Mehmet FIRAT
Taksim olaylarının düşündürdükleri
Bir haftayı aşkın bir süredir devam eden Taksim olayları, salt tepkisel bir hareket olmaktan öte Türkiye’nin sosyal ve siyasal durumu ile ilgili değerlendirmeler yapmaya imkân tanıyacak önemli ipuçları ve işaretler taşımaktadır.
Sağlıklı bir değerlendirme için öncelikle bu eylemleri yapanların kimliği konusunda saptamada bulunmak gerekiyor. Her ne kadar bazıları eylemcileri “partisiz, ideolojisiz, lidersiz” olarak göstermeye çalışsa da en azından ideolojik duruşları açısından bunun doğru olmadığı açıktır. Bilumum sol parti ve örgütlerin, ulusalcı Kemalistlerin, liberallerin boy gösterdiği eylemlerde ortak sloganın “Mustafa Kemal’in askerleriyiz.” olması bu noktada yeterli bir kimlik ibrazıdır. Seküler yaşam tarzına ve dünya görüşüne sahip bu kişi ve yapıların ortak paydası katı “ laikçi” olmalarıdır. Bunlar militan bir ruhla laikliği ve Kemalist Cumhuriyetin değerlerini koruma noktasında reflekslerini ortaya koymuş, meydanlara inmişlerdir.
Laikçilik refleksleri o kadar gelişkindir ki batılı ülkelerde bile daha katısı olan “alkol yasası” ile ilgili düzenlemeleri kutsallarına saldırı olarak addetmektedirler.
Taksim’de cami yapılması veya Ayasofya’nın ibadete açılması ihtimali bile onların tüylerini diken diken etmeye yetmektedir.
Cumhuriyet tarihi boyunca inanç ve ibadet hürriyeti hiçe sayılarak horlanmış ve dışlanmış çoğunluğun en temel insani ve İslami hak talepleri, bu bir avuç elitist kesimi rahatsız etmektedir.
Yıllardır ellerinde tuttukları iktidar erkinin kaybedilmesi ve mevzilerinin bir bir yitirilmesi bunları çılgına çevirmektedir.
Bu haleti ruhiye ile güç birliği yapan söz konusu kesimler daha önce Cumhuriyet mitinglerinde gördüğümüz senaryoyu tekrar sahneleme fırsatı yakalamışlardır. Bu kez daha hesaplı hareket edilmiş “kahrolsun şeriat”, “ordu göreve” sloganlarının yerine “çevre duyarlılığı” ve “yaşam tarzlarına saygı” temaları paravan olarak kullanılmıştır.
Velhasıl meselenin ağaç veya çevre meselesi olmadığı, ortada ciddi bir hesaplaşma niyetinin olduğu aşikârdır.
Sonuçta toplanan kitle, gayr-i meşru yollarla iktidara gelme hesabı içinde olanların iştahını kabartmıştır. Siyasi alanda varlık gösteremeyen ve iç çatışmalarla bölünme eşiğine gelen CHP, bu vesileyle nefes alma imkânı bulmuş, kısa da olsa “Tahrir” rüyası görerek moral kazanmıştır. Marjinal çete-örgütler bu sayede arz-ı endam etmiş, hınç ve kinlerini ortaya koyabilmişlerdir.
Eylemlerde dikkat çekici en önemli nokta, şiddetin zirve yapmasıydı. Polisin gazlı-coplu müdahalesi, gerekli gereksiz güç kullanımı yine sahnedeydi. Aslında bu tavır kamuoyunun ilk kez şahit olduğu bir durum değildi. Daha önceki toplumsal olaylarda da polisin keyfi bir şekilde orantısız güç kullanması sürekli tekrarlanmış ve tartışılmıştır. Hatta bu sebepten ölümle neticelenen olaylar olmuştur. Ancak bu olaylarda garipsenen durum, en az polis kadar göstericilerin de şiddete başvurmaları ve hiçbir sınır tanımamalarıdır. Sadece resmi araçlar değil yüzlerce sivil araç ve işyeri tahrip edilmiş, ambulanslar bile hedef alınmıştır. Sivillere yönelik saldırılar olmuş, tencere tava eylemleriyle insanlar tedirgin edilmiştir. Yapılanlar marifetmiş gibi sosyal medyada da şiddeti teşvik eden mesajlar ve görüntüler hızla yayılmıştır.
İşin daha da garibi gelen emirle polislerin bir anda çekilip Taksim Meydanı’nı göstericilere bırakmaları olmuştur. Daha önceki olaylarda görmediğimiz, alışkın olmadığımız bir tavırdı bu. Ne de olsa göstericiler arasında Şişli- Nişantaşı sakini elitler, sanatçılar, macera heveslisi şımarık zengin çocukları, sözü her yerde para eden seçkinler vardı. Onlara sıradan halk muamelesi yapılamazdı. Bu da onları tatmin etmemiş olacak ki Başbakan’a vekâleten Bülent ARINÇ mahcup bir eda ile özür dilemek zorunda kalmıştır. Bir kez daha “Haberal Yasası”nda olduğu gibi Türkiye’de hukukun üstünlüğünün değil üstünlerin hukukunun geçerli olduğu anlaşılmıştır.
Yazılı ve görsel medyada yine alışkın olmadığımız bir tavırla eylemciler aklanıp paklanmış, neredeyse aziz ilan edilmişlerdir.
Camilerde Kur’an dersi verenleri terörist kabul edip zindanlara tıkan sistem, etrafı savaş alanına çevirenleri haklarında takibat bile yapmadan salıvermiştir. Toplumun ıslahı için çalışan İslami STK üyelerine yüzlerce yıllık cezayı reva görenler, darbe heveslisi Vandallar karşısında ezilip büzülmüş, özür dilemişlerdir.
İslami yasal derneklere gidenleri tek tek takip edip tehdit ve şantajlarla gözdağı veren gayretkeş emniyet mensupları, bu eylemlerde kalkanlarını bile göstericilere terketmişlerdir.
Buraya kadar anlattıklarımız elbette ki meselenin bir boyutunu ortaya koymaktadır. Hükümetin süreçle ilgili politikası, Başbakan’ın olaylarla ilgili tavır ve üslubu ayrıca ele alınıp tartışılabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.