Tabiat Mucizesi
O ki; yedi göğü tabaka tabaka olarak yarattı. Rahman (olan Allah’ın) yarattığında hiçbir düzensizlik göremezsin. Haydi gözünü çevir hiçbir çatlak görecek misin?
“O ki; yedi göğü tabaka tabaka olarak yarattı. Rahman (olan Allah’ın) yarattığında hiçbir düzensizlik göremezsin. Haydi gözünü çevir hiçbir çatlak görecek misin?”
Allah-u Teala’nın yarattığı eşyalarda hiçbir kusur bulunamaz. Eşyanın zatındaki ahenk, muazzam derecede intizamlı olduğu kadar, diğer eşyalar ile olan ilişkisi de bir o kadar muazzamdır. Eşyaların hakikatini ve fiziksel yapılarını anlamak için bu zamanın teknik imkanları ile incelediğimizde, eşyaların adeta birer mucize olduğunu görecek, Yüce Allah’ın sonsuz ilmi karşısında hayretler içerisinde kalacak, bu engin mucize karşısında, “Subhanallah” diyerek “Ala kulli şey’in kadir” sırrına biraz daha yakın olacağız.
Tabiatın mucize olmasına değinmeden önce, Allah’ın birliğine, yegane güç ve kuvvet sahibi olduğuna dalalet eden mucizenin tanımına, açılımına, mucize-iman ve mucize ile insan ilişkilerine değineceğiz. Mucizeler; peygamberlerin davet yolunda, akli ve nakli delillerin kale alınmadığı durumlarda, Allahu Teala’nın peygamberlerine davalarının ispatını takviye etmek için izni dahilinde verdiği olağanüstü hadiselerdir. Bu konuya Kur’an-ı Kerim şöyle değinmektedir:
“Yemin olsun senden önce de peygamber gönderdik; onlara zevceler verdik. Halbuki Allah’ın izni olmadan hiçbir peygamberin mucize getirmesi mümkün değildir.” (Ra’d 38)
Yüce Allah, bu mucizelerle kafirlerin inkar yolunu kapatmıştır. Eski kavimlerin akıl-idrak gücünün zayıf olması ve şirk-küfür inançlarının mesnetsiz olmasından dolayı, Allahu Teala onların bu acizliklerini ve inkar perdelerini mucizelerle açmak istemiş ve iman etmeleri için fırsat tanımıştır. Mucizeler de kavimlerin rüştlük, mizaç, mevcut zamanın itibar gördüğü hadiselerin paralelinde vuku bulmuştur. Hz. Musa’ya asa verilmiştir. O dönemlerdeki Mısır Medeniyetinin sihir ve kahinlik ile sıkı sıkıya ilişkileri vardı. Allahu Teala ise Musa (as)’nın asası ile onların tüm sihirlerini boşa çıkarmış ve asanın mucize olduğunu göstermiştir. Yine İsrail oğullarının mizaçları bozuk olduğundan sürekli Hz. Musa’nın risaletine şüphe ile bakmış, Allahu Teala ise hiçbir kavme göstermediği mucizeleri onlara göstermiştir. Hz. İsa döneminde tedavi ilmi revaçta olduğu için Hz. İsa’ya tedavi ve ölüleri diriltme mucizesi verilmiştir. Üstad Bediüzzaman konuyla ilgili olarak şöyle demektedir:
“Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm zamanında sihir revacta olduğundan, mühim mucizâtı ona benzer bir tarzda geldiği; ve Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın zamanında ilm-i tıp revaçta olduğundan, mucizâtının galibi o cinsten geldiği gibi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâmın dahi zamanında Ceziretü'l-Arabda en ziyade revaçta dört şey idi:
Birincisi: Belâgat ve fesahat.
İkincisi: Şiir ve hitabet.
Üçüncüsü: Kâhinlik ve gaibden haber vermek.
Dördüncüsü: Hâdisât-ı maziyeyi ve vâkıât-ı kevniyeyi bilmekti.
İşte bu dört tabaka Kur’an’a kaşı kemal-i hayret ve hürmetle onun önünde diz çökerek şakirt oldular” (Mucizat-ı Ahmediye)
Bu mucizeleri Hz. Muhammed (as) zamanında daha net görmek mümkündür. Hz. Muhammed (as)’in Mirac mucizesi müşrikler tarafından da tasdik edilmişti, ancak inkarlarından dolayı iman etmemişlerdi. Şakk-ul Kamer hadisesine tüm müşrikler şahit olmuş, bunun bir mucize olduğunu anladıkları halde yüz çevirmişlerdi. Hatta Hz. Muhammed (as)’in günlük hayatında dahi mucize vuku bulmuştur. Mucizeler, Hz. Adem’den Hz. Muhammed (as)’e kadar olan zaman diliminde Allah’ın vahdaniyetini ispat için meydana gelmiş hadiselerdir. Bu dönemdeki insanlar, Allahu Teala’nın gücünü idrak edecek rüşte tam ulaşmadıklarından mucize ile bu durum telafi edilmiştir.
Nübüvvet silsilesi Hz. Muhammed (as)’in vefatı ile son bulmuş, bahse konu olan mucizeler de sona ermiştir. Ancak, Allahu Teala nübüvvet misyonunu tam ve kamil bir surette ifa edecek olan Kur’an-ı Kerim’in inzalini tamamlamış ve her asır için mucize olacak şekilde tüm insanlığa sunmuştur. Nasıl ki; Kur’an-ı Kerim’in hükmü, içtimai, sosyal ve hukuku olarak kıyamete kadar baki ise mucize olarak da bu tazeliğini korumakla birlikte sürekli yenilenmektedir. Kur’an-ı Kerim’in mucize olduğuna dair delil olarak şu ayeti kerimeyi örnek verebiliriz: “Kafirler, ‘Muhammed bize Rabbinden bir mucize getirmeli değil miydi?’ dediler. Onlara (en büyük mucize olarak) önceki kitaplarda olanların apaçık delili olan Kur’an-ı Kerim gelmedi mi?” (Ta Ha 33)
Arap toplumunda ve Mekke şehrinde özellikle şiir ve edebiyat had safhadaydı. Bazı müşrik şairler, Kur’an-ı Kerim’in belagatı karşısında hayretlere düşmüş ve bazıları Kur’an-ı Kerim’in beşer sözü olmadığını, bir mucize olduğunu ikrar etmişlerdir. Şüphesiz çağımızda ve günümüzde de Kur’an-ı Kerim’in belagat ve icaz yönleri tartışılmaz olarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte Kur’an-ı Kerim’in ilmi konuları, on dört asır önce verdiği haberlerin bu zamanda vuku bulması ayrı birer mucizedir.
Günümüzde akıl, ilim, delil, ispat gibi konular kale alınan hususlardır. Kur’an-ı Kerim’in ilmi konulara ışık tutması, insanların dikkatini çekmiştir. Birçok buluşa Kur’an-ı Kerim’de önceden işaret ediliyor olması bilim adamları tarafından değer görmüş, bazı gayr-ı Müslimleri de Müslüman yapmıştır. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de insanlara hitaben, “Hiç düşünmüyor musunuz” “Hiç akl etmiyor musunuz?” gibi yönlendirmelerle dikkatler eşyaya ve tabiata çekilmiş, tabiatının esrarının, gizeminin, harikuladeliğinin araştırılmasına teşvik edilmiştir. Bazen Kur’an-ı Kerim’de gizli manalar araştırılmış ve Kur’an-ı Kerim’in ilmi mucizeleri keşfedilmiştir. Mesela Rahman Suresinde şöyle buyrulmaktadır: “Ey cin ve insan topluluğu, göklerin ve yerin sınırlarından geçip gitmeye gücünüz yetiyorsa, haydi geçin gidin! Ancak bir kuvvet olmadan çıkıp gidemezsiniz.” Bu ayeti kerime bu zaman itibariyle insanoğlunun fezaya çıkabileceğine işaret etmektedir. Ayrıca yine aynı surede, “İki deniz birbirine kavuşmak üzere salıverilmiştir. Ancak aralarında bir engel vardır, birbirlerine karışmazlar.” Bu ayeti kerime de ilmi olarak tasdiklenmiştir. Bunun gibi daha nice ayetler vardır ki, insanoğluna Allah’ın varlığını, kudretini ve sonsuz ilmini izhar etmiştir. Günümüz insanları Kur’an-ı Kerim’i okuyup araştırdıkça bunun bir mucize kitabı olduğunu daha iyi anlayacaklardır.
Tabiatın kendisi başlı başına bir mucizedir. Günümüz teknolojisi ile çok uzak olan galaksileri, yıldızları yakınımıza getirecek ve bazı gezegenlere ulaşabilecek teknik imkanlara sahibiz. Vücut içindeki hücreleri, hücre içindeki organelleri görüp faaliyetlerini inceleyecek kadar teknik yönden gün be gün ilerlemekteyiz. Tüm bu hadiselere Kur’an-ı Kerim ışığında bakacak olursak, her tarafımız mucizelerle çevrilmiştir. Tabiatın bu yöndeki mucizelerini birkaç asır önce bilmek, kavramak mümkün olmadığı gibi, o zamanın imkanları ile bunları keşfetmek de olası değildi. Yüce Allah her asırda o zamanın durumuna göre deliller, burhanlar ortaya koymuş ve kendi birliğini kullarına göstermiştir.
Bu mucizelerin ortaya çıkarılmasına sebep olan etkenlerden biri de Allah’ı inkara dayalı materyalizmin mesnetsiz felsefi görüşleriydi. Allah’ın varlığını inkarı esas alan bu sistem; insan, tabiat ve kainatın yaratılışı hakkında bir çok tez ortaya attı. Bu tezlerini ispat için de birçok bilimsel araştırmalar yaptılar. Yapılan araştırmalar neticesinde kendi görüşleri bir bir çürümüş oldu. Bu sebeple bilim adamları da eşyaya, tabiata daha yakın durmaya başladılar. Tabiatın inceliklerini tetkik ettiklerinde muazzam yapısı karşısında hayretlere düştüler. Bu konuda birçok bilim adamı bu muazzamlığın tabiatın eseri olduğunu kabul etmenin akıldışı olacağını ikrar etti. İnkarcılar kurmuş oldukları tuzağa kendileri düştüler.
İnkarcılar, kainatın yaratılmasını tesadüf olarak değerlendiriyorlar. Tüm gözler kainatın yaratılış teorisine çevrildi. Yeni oluşan yıldızlar bu tez için kullanıldı. Kainatın sürekli genişlemesi ve Big Bang (Büyük patlama) teorisi ile evrenin yaratılışı hakkında büyük ipuçları elde ediliyordu. Bu teori, Kur’an-ı Kerim’in evren hakkında verdiği bilgi ile örtüşüyordu. Her yeni araştırma ya Kur’an-ı Kerim’den feyiz alınarak yapılıyor veya yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıkan neticeyi Kur’an-ı Kerim önceden haber vermiş oluyordu.
Her ne kadar Allahu Teala eski kavimlere gösterdiği mucize türünden bizlere göstermemiş olsa da bizlere de Kur’an-ı Kerim’in çağlar üstü icazını sunmuş ve gözümüzün önünde duran tabiattan ders ve ibretler çıkarmamızı istemekle, her an bir mucize ile karşı karşıya bırakmıştır.
İnzar Dergisi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.