avamın mezhebi de yoktur. Ona fetva veren, ne şekilde fetva verirse ona göre amel etmelidir. Onun için çok dikkat etmeliyiz ki dindar, muttaki, emin ve alim olanlardan dinimizi öğrenelim. Başta söylediğimiz gibi bu mesele çok uzundur. Bu meseleyi öğrenmek isteyenler, şu kaynaklara baksınlar; Tarihul Mezahibil İslami, (Ebu Zehra) içtihat bahsi, sayfa 307, Cundullah (Sait Havva) Sayfa 117, El Veciz (A.Kerim Zeydan) sayfa 401, Sözler (Bediuzzaman) 27. söz, sayfa 587)

SORU-3 İnançlı bir erkek, yeni evlendiğinde şayet eşinin İslami kültürü az ise eşine fazla yüklenip kısa bir sürede İslami bir olgunluk bekler ve ister. Bu da evliliğin ilk günlerinde sorun çıkmasına sebep olur. İnançlı erkeğin, evliliğin ilk günlerinde nasıl davranması gerekir? Allah (cc) sizden razı olsun.

CEVAP-3 Yeni evlenen kardeşlerimize başta tavsiyemiz: Yeni evlenen kadın ve erkeklerin, İslam’a göre birinin diğeri üzerindeki hakları nelerdir? Bu konuda bir fıkıh kitabını okumalarıdır. Bu konuyu “Fıkıh El Sünne” adlı kitaptan okumaların tercih ederiz.

Kadın ve erkeğin birbirleri üzerindeki hakları çoktur. Bir kısmı şunlardır;

Allah (cc) Kur’an-ı Kerim’de “Onlarla maruf (yani güzel bir şekilde muaşere) ile davranın, “ diye emretmiştir. Bir Hadisi Şerifte Allah’ın Rasulu (sav) şöyle buyurmuştur: “Müminlerin imanı en mükemmel olanı, ahlakı en güzel olandır. Ve en iyi olanınız, hanımlarına en iyi davrananınızdır.” Başka bir Hadisi Şerifte; “Onlara (hanımlara) ancak iyiniz ikram eder. Yine ancak kötünüz onlara hakaret eder” buyurmuştur. Bu konuda hadis ve ayet vardır. Hepsini zikir etmek uzun olur. Ancak şunu diyelim: Evlenen kişi, önce dindar, iyi ahlaklı, iyi bir soydan olan ile evlensin. Resul-i Ekrem (sav): “Evlenmenizde iyi kadınları seçin, “ diye buyurmuştur.

Evlenmeden sonra, kadının eşine hürmet etmesi lazım olduğu gibi, erkeğin de eşine ikramda bulunması, onunla güzel ahlakla davranması, kalbini kırmaması, ona ve akrabalarına küfür etmemesi, uygun olmayan davranışlarına tahammül ederek, nasihat etmesi lazımdır. Resul-i Ekrem (sav): “Kadınlara iyiliği tavsiye ediniz” diye buyurmuştur.

Hem kadına, hem çocuklara, hem de bütün insanlara aşağıda gelen şekilde davet edilmelidir: Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de Resul-i Zişan’a (sav) emir ederek “Hikmet ve güzel nasihat ile insanları Allah’ın yoluna davet et, “ diye ferman etmiştir. Hikmetli sözlerden amaç; yerinde ve davet edilen kişiyi celp eden sözlerdir. Davetçinin sıfatlarından biri; güzel ahlaklı olmalı, yumuşak olmalı, aceleci olmamalı ve en önemlisi şefkatli ve merhametli olmalıdır. Resul-i Ekrem (sav) bir hadisi şerifte (kim marufu yani iyiliği emrederse, emretmesi maruf ile olsun” diye emretmiştir. Yoksa, adamı iyiliğe davet ederken davet kurallarına dinlemezse, sertlikle, şiddetle, yahut ağırlaştırırsa maruf yerine münkeri işler. Çünkü adamın nefretine sebebiyet verir.

Başka bir hadisi şerifinde demiş ki: “Şefkat bir şeyde bulunduğunda onu müzeyyen kılar. Eğer şefkat ve yumuşaklılık bir şeyden çıkarılsa onu lekeler ve kötü yapar, “ diye ferman etmiştir.

Başka bir Hadisi Şerifinde de “Allah (cc) şefkatlidir, şefkati sever. Şefkat üzerine verdiği sevabı, şiddet ve başkası üzerine vermez” buyurmuşlardır.

Muaviye Bin Hakem El Semli diyor ki, “Ben yeni Müslüman olmuştum. Namazda konuşmanın yasak olduğunu bilmezdim. Birisi namazda hapşırdı, ben de sesli olarak “Allah sana rahmet etsin” diye cevap verdim. Baktım millet gözleri ile bana işaret ediyorlar. Yine ben: “Size ne olmuş bana bakıyorsunuz” dedim. Bu sefer ellerini baldırlarına vurdular. Ben anladım ki beni susturmak istiyorlar. Ben sustum. Allah’ın Resulu (sav) selam verdikten sonra beni çağırdı. Ne bana kızdı, ne küfür etti, ne de vurdu. Bana çok yumuşak bir şekilde: “Bu namaz, tesbih, tekbir ve Kur’an okumaktan ibarettir. İnsanların konuşmaları için uygun değil, “ dedi. Bu sahabi diyor: “Vallahi ne ondan önce ne ondan sonra onun kadar güzel ve merhametli muallim görmedim.”

Ayeti kerimede “Sen Allah’ın rahmeti ile onlara yumuşak oldun. Eğer sert, kalbin katı olsaydı etrafından dağılırlardı, “ diye buyurmaktadır. Dolayısıyla gerek eşimiz gerekse de çevremizle olan ilişkilerimiz yukarıda bahsettiğimiz minval üzere olmalıdır. Allah (cc) hepimizi onun ahlakı ile ahlaklandırsın. Amin. (Fıkhüssünne 2/169, Terbiyetül Evlat 1/486)

İnzar Dergisi

İslam Kuran Haberleri

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.