Dr. Bekir TANK
Suriye mi, Türkiye mi? İnsan olmak, taraf olmaktır!
İnsanın değişmeyen bir özelliğinin altını çizerek söze gireyim: İnsan, taraf olan ve tarafını da kendi iradesiyle seçen bir varlıktır. İlk insan Âdem’den bugüne kadar bu böyle idi ve bugünden kıyamete kadar da böyle olacaktır. İnanmaktan inkâr etmeye, taptığımız ilahı birlemekten O’na ortak koşmaya, yemekten içmeye, giymekten gezmeye, sevmekten sevmemeye ve kısaca her eylemimizle tarafımızı belirtmiş oluyoruz. Çünkü insanız.
Taraf olmak çoğu zaman beraberinde karşı olmayı da getirir. Bu yazıda insanın dini, fikri ve siyasi taraf olması üzerinde kısaca durmak istiyorum. Bildiğiniz gibi, kişi din-ilah bağlamında neye-kime inanıyor ve tapıyorsa, tarafı da odur. Onun kimliğini, varsa kimliğini de iradesiyle yaptığı seçimler ve seçtiği taraflar oluşturur. Her seçimin ve her tarafın bir bedeli var, ama insanlar en kanlı bedelleri yaptıkları dini, fikri ve siyasi seçimler ve taraf tutmalar nedeniyle ödeyegelmişlerdir. İnsanın diğer bir özelliği de, bazen veya çoğu kez kendi iradesini ölümüne inandığı değerleri, ölümüne savunduğu düşünceleri ve ölümüne sevdiği şeyleri istismar etmek yönünde kullanmasıdır. Bazen aynı inançta olduklarını söyleyenlerin birbirlerini boğazlamaları ve aynı davaya inandıklarını söyleyenlerin bazen birbirilerini tasfiyeye kalkışmaları da bundandır. Nasıl ki, bir dinin haddizatında mükemmel olması, ona inananların da her zaman mükemmel oldukları ve her işlerini dine uygun yapacakları anlamına gelmez, bir anayasanın mükemmel olması da insanların ona uyacakları ve onu uygulayacakları anlamına gelmez. Çünkü insan nasıl ki, her an ve her yerde iyi bir şeyi yapma veya en azından yapmayı aklından geçirme iradesine sahip ise, aynı durum onun aksi yönde davranması için de geçerlidir. Zaten biz insanların hayatımız boyunca yaptığımız budur. İnsanın diğer bir özelliği de, iyiyi veya kötüyü yapmada birbiriyle yardımlaşmak veya birbirini bunları yapmaktan alıkoymaya çalışmaktır. Bütün insanlar, hangi din ve düşünceden olurlarsa olsunlar, herkes için aynıdır. Bu genel değerlendirmeden sonra konuyu kendimizle, yani Müslümanlarla sınırlayarak devam edelim.
Bugünün dünyasında, resmi rakamlara göre %99’u Müslüman olan ülkelerin bile rejimlerinin ne ölçüde İslami oldukları, dahası, bunların arasında İslam ile şu veya bu düzeyde savaşanların olması diğer bir gerçekliğimizdir. Bunun dışında birey, isterse grup, cemaat ve parti olarak da halimizi görüyoruz. Son yıllarda birbiriyle ciddi sorunlar yaşayan Suriye ile Türkiye’ye bakalım. Osmanlı’nın parçalanmasından sonra emperyalistlerin sınırlarını çizdikleri bu iki ülkedeki Müslümanların varlığı %80-99 arasındadır. Buna rağmen Suriye’de kanun-anayasa-rejim Baasçılık iken, Türkiye’de Atatürkçülüktür. İkisinin de önceliği toplumsal barış, kalkınma ve refah değil, milletin iradesinin hilafına bir tahakkümdür. Anayasaları da sivil değildir. Ama hakkını teslim etmek gerekir, Türkiye son yıllarda kendi anayasasını kıyısından köşesinden biraz sivilleştirdi. Ama milletin iradesinin de üstünde olan maddeleriyle birlikte darbe anayasası geçerliliğini koruyor. Türkiye’deki diğer bir olumlu gelişme de, dün Pkk terörü ile mücadele adına köy yakan, masum insanları evlerinden alıp meçhule götüren ve toplumun kendi dinini yaşamasına tahammülü olmayan ordunun bugün Türkiye halkının değerleri ile mütenasip, mazlumların eli, sesi ve gücü olma yönündeki mücadelesidir.
Türkiye’nin Rusya ve ABD’ninki kadar silahları yok, ama onlar Türkiye’ye karşı füzeleriyle değil, ancak milliyetçilik silahıyla etkili olabilirler. Buna karşı Türkiye’nin kullanacağı silahı ne Kemalizm’dir, ne laikliktir ve ne de emperyalistlerden tevarüs ettiği milliyetçilik! O silah adalettir ve din kardeşliğidir. Ki tarih adalet ve din kardeşliği ile kazandığımız nice zaferlere şahittir.
Kendi evimizde onurumuzla yaşamak istiyorsak eğer, coğrafyamızı işgal eden emperyalistleri yerli uşaklarıyla birlikte söküp atmaktan başka bir seçeneğimiz yoktur!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.