“Söz konusu anlaşma İsrail’in Gazze üzerindeki ablukasını meşrulaştırmıştır”
HÜDA PAR Genel Merkezi yayımladığı gündem değerlendirmesinde, Türkiye Rusya yakınlaşması, İsrail ile yeni dönem, Almanya'nın İncirlik ısrarı, Şeyh Said’in şahadeti ve Susa Katliamı’nın yıl dönümü hakkında önemli mesajlar verdi.
Türkiye-İsrail, Türkiye-Rusya ilişkilerinin yeni döneme girmesi, Almanya’nın İncirlik hususundaki talepleri ve gündemin öne çıkan konuları hakkında değerlendirmelerde bulunan HÜDA PAR Genel Merkezi, önemli açıklamalarda bulundu.
Türkiye-Rusya yakınlaşması hakkında yapılan değerlendirmede şu ifadeler dikkat çekti: “Türkiye Rusya gerginliği, Türkiye'nin Suriye merkezli yanlış dış politikasının tabii sonucu idi. İslam coğrafyası söz konusu olduğunda şu iki hususun mutlaka göz önünde bulundurulması gerekir;
-Bu coğrafya da nefs-i müdafaa haricinde silahlı hiçbir bir çözüme yanaşılmaması ve Sorunların yabancı güçlere havale edilmeden bölgede yaşayan ve bir birine komşu olan Müslüman ülkeler arasında halletme hassasiyeti ve kararlılığı.
Bu güne kadar hep ihmal edilen ve görmezden gelinen bu iki hususun göz önünde bulundurulması durumunda bundan sonraki sürecin daha olumlu geçeceği aşikârdır.
-Bu anlamda, Türkiye Rusya yakınlaşması, Suriye'de çatışmaların sona ermesi, akan kanın durması, özellikle Müslüman gruplar ve halkı Müslüman olan devletler arasındaki fitne ortamının sona erdirilmeye çalışılmasına hizmet amaçlı olması yönüyle olumlu olacaktır. Tercihimiz elbette Müslüman grupların ve halkı Müslüman olan devletlerin bu sorunu kendi aralarında çözmesidir.”
“İslam Âlemi’nin bütün unsurlarını bünyesinde barındıracak bir yapının tesis edilmesi elzemdir”
Almanya'nın Türkiye’deki askeri varlığı ve İncirlik ısrarı hakkında yapılan değerlendirmede, “NATO üyesi bir ülkenin bir diğer üye ülkeden güvenlik gerekçesi ile bazı taleplerde bulunması, birliğin kendi yapısı içinde normal karşılanabilecek bir durumdur. Mesele bu bağlamda değerlendirildiğinde sadece Almanya'nın değil, başta ABD olmak üzere NATO üyesi ülkelerin Türkiye'de askeri varlık bulundurmaları ve yine bazı üslerde konuşlanmış olmaları normal görünmektedir. Ancak, bu hususun ne Türkiye ne de İslam Âlemi için hiçbir fayda barındırmadığını, bilakis hem dünyevi hem de uhrevi veballeri beraberinde getirdiği-getireceği yönünde bugüne kadar birçok açıklamamız oldu, olmaya da devam edecektir. Türkiye’nin bu tür dayatmalar karşısında takınması gereken dik duruşundan taviz vermemesi gerekir. Yaşanan bu olaylar da bize göstermiştir ki; bu tür dayatmalara karşı, İslam Birliği anlamına gelecek ve İslam Âlemi’nin bütün unsurlarını bünyesinde barındıracak bir yapının tesis edilmesi elzemdir.” denildi.
“Ablukanın kaldırılması yerine şartlı bir şekilde hafifletilmesi kabul edilemez”
2010 yılının 31 Mayıs gününde Mavi Marmara gemisinin işgalci siyonistler tarafından uluslararası sularda saldırıya uğramasından sonra Türkiye ile İsrail arasında kopan ilişkilerin yeniden başlayacak olmasına ilişkin yapılan değerlendirmede şunlar ifade edildi:
“Mavi Marmara gemisi hadisesinden sonra işgalci siyonist İsrail ile Türkiye arasında meydana gelen gerilimi sona erdirmek üzere 26 Haziran 2016 tarihinde İtalya’nın başkenti Roma’da Türkiye ile İsrail arasında yapılan anlaşma İsrail’in lehine olacak şekilde sonuçlanmaya doğru gitmektedir. Bu anlaşma Filistin, özellikle de Gazze deki mazlum, mağdur Müslüman halkın sıkıntısını gidermeye ve haklarının korunmasına yönelik yapılmış bir anlaşma değildir. Türkiye’nin uluslararası pozisyonunu gözeterek yaptığı bu anlaşma İsrail’in işine yaramıştır. Yaşanan menfur Mavi Marmara hadisesi sonrası İsrail’e şart koşulan özür talebi, şehit ailelerine tazminat ve Gazze üzerindeki ablukanın kaldırılması şatlarından en önemlisi olan ve Gazze halkı için hayati bir önem arzeden ablukanın kaldırılması gerçekleşmemiştir. Ablukanın kaldırılması yerine şartlı bir şekilde hafifletilmesi ise kabul edilemez. Bu haliyle söz konusu anlaşma; İsrail’in Gazze üzerindeki ablukasını meşrulaştırmıştır.”
İsrail’e güvenip yapılan anlaşmaya sadık kalacağını beklemenin de ayrı bir yanlış olduğuna vuruğu yapılan değerlendirmede, “Türkiye ile İsrail arasında yapılan bu anlaşma; Filistin halkının ve özellikle de ambargo altındaki Gazzeli Müslümanların faydasına olan, dünya Müslümanlarının yüreklerini ferahlatan bir anlaşma olmamıştır. Ayrıca, Gazze’yi rahatlatmak için çaba göstermek ne kadar doğru bir girişim ise, İsrail’e güvenerek anlaşmalarına sadık kalacağını beklemekte bir o kadar yanlış bir anlayıştır. Kendi peygamberlerine dahi ihanet ederek onları katleden bir topluluk olan İsrail’in, işgal ettiği tüm Filistin topraklarından kayıtsız, şartsız çekilinceye kadar başta askeri anlaşmalar olmak üzere yapılan tüm anlaşmalar feshedilmeli, Mescid-i Aksa ve Kudüs’ün özgürlüğü için gerekli adımların atılması gerekliliğini hatırlatırız.” ifadeleri kullanıldı.
“Şeyh Said, şanlı ve şerefli kıyamıyla, memleketin ve Ehl-i İman'ın birliği ve selameti için ‘ulema’ misyonunun gereğini yerine getirmiştir”
Şeyh Said’in şahadetinin 91’inci yılı dolayısıyla yapılan açıklamada, “Şeyh Said Efendi ve mazlumca katledilen 47 dava arkadaşının katledilişlerinin ve şahadetlerinin yıldönümü olan 29 Haziran tarihini bir kez daha yüreğimizde elem ve acılarını hissederek karşıladık. Bu vesile ile Şeyh Said efendinin şahsında bütün İslam davası şehitlerinin şehadetlerini bir kez daha tebrik ediyor, onların şahsında kıyam ve mücadelelerini selamlıyoruz. Toplumun İslam harcından uzak tutulmasının bölünmeyi, ayrıştırmayı, etnik, mezhepsel ve ideolojik ayrıştırmayı da beraberinde getireceğini fark eden âlim ve münevver şahsiyet Şeyh Said Efendi, şanlı ve şerefli kıyamıyla, memleketin ve Ehl-i İman'ın birliği ve selameti için aziz İslam'ın kendisine yüklediği ‘ulema’ misyonunun gereğini yerine getirmiştir.” denildi.
Açıklamanın devamında şu ifadelere yer verildi: “Sadece Kürdistan coğrafyasında değil, memleketin bütün sathında uygulamaya konan ‘İslami değerlerle savaş ve redd-i mirasçı anlayış’ tabii olarak dirençle karşılaşmıştır. Asıl sorgulanması gereken, 1300 yıllık bir mirasa ve medeniyete sahip çıkma çabaları değil, bu medeniyetin küllerini despotça yöntemlerle göğe savurmaya çalışan anlayışlar olmalıdır. Gelinen aşamada, mazlum insanların kanı ve feryadı üzerine kurulan zulüm sisteminin vesayetçi anlayış ve kurumları ile sürdürülebilir olmadığının herkes ve her kesim tarafından görülmesi gerekir. Toplumsal barış ve uzlaşının sağlanması ancak, adalet temelinde ortak bir yaşamın tesis edilmesi; sistemin bu zulümleri ile yüzleşmesi ve zulmen yok etmek istediği bu Müslüman halkın inanç ve değerleri ile barışması ile mümkündür.”
“PKK örgütü, muhaliflerine yönelik zulüm ve sindirmede Kemalizme rahmet okutacak uygulamalara imza atmıştır”
Bundan 24 yıl önce Diyarbakır’ın Silvan ilçesine bağlı Sûsa (Yolaç) köyü camisinde yaşanan PKK katliamı hakkında yapılan açıklamada ise “Tanzimat'la birlikte bu coğrafyada başgösteren en akıl almaz husus, ‘eski ve irtica’ olarak tabir edilen İslam ve getirdiği eşsiz hayat nizamı ile mücadele olmuştur. Halka sorulmadan, bir oldu-bitti ile ilan edilen mevcut sistemin zulüm dolu uygulamalarına tepkisellik de gecikmemiştir. Bu tepkiselliklerin bir kısmı tabii mecrasında halkın bütün kesimlerine kucak açarken bir kısmı da zulüm gördüğü anlayışların uygulamalarının aynısını hatta daha şiddetlisini muhaliflerine karşı geliştirmiştir. 30 yılı aşkın bir zamandır Kürdistan coğrafyasında Kemalist tekçi ve Türkçü anlayışlara tepki olarak ortaya çıktığı iddiasında olan ve silahlı mücadele yürüten PKK örgütü, muhaliflerine yönelik zulüm ve sindirmede Kemalizme rahmet okutacak uygulamalara imza atmıştır.” denildi.
Bölgede İslam’a karşı geliştirilmek istenen hiçbir ihanetin boy vermeyeceğine vurgu yapılan açıklamada son olarak şu ifadelere yer verildi:
“Tekçi ve tektipçi yapısını egemen kılma noktasında hiçbir ahlaki değer, mabed veya mesken masuniyeti tanımadığını defalarca ispat edecek vahşi eylemlere imza atan örgüt, 26 Haziran 1992'de Diyarbakır'ın Silvan ilçesine bağlı Sûsa köyünde camide ibadetle meşgul olan insanlara yönelik gerçekleştirdiği katliam aradan geçen 24 yıla rağmen halen daha hafızalardaki yerini korumakta ve lanetle anılmakta ve anılmaya devam edecektir. Bu vesileyle tekrar hatırlatıyoruz ki; İslam’a karşı bu topraklarda geliştirilmek istenen hiçbir ihanet boy vermeyecek ve halkımızın mayasına işlemiş olan Kur’an’a saygı ve Hz. Muhammed’e (sav) olan sevgiyi ortadan kaldıramayacaktır. İki cihanda da hüsrana sebep olacak bu girişimlerden artık vaz geçilmelidir. HÜDA PAR olarak sene-i devriyesinde bu katliam neticesi şehadet mertebesine ulaşan, zulmü ve dayatmayı kabul etmeyip izzet yolunu tercih ederek güzel bir çığır açan on güzel insanı rahmetle ve minnetle yâd ediyor, onların şahsında aziz direnişlerini ve mücadelelerini selamlıyoruz.” (İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.