Abdullah KAVAN
Suriyelilerin Türk vatandaşı olması
Bir anda Suriyelilerin “Türkiye vatandaşlığı” gündeme geldi. Bu gündemi belirleyen ise Tayyip Erdoğan'ın açıklaması oldu. 6 yıla yakın bir zamandır bu konunun gündeme gelmemesi ve bir anda gündeme taşınması neyi anlatıyor? Aslında bu kadar mültecinin Türkiye'ye sığınacağı ön görülmemişti. Hatta Suriye savaşının ilk aylarında bu rakam 100 bini bulduğunda yeni formüller aranacağı söylenmişti. Hatta bu sayıyı kontrol altında tutmak adına Türkiye'nin “güvenli bölge” ısrarı kabul edilmemişti. Hala da “güvenli bölge” talepleri söz konusu… Savaşın 6 yıl gibi uzun bir zaman alacağını hiç kimse ön görmüyordu. Esed'in birkaç ay içerisinde gideceği ve muhaliflerin bir konfederasyonla iş başına geleceği hesaplanmıştı. Bu süre uzadıkça mülteci sayısı da artmaya başladı. Bu sayı milyonları bulunca, Türkiye'yi hem ekonomik, hem siyasi hem de sosyal alanda etkilemeye başladı. Her yerde olmazsa da birçok ilde siyasi ve ekonomik bazı dengesizlikleri ortaya çıkardı. Çünkü bunun tedbiri alınmamıştı.
Bu sürenin daha çok uzaması ve Suriye'de olumlu bir ışık görünmediğinden, farklı bazı adımların atılmasına sebebiyet verecek gibi. Oysa Avrupa ülkeleri yolun başında iken bu tedbiri almaya yönelik adımlar atmaya; hatta “vicdansızlığı” pahasına da olsa bu politikada ısrar etmeye devam etti. Kendi kapısına gelen mültecileri kabul etmeme adına bir tutum sergiledi ki içte ve dışta gelen baskılara dayanamayarak bir formülle bunu kabul etmek zorunda kaldı. Bu yükün çoğunu da Türkiye'ye yüklemek istediler. Mülteci konusunda Türkiye'yle anlaşmak yolunu seçtiler. Hatta ekonomik bir külfeti de göze alarak Türkiye'ye 6 milyar dolar gibi bir sözde bulundular. Aslında dışardan meseleye bakıldığında “Türkiye'yle, Avrupa arasında oluşan anlaşma, bire-bir takas yolunun onlara ne fayda sağlayacağı?” sorusuydu. Yapılan anlaşmada Türkiye Avrupa'dan ne kadar mülteci geri alacaksa, aynı şekilde bir o kadarını da gönderecekti. Bunda Avrupa'nın ne faydası olabilirdi? İşte bunun temel noktası; Avrupa mültecileri belirli bir kontrol altında tutmak ve onları faydalı hale getirme yoluydu. Kaçak gelmeyip de resmi olarak Avrupa'ya giriş yapanlar bir kayıt şekliyle giriş yapmış olacaklardı. Ve şu anda da bu şekilde giriş yapılıyor. Kamplarda toplanan bu mülteciler kategorize edilip onlara iş alanı açmak ana hedefleriydi. İş alanı açarken de o kulvarla ilgili 2-3 ve 5 yıl eğitime tabi tutuyorlar. İhtiyarlanan nüfusuna iş takviyesi yaparken, mültecilerin iş gücünden faydalanarak farklı alanlarda istifade ediyorlar. Bunun içindir ki Türkiye'den “ takas yoluyla” resmi bir şekilde mülteci aldılar.
Türkiye ise bunun tam tersi bir tabloyla Suriyelilere yaklaştı. İnsani olarak da yapılması gerekeni yaptı. Ancak bugün anlaşılan bu insani duyguyla birlikte bir sistem içerisinde onları alması gerektiği anlaşılıyor. Suriyeli öğrencilere verilen burstan tutun da ilaçlarına ve yardım desteğiyle birlikte devlet hanesine faydadan ziyade ek bir külfet oluşturdukları görülüyor. Mesela Türk vatandaşı olan bir öğrenci ortalama 400 TL burs alırken, Suriyeli bir öğrenci 1200 TL gibi bir rakam alabiliyor. Ya da ilaç alımında Türk vatandaşından yüzde yirmi katkı payı alınırken Suriyeli vatandaşlardan hiç alınmıyor. Buna benzer örnekler çoğaltılabilir… Bu da mültecileri gelir getirecek bir birey yerine sadece gider getiren bireyler haline getirdi. Bu noktadan sonra nitelikli şahısların tespit edilmesi ve bu şahısların vatandaş olma kararı tamamen ekonomik hesaplar doğrultusunda atılmış bir adım olarak görülebilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken tutum ise, bunların sosyal hayattaki etkilerine dikkat edilmesi gerçekliğidir. Özellikle bu tür şahısların terör yuvalarınca kullanılmak istendiğini göz ardı etmemek gerekir. Hükümet olarak bunları örgütün insafına bırakmamak gerekir. Hatırlanacağı üzere 6-8 Ekim olaylarında sahaya sürülen birçok Suriyeliye şahit olmuştuk. Kendi emellerince onları kullanmak istediler. Burada devlet-hükümete düşen görev doğrultusunda yapacağı; başta Suriyeli mülteci çocukları olmak üzere eğitim alanlarını iyi sağlamalı ve bu eğitim alanlarında maneviyatlarını şekillendirecek adımlar atmalı. Onları topluma ve insanlara faydalı bireyler haline getirecek alt yapıya önem vermesi gerekir. Avrupa gibi, sadece maddi boyutuyla onları değerlendirmemesi gerekir. Özellikle “Baas rejimi” ve “malum örgüt” tarafından manevi değerlerden uzaklaştırma çabalarının tam tersi bir yolla onlara hem maddi hem de manevi bir zemin hazırlamak en sağlıklı yol olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.