Sünnet-i Seniyye’ye İttiba 2

Sünnet-i Seniyye’ye İttiba 2

Allah Resulü (as)’nün sünneti, Kur’an-ı Kerim’in yanında İslam’ın temel ikinci kaynağıdır.

2− PEYGAMBERİMİZİN SÜNNETİNE UYMAYI GEREKTİREN DELİLLER:
Allah Resulü (as)’nün sünneti, Kur’an-ı Kerim’in yanında İslam’ın temel ikinci kaynağıdır. Bazı aşırı fırkalar dışında da ümmet bunda icma etmiştir. Ancak sünneti inkar edenlere sünnete uymanın farziyetini ve gerekliliğini ispatlamak için kabul ettiklerini söyledikleri Kur’an-ı Kerim’den deliller getireceğiz.

2a− Allah Resulüne İtaat
Kur’an-ı Kerim’e müracaat edildiğinde birçok ayetle gayet açık olarak hiçbir şüphe ve tevile yol vermeyecek açıklıkla Allah Resulü (as)’ne itaat emredilmekte. Hatta Allah Resulü (as)’ne itaat, Allah’a itaat ile eş tutulup kendisine helal ve haram kılma yetkisinin verildiği ve hevasına göre konuşmadığı görülecektir.

Allah Resulü (as)’ne itaati emreden ayetler:

“De ki, Allah’a ve Peygambere itaat edin..” Al-i İmran 32

Allahu Teala’nın peygambere itaati kendisine itaatle eşit tutması:

“Kim peygambere itaat ederse muhakkak Allah’a itaat etmiş olur” Nisa 80

Allah’ın, Peygambere helal ve haram kılma yetkisi vermesi:

“…Allah’ın Resulünün haram kıldığını helal saymayın” Tevbe 29

“…Onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri ise üzerlerine haram kılar.” A’raf 159

Hevasına göre konuşmadığı:

“O hevasına göre konuşmaz; o (bildikleri) vahiyden başkası değildir.” Necm 3-4

2b− Kur’an dışında da peygamberimize vahiy indiğine alametler
Sünneti inkar edenlerin iddialarından biri de Allah Resulü (as)’ne Kur’an-ı Kerim dışında vahiy gelmediğidir. Oysa bu doğru değildir. Hem namaz vakitleri konusunda, hem de Yahudilerin sorduğu bazı sorular üzerine Allah Resulü (as), kendisine Cebrail’in geldiğini haber vermiştir. “Sadece Kur’anı kabul ederiz” diyen bu insanlara alimler ve araştırmacılar Kur’an-ı Kerim’den delil getirmişlerdir.

“Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber (as)’a bildirince, Hz. Resulullah (as) bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Hz. Resulullah (as) bunu kendisine haber verince eşi, “Bunu sana kim bildirdi?” sualine Hz. Resulullah (as) “Bilen, her şeyden haberdar olan Allah, bana haber verdi” demiş olduğunun bizzat Allahu Teala tarafından bildirilmesidir. Bu bildirmenin Kur’an-ı Kerim’de bulunmadığı göz önüne alınırsa, Hz. Resulullah (as)’ın her an Allah-u Teala’nın gözetimi altında olduğunu ve Kur’an-ı Kerim dışında pek çok hakikati ona (as) bildirdiğinin açık göstergesidir.

“Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah’a gönülden bağlılık içinde namaz kılın. Şayet (her hangi bir şeyden) korkarsanız, (namazlarınızı) yürüyerek yahut binmiş olarak kılın. Güvene kavuştuğunuz zaman ise bilmediğinizi size öğrettiği şekilde Allah’ı anın.” (Bakara: 238-239)

Burada yolculuk namazından bahsederken “kema allamekum (size öğrettiği gibi)” ifadesini kullanmıştır. Namazın tafsilatının Kur’an-ı Kerim’de yer almadığı göz önüne alındığında, bu namazların detaylarını bize bildiren Hz. Resulullah (as)’ın bu konuda Allahu Teala’dan Kur’an haricinde Cebrail vasıtasıyla bir takım ilave bilgiler almış olması gerektiği ortaya çıkar. Nitekim Cebrail (as) Hz. Resulullah (as)’a gelerek beş vakit namazı her şeyi ile uygulamalı olarak öğrettiği rivayetlerde mevcuttur. (Buhari-Müslim)

Hz. Resulullah (as)’ın Kur’an-ı Kerim haricinde vahiy aldığını gösteren delillerden biri de, kıblenin tahvili meselesinde görülür. Bilindiği üzere Hz. Resulullah (as) önceleri kıble olarak Kudüs’teki Beyt-i Makdis’e doğru yönelmekteydi. O (as), artık namazlarında kıble olarak Mekke’de bulunan Mescid-i Haram’a yönelmek istiyor. Bu konuda bir vahiye bekliyordu. Ancak bir vahiy gelmediği için Mescid-i Haram’a yönelemiyordu. Sonunda aşağıdaki ayet ile kıble değiştirildi.

“Yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu muhakkak görüyoruz. Artık seni hoşnut olduğun bir kıbleye elbette döndüreceğiz. Bundan sonra yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir…” (Bakara:144)

Konumuz açısından burada dikkat çekici husus, Beyt-i Makdis’e kıble olarak yönelinmesi hakkında herhangi bir ayetin bulunmayışıdır. Şayet ilk kıbleyi Hz. Resulullah (as) kendi inisiyatifi ile belirlemiş olsaydı, Allah’tan herhangi bir vahiy beklemeksizin onu kendisinin rahatlıkla değiştirebilmesi lazım gelirdi. Böyle bir durum olmadığına göre, ilk kıblenin de esasında Kur’an haricinde bir vahyin veya ilahi bir tastiğin söz konusu olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Kur’an’da diğer peygamberlere de, kendilerine gönderilen kitap veya sahifeler dışında vahiy gönderildiğine dair bilgiler bulunmaktadır. Mesela Lut kavmini helak etmekle görevli olarak Hz. İbrahim (as)’a ve Hz. Lut (as)’a gönderilen melekler. (Ankebut: 31-32, Hicr:52-57) Yine kendisine bir kitap gönderilmediği bilinen Hz. Zekeriya’ya oğlu olacağına dair verilen müjde (Al-i İmran: 39-40) bu tür vahiylerdendir. O halde diğer peygamberlere verilen bu tür vahiylerin benzerlerinin Resul-i Ekrem’e verilmediğini iddia etmek doğru değildir. Çünkü Allah-u Teala’nın sünneti budur. Onun sünnetinde değişiklik olmaz. (A.İhsan Yıldız, Hikmet, Sünnete İttiba ve Vahyi Gayri Metluu üzerine notlar)

2c− Kur’an-ı Kerim’de kitap ile hikmetin bir arada zikredilmesi
“Size ayetlerimizi okuyacak, sizi temizleyecek, size kitap ve hikmeti öğretecek kendinizden bir peygamber gönderdiğimiz gibi…” (Bakara: 151)

“Allah onların içinden kendileri ayetleri okur, onları tertemiz yapar, onlara kitabı ve hikmeti öğretir bir peygamber göndermekle in’amda bulundu. Halbuki onlar daha önce apaçık bir delalette idiler” (Al-i İmran: 164)

Hikmet kavramı bu ayetlerde ve daha bir çok ayette (Al-i İmran: 81, Bakara: 232, Nisa: 54, Maide: 110, Bakara: 129) kitap ile beraber zikredilmiştir. Lügat anlamı olarak; “Akılla hak olanı tespit etme kabiliyeti” (Rağıp El İsfahani, El Müfredat Fi Garibil Kur’an, Sf: 126-127) yine; “Eşyanın hakikatini bilmek ve onun gereklerine göre davranmak” (İslami Har. Hikmet Sh: 13) şeklinde tarif edilmiştir. Kimi alimler Kur’an-ı Kerim’de farklı olarak zikredilen hikmetten sünnetin kastedildiğini söylemişlerdir.

Katade; “Hikmet burada (Bakara: 129) sünnet anlamındadır” demiştir. (İslam H. Hik. Sh: 14)

İmam-ı Şafii (ra) Er Risale isimli usul kitabında;

“Bu ayeti kerimelerde Allah-u Teala (cc) kitabı ve hikmeti birlikte zikretmektedir. Kitaptan maksat Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an ilmine vakıf, itimat ettiğim alimlere göre hikmet ise, Resul-i Ekrem (sav)’in sünnetidir” diyerek hikmet kavramı ile sünnetin ifade edildiğini belirtmektedir. (İmam-ı Şafii Er Risale Sh: 78)

2d− Sünnete uymayı gerektiren akli deliller
Vahyin ilk muhatabı olan Hazreti Peygamber (sav), sadece vahyin muhatabı değil, aynı zamanda vahyi alan öznedir. Vahyin kaynağıyla doğrudan ve fiili ilişkisinin peygambere kazandırdığı anlama kolaylığı, inişinin üzerinden 1400 yıl geçmiş olan bu günün insanının vahyi anlama çabası sırasında hiçbir şekilde ulaşıp elde edemeyeceği bir imkandır. Çünkü Peygamberin vahiyle olan ilişkisi, dolaylı değil, doğrudan yaşanmış bir tecrübeye dayanıyordu. O vahyi dışarıdan bakan ve anlamaya çalışan bir gözlemci olarak değil, sürecine bizzat katıldığı ve vahyi “hakkalyakin” olarak yaşayan içeriden bir özne olarak anlıyordu.

İlahi vahyi anlamada, hiçbir beşeri çabayla ulaşılamayacak böylesine bir imkana sahip olan Hazreti Peygamber’in vahyi nasıl anladığı bir kenara bırakılarak vahyi anlamaya çalışmak öncelikle vahim bir mahrumiyettir. Fakat böylesi bir yaklaşımın mahrumiyetten öte dinin amaç ve fonksiyonlarından kimilerini atıl hale getiren daha vahim sonuçları da vardır.

Vahiy kendi tanımlamasıyla ölü canlara ruh üfleyen bir hayattır. Onun bir hayat olması sadece mecazi ve metafizik anlamda değildir. Aynı zamanda o, sahici bir hayatı kuran bir hayat tarzı, bir yaşama yöntemi, bir ilahi inşa projesidir. Ne ki o, bu fonksiyonunu, ancak insanda, insan eliyle gerçekleştirir. Çünkü bir proje me kadar mükemmel olursa olsun, hayata geçirilip uygulanmadığı zaman o projenin kimseye yararı yoktur.

Bu ilahi inşa projesinin mimarı Hazreti Peygamberin ta kendisidir. O söz konusu projeyi önce kendi varlığında içselleştirerek, vahyin gerçekleştirmeyi amaçladığı insan tipinin; “Model şahsiyeti” olmuştur. Vahyin projesini ciddiye alıp ona inanan hiç kimsenin, modeli göz ardı etme, peygamberden model olma işlevini sadece yaşadığı çağla sınırlama ya da görmezden gelme lüksü yoktur. (M.İslamoğlu, Üç Muhammed, Sh: 131, Denge yayınları)

2e− Sünneti kaynak olarak kabul etmezsek ne olur?
Sünnet inkar edildiği takdirde tek kaynak olarak Kur’an-ı Kerim kalacak. Bu durumda ya herkes Kur’an-ı Kerim’i okuyup anladığı şekilde davranacak. Nitekim bu hem dil açısından hem de toplumun tamamı göz önüne alındığında mümkün değildir. Mümkün olsa bile özellikle İslam’ın şartlarından olan ve ayrıntısı Kur’an-ı Kerim’de zikredilmeyen namaz ve zekat gibi ibadetlerde insan sayısı kadar ibadet şekli ortaya çıkar. Çünkü herkes hoşuna gideni, anladığını uygulayacaktır. Nitekim bu gün sünneti inkar edenlerin namazları birbirine uymuyor. Kimi sabah akşam birer rekat kılınır derken, kimi üç vakit diyor. Kimi bir rekat derken kimi iki rekat, kimi de dilediği kadar diyor. Hatta son zamanlarda; “Namazın Kur’an-ı Kerim’deki karşılığı olan salat kelimesi dua anlamındadır. O zaman dua edilse yeterlidir” diyenler bile var.

İkinci ihtimal ise bazı bilenlere müracaat edilmesi ve onların anladığının uygulanmasıdır. Bu durumda da normal insanlar resul konumuna çıkarılmış olacaklar. Vahyin kontrolünde hareket eden Peygamber efendimizin yerine sıradan yüzlerce insan çıkarılacak ve haliyle onların da içtihatları birbirine uymayacaktır. Bu her iki ihtimalde de aynen kabuğundan soyulmuş meyve gibi çok kısa sürede bozulur.

Sadece namaz ve zekat değil, bazı açık hükümler dışında ayrıntılarda ve bir çok genel meselede de başvuru kaynağı kalmaz, hukuk (şeriat/fıkıh) boşalır. Kur’an-ı Kerim bile; zorlama yorum, tevil ve hevasına göre hareket eden insanların “bence”yi esas alan yorumlarıyla halden hale girer.

Baştan beri yapılan tüm açıklamalarda sünneti inkar edenlere sadece kabul ettiklerini söyledikleri Kur’an-ı Kerim’den delil getirilerek sünnete uymanın gereği ve farziyeti anlatılmaya çalışıldı ve bu akli delillerle desteklendi. İkinci bölümde ise günümüzde sünnete uymanın önemi üzerinde durulacak.

GÜNÜMÜZDE SÜNNETE İTTİBA
Alimler sünneti üçe ayırmışlardır:

1− Kavli Sünnet (sözlü ifadeler)

2 −Fiili Sünnet

3 −Takriri Sünnet (sahabe tarafından yapılan bir işi veya söylenen bir sözü sükut ederek teyit etmesi)

Bunların doğurduğu sonuçlar da farz, nafile ve adatı hasenesidir. Farzı herkesin uygulama zorunluluğu var. Terkinde ise azap vardır. Nafileleri yapmakta büyük sevaplar var, ancak terkinde azap yoktur. Adet ve adablarını ise uygulama özellikle günümüz insanları arasında oldukça azalmış. Hatta bazıları arap gelenekleri diyerek sünnet olmadıklarını söyleyip uygulanmalarında bir hayır yoktur demişlerdir. Ancak alimler bunların da sünnet olduğunu söyleyip aşağıdaki faydalarını zikretmişlerdir.

Adaplarda Hazreti Peygambere uymanın faydaları:
1-Kendisi fıtrat üzere olduğu yüce bir ahlak üzere bulunduğundan tüm davranışları hikmete binaendi. Ayrıca insanların en akıllısıydı. En sıradan gibi görünen davranışında hikmet, maslahat ve dünya hayatının faydaları vardı.

2-Yemek yemek, su içmek gibi herkesin beşeri fıtrat gereği yaptığı davranışlarda sünnete uyması durumunda bu davranışlar da ibadet hükmüne geçer.

3-Fıtraten insanlar sevdikleri insanlara benzemek isterler. Hatta günümüzde gençler arasında gözlerinde büyüttükleri (sporcu, müzisyen vb) insanlara benzemek için büyük bir çaba var. Hal böyleyken bizim kendi nefsimizden daha çok sevdiğimiz sevgili peygamberimize (sav) her açıdan benzemeye çalışmamız bir yerde sevgimizin gereği değil mi?

4-Adablarda  Peygamber efendimize uyulmazsa başka bir yol takip edilir. O da ya hoşuna gideni yapmaktır ki bu da çoğu zaman maslahata uygun olmaz. Ya da bu günkü bilimin yol göstericiliğinde faydalı ve doğru dediklerini yapıp başkalarından kaçınmaktır. Ancak bu selametli bir yol değildir. Çünkü;

a-Bilim adamlarının dedikleri birbirine uymuyor

b-Bilim bu gün iyi dediğine yarın zararlı diyebiliyor

c-Çoğu şey için her fayda ile beraber bir de zarar zikrediyorlar.

Böyle olunca yollar çoğalıyor, tereddütler başlıyor. İnsan acaba hangisini yapayım diyerek şaşırıp kalıyor.

5-“Her dinin veya düşüncenin sembolleri ve işaretleri vardır. Peygamber efendimiz de (sav) yaşadığı dönemde kafir ve münafıklara muhalefet ederek İslam ve müslümanların sembollerini belirlemiştir. Bu gün bu tip şekli sünnetlerin ruhu kafirlere muhalefet etmektir” diyerek bu sünnetleri uygulamamak doğru değildir. Çünkü geçmişte her ne kadar sadece muhalefet amacıyla yapılmışsa da bu gün İslam’ın ve Müslümanların sembolü haline gelmişlerdir.

Özellikle kıyametin yaklaştığı bu dönemde yaşayan bizler için en selametli, doğru ve güvenli yol, sünneti seniyyeye her konuda yapışmaktır. Çünkü İslam toplumu içinde de fırkalar artmış, yollar çoğalmış, farklı düşünceler ortaya çıkmıştır. Küfür yok edemediği İslamı başkalaştırmak için yoğun bir çaba ve gayret içindedir. İslam’a ait olmayan şeyleri İslam’a dahil etmeye, en ehemmiyetli şeyleri de unutturmaya çalışıyorlar. Kimse başkasının yaptığını beğenmiyor, herkes aklına aşırı derecede güveniyor.

İşte bu aşırılıklara düşmemek için selametli yol, sünnet-i seniyyeye yapışmaktır. Peygamber efendimiz (sav) bu döneme işaret ederek;

“Fesad-ı Ümmetim zamanında kim benim sünnetime yapışsa, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir”

Ya Rabbi bize hakkı hak olarak göster ve hakka uymayı nasip et. Batılı da batıl olarak göster ve batıldan uzaklaşmayı nasip et.

Davamızın  sonu  Allah’a (cc) hamd etmektir.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.