Abdullah ASLAN
Şu "Eşitlik" Kavramı Neyin İfadesi?
Şuan, Türkiye Anayasasındaki 10’uncu maddenin ilk fıkrasında yer alan “herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” hükmü, mutlak eşitliği emretmektedir. Yani, hangi düşüncelerle olursa olsun, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri bakımlardan kişiler arasında ayrım yapılamaz. Bu, kanun koyucuyu da, esnafı da, çobanı da hulasası herkesi kapsar. Hal bu iken, uygulama farklı olabiliyor. Bakıyorsunuz ki “nispi eşitlik” (aynı durumda bulunan kişilerin aynı işleme tâbi tutulması) çıkarımlarıyla, kişilerin şu anki bulundukları hal ve vaziyetten ziyade, geçmişteki unvan ve konumları esas alınarak hüküm veriliyor. Bu da şu an aynı durum ve şerait içerisinde bulunan diğer insanların, ikinci sınıf vatandaş olma durumunu ihsas ediyor. Oysaki “mutlak eşitlik” değil de “nispi eşitlik” varsayımlarıyla da hüküm verilecekse, şuan size ve mevcut kanunlara göre suç işleyip cezaevine tıkılan herkes aynı durum ve şerait içerisinde eşittirler, muamelede de eşit olmalıdırlar. Hatta esirgenecek bir şey varsa, kendi konum, rütbe ve nüfuzlarını kullanarak suç işleyenlerden esirgenmelidir. Bir darbeyle bütün anayasa, hükümet ve kurumları ortadan kaldıracak iddiasıyla tutulan Balabanlı’ya verilecek bir hakkı, garibim ihsan Baran’dan esirgeseniz, eşitlik değil zulüm yapmış olursunuz. Güvenlik vesair gibi gerekçelere de artık kimse inanmıyor. “Güçlü devlet,” bir mahkûmu zapt edemeyecek kadar “güçsüz” gösterilemez.
Sanırım bütün bunları niye yazdığımı anlamışsınızdır. Malumunuz tutuklu ve hükümlülerin, hasta yakınlarını ziyaret etmeleri ve yakın akrabalarının cenazelerinde bulunmalarına imkân sağlayan kanun teklifi bu yılın nisan ayı içerisinde yasalaştı.
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazında yapılan değişikliklere göre, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilenler hariç, yüksek güvenlikli ceza infaz kurumunda bulunanlar da dâhil olmak üzere, güvenlik bakımından sakınca oluşturmaması koşuluyla tehlikeli olmayan hükümlüye; jandarma refakatinde, ikinci derece dâhil kan veya kayın hısımlarından birinin ya da eşinin ölümü nedeniyle cenazesine katılması için yol süresi dışında 2 güne kadar izin verilebilecek. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilenler dışındaki hükümlü, sağlık kurulu raporuyla belgelendirilmesi şartıyla; anne, baba, eş, kardeş, çocuk ile eşinin anne veya babasının yaşamsal tehlike oluşturacak önemli ve ağır hastalıklarının bulunması nedeniyle, hasta ziyareti için de yol süresi dışında 1 güne kadar izin alabilecek. İzin, hasta olan her kişi için bir defa verilecek.
Buna Haberal Yasası da diyebiliriz, çünkü Deniz Baykal’ın Haberal ricası üzerine Başbakan’ın talimatıyla böylesi bir yasaya ihtiyaç duyulmuştu. Yasanın çıkış sebebi özel olabilir. Elbette ki çıkan her yasanın, her kanunun bir sebebi vardır ve olmalıdır. Ancak bu yasa, kanun veya yönetmelik her neyse, çıktıktan sonra bundan herkesin istifade etmesi gerekir. Yoksa bunun adı kişiye göre yasa, kişiye göre kanun, kişiye göre muamele olur. Vatandaşa, insan olma gözüyle değil de terfi, makam şan, şöhret veya isminin önündeki unvan gözüyle bakan devlet, devlet olamaz. Ve ‘yasalar önünde herkes eşittir’ terennümünün bir anlamı olmalı. Eşitlik ilkesini ağzında sakız edinenler buyursunlar bir de uygulamaya bakıversinler.
Balyoz, Ergenekon vesair davalardan yargılananlara tanınan şu müspet uygulama, sair mahkûmlar için niye görmezden geliniyor. Yoksa gerçekten şu yasalar kişi veya mezkûr örgüte özel mi ihdas edildi. Dün Türkiye Başbakanını, görevini kötüye kullanmak suretiyle, öldürmeye teşebbüsten yargılanan birine uygulanan taziye ziyareti, günlerce medyada haber konusu olan mahkûm İhsan Baran’dan esirgenmiş, kendisine annesi Rana’yı hasta yatağındayken ziyaret etme imkânı verilmediği gibi, onun, hasretiyle bu dünyadan irtihal eden anasının cenazesine katılma isteği de reddedilmişti.
Bugün aynı şeylerle karşılaşıyor olmamız eşitsizliğin daniskasını gösterir cinstendir. Midyat M Tipi Kapalı Cezaevi’nde bulunan Hizbullah hükümlüsü M.Sait Alasulu’nun, bu dünyaya veda eden 18 yaşındaki oğlunun cenazesine katılma isteği, reddedildi. Aynı şekilde 10 yılı aşkındır cezaevinde bulunan Salih Mirza Beyoğlu’nun, vefat eden babasının cenazesine katılmasına olanak sağlanmaması konuşuluyorken, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi`nce görülen 65`i tutuklu 274 sanıklı Ergenekon Davasının tutuklu sanığı Yarbay Mustafa Dönmez ’in, Azerbaycan`da geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybeden oğlu Alp Kaan Dönmez ‘in Bandırma`daki cenazesine katılması için dört gün izin verilmesi dikkatlerden kaçmadı.
Daha önce de bu konuyu yazarken özellikle belirtmiştim. Ben ‘şu davadan bu davadan olana niye izin veriliyor’ diye bir şey söylemiyorum. Verilsin, ama bu hak başkasına da tanınsın. Tevafuka bakın ki, ne zaman sair dosyalardan bu hakkı kullandırılmayanlar olmuşsa, hemen akabinde “daha eşitlerin” böyle bir durumu olmuş ve onlara gereken kolaylık sağlanmıştır. Bu, mutlak eşitliğe göre de nispi eşitliğe göre de ayrıcalık değil mi?
Müslümanlar ne zamana kadar üvey evlat muamelesi göreceklerdir?! Ne zamana kadar hastaları başka hastaların gördüğü saygıyı göremeyecektir?! Ne zamana kadar çarşaflıları başkalarının gördüğü müspet muameleyi göremeyecektir?! Ne zamana kadar başörtülüleri başkalarına tanınan haklara sahip olamayacaktır?! Bütün bu eşitlikler sağlanmıyor veya sağlanamayacaksa o zaman şu eşitlik kavramını bir kez daha tanımlamak gerekmez mi?
Selam ve dia ile.
Not: Çok değerli seydamız, hocamız Molla Yusuf Zengin Rabbine “lebbeyk” diyerek fani dünyadan dar-ı bekaya irtihal eylemişlerdir. Kendilerine Allah’tan rahmet; ailesi, yakınları ve camiasına da sabırlar diliyorum. Mekânı cennet olsun!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.