Takvim, Toplum Olmanın Gereğidir
İnzar Dergisi sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Mehmet Zeki Ergin, "Takvim bir toplumun oluşmasının temel gereğidir. Hicret ise büyük medeniyetlerin doğuşunun ilk adımıdır
Mehmet Laçin / İstanbul
Hicri takvime göre yeni bir yıla girdik. Hicri yılbaşı dolayısıyla, takvimin toplumlar için önemini, İslami takvimin belirlenmesinde hicretin rolü ve Cumhuriyet dönemi sonrası Hicri Takvimden Miladi Takvime geçişin arka planını İnzar Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Mehmet Zeki Ergin Hoca ile konuştuk.
Hicri takvime göre yeni bir yıla girdik. Hicri yılbaşı dolayısıyla, takvimin toplumlar için önemini, İslami takvimin belirlenmesinde hicretin rolü ve Cumhuriyet dönemi sonrası Hicri Takvimden Miladi Takvime geçişin arka planını İnzar Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Mehmet Zeki Ergin Hoca ile konuştuk.
Takvimin bir toplum olmanın gereği olduğunu dile getiren Ergin, “Hicret, İslami bir takvim oluşmasında dönüm noktası oldu” dedi.
Hicri takvime göre yeni bir yıla girdik. Hicri yılbaşı dolayısıyla, takvimin toplumlar için önemini, İslami takvimin belirlenmesinde hicretin rolü ve Cumhuriyet dönemi sonrası Hicri Takvimden Miladi Takvime geçişin arka planını İnzar Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Mehmet Zeki Ergin Hoca ile konuştuk. İşte Mehmet Zeki Hoca’nın dilinden Hicri Takvim ile ilgili merak edilenler:
Hocam öncelikle hicri takvimin belirlenmesinden söz edebilir misiniz? Böyle bir tarihe neden ihtiyaç duyuldu?
İnsanlar ve toplumlar için, hem birey olarak hem de toplum olarak işlerin düzenlenmesi açısından takvimler vazgeçilmez bir hal almıştır. İslamiyet’in ilk dönemlerinde böyle bir ihtiyaç kendisini belirgin bir şekilde hissettirmiyordu.
Kur’ân ve istisna bazı sahabelerin hadisleri kayıt altına almaları dışında devletin ve toplumun işlerini kayıt altına almamaları böyle bir takvime ihtiyacı belirginleştirmiyordu. Ama Hazreti Ömer döneminde böyle bir ihtiyaç hem hissedilmiş hem de bu ihtiyacın hissedildiği bir zamanda yaşanan bazı olaylar bu gerekliliği belirgin hale getirmiştir.
Yemen valisi Ya’la b. Ümeyye hazreti Ömer’e bir mektup gönderiyor ancak mektubun üzerinde ne gün var ne ay ne de yıl. Yine dönemin Basra Valisi Ebu Musa, üzerinde Şaban ayına ait olduğu ifade edilen bir senet göndermiştir. Ama yine bu senedin geçen yılki Şaban ayına mı, o yıla mı yoksa bir sonraki yıla mı ait olduğu ifade edilmiyor.
Hz. Ömer ise yıl ve zaman belli olmadığı için hüküm veremeyeceğini ifade ediyor. Tabi önceleri de şimdi 28 Şubat dönemi, 12 Eylül dönemi gibi önemli olaylarda kullandığımız gibi Ashap da Fil Vakası gibi önemli olayları örfi takvim olarak kullanıyordu.
Ama bir toplumun her bir ferdinin bir olayı ayrı bir başlangıç olarak baz alması toplum olma gereğine de aykırı duruyordu. Bu gereklilik ve yaşanan karışıklılığa binaen Hazreti Ömer durumu şuraya götürdü.
Ashaptan bazıları Yunan takvimini, bazıları ise Bizanslıların takvimini kullanmaktan söz ediyordu. Ancak Hazreti Ömer, Peygamber Efendimiz’den aldığı eğitimle dışarıdan ithal olan hiçbir görüşe açık değildi.
Bu esnada Hazreti Ali hicretin başlangıcının takvim olarak belirlenmesi görüşünü ortaya atıyor. Tabi ashap içerisinde Hicreti kullanma durumu örfi de olsa vardı. Bunun etkisi veya Hazreti Ali’nin hicretin önemine vakıf olmasından dolayı olsa gerek bu öneri kabul ediliyor ve Hicri takvim Müslümanların hem dini, hem milli hem de resmi takvimi haline geliyor.
TÜM MEDENİYETLERİN TEMELİNDE HİCRET VAR
Peki, Hocam, Mekke’nin Fethi, Nübüvvetin ilanı veya Efendimiz (s.a.v)in doğumu gibi birçok tarih belirlenebilirken neden takvimin başlangıcı Hicret olarak belirlendi?
Örneğin İslam tarihini konuştuğumuzda İmam Gazali’den önce veya sonra diye ifadeler kullanıyoruz. Ya da İran İslam İnkılabından önce ve sonra veya Mısır’da İmam Hasan El Benna’nın çıkışı öncesi sonrası diye ifadeler kullanıyoruz. Ashap açısından da hicret bambaşkaydı. Çünkü Hazreti Resulullah (s.a.v)’ın yöntemi de kararları da, dost ve düşmanlarıyla olan münasebetleri de başka bir alana kayıyor. Bunun etkisi olsa gerek Hazreti Ali bunu ortaya atıyor ve kabul görüyor.
Söylediğiniz tarihler de, özellikle Mekke’nin Fethi muhacirler açısından bambaşka bir olaydı. Sürüldükleri, işkence gördükleri, kaçmak zorunda bırakıldıkları yurtlarına büyük bir zaferle geri dönmüşlerdi. Yine Nübüvvetin başlangıcı insanlık için bambaşka bir olay.
Nübüvvetin başlangıcı ile ilgili çok büyük hadiselerden söz ediliyor. Resulullah’ın doğumu esnasında meydana gelen büyük mucizeler var. Bunlar çok önemli olaylar. Belki bizim kanaatimize bırakılsaydı. Bizim görüşümüze başvurulsaydı Nübüvvetin başlangıcı veya Resulullah’ın veladetini baz alırdık. Ama demek ki hicret bambaşkaymış. Sosyoloji uzmanı Ali Şeriati de bu kıyası yapıyor.
Yani bu kadar önemli olaylar da varken ashap bu görüşe neden karşı çıkmıyor? Şeriati buna karşılık diyor ki “Hangi medeniyete bakılırsa bakılsın illaki bir hicretten sonra meydana gelmiştir. İçinde hicretin olmadığı büyük bir medeniyet yoktur.” Arya ırkının hicreti ya da Türklerin Orta Asya’dan göçü veya Avrupalı çapulcuların Amerika kıtasına göçü de bu manadadır.
Bugün vahşileşmiş olsalar dahi Amerika, Roma büyük medeniyetlerdi. Yine Türklerin Avrupa ve Ortadoğu’da kurdukları İmparatorlukların evvelinde de hicret var. İslam Medeniyeti de hicretten sonra başlamış. Dolayısıyla toplumu ilgilendiren takvim gibi bir meselenin, toplumların medeniyet kurmasında en büyük faktör olan hicreti baz almasını daha da anlaşılır kılıyor.
Ashap bizim dikkatimizi daha önemli bir olaya çekmiş oluyor. Yani Hazreti Resulullah (s.a.v)’in doğuşu bir Peygamberin doğuşudur ama hicret İslam medeniyetinin doğuşudur.
Hicri takvimin toplumlar için özellikle de İslam âlemi için önemi nedir?
Bugün küresel çapta hareket eden devletler yılbaşlarına ayrı önem veriyorlar. Yani bir yılbaşı diğer bir deyişle takvimin başlangıcı geldiği zaman neredeyse kutlamalara dâhil olmayan hiçbir insan kalmıyor.
Küresel bir bayram haline gelmiş durumda. Medya bunu gündem yapıyor, devletler ise büyük bütçeler ayırıyor, insanlar da buna rağbet ediyor.
Bu bize takvimin bir toplum için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Hazreti Resulullah (s.a.v) yeni bir medeniyet kuruyor ve bu yeni medeniyetin taklit eden bir medeniyet olmasına müsaade etmiyor.
Hicri takvim Müslümanlar için bir medeniyetin göstergesidir. Belki bundan dolayı İslam’la mücadele edenler İslam’ı toplum içerisinden soyutlamaya çalışanlar ilk önce bunlara saldırdılar. İlk önce Kur’an harflerini kaldırdılar ondan sonra da takvimi kaldırdılar. Tabi bunun için değişik mazeretler öne sürüyorlar.
BİR TAKVİMİN KALDIRILMASI TOPLUMUN KÜLTÜRÜYLE BAĞLARINI KOPARMAKTIR
Müslümanlar için bu kadar önemli olan Hicri takvim neden kaldırılarak Miladi takvime geçildi?
Abdulkadir Turan Hocamız “Tarihimizi elimizden almak istiyorlar” adlı makalesinde bunu güzel izah etmiş. Yani bugün hicri yılın başlangıcı olduğunu bir bu işi takip edenler iyi biliyor. Bir de 60 yaşın üzerinde olan babalarımız dedelerimiz biliyor.
Toplumun geri kalanı bunu bilmiyor. Hicreti baz alan takvimin değiştirilip miladi takvimin yani Avrupai takvimin alınması bir toplumun kültürüyle bağlarının koparılmasını ifade ediyor. Şu an insanlar Ramazan’ın ne zamana denk düştüğünü veya Aşura’yı bir araştırmadan sonra öğrenebiliyorlar. Ama yılbaşını hiçbir araştırma yapmaya gerek duymaksızın biliyorlar. Veya Zafer Bayramı olarak ilan edilen 30 Ağustos’u herhangi bir araştırma yapmaksızın bilebiliyorlar.
Bu da toplumu Avrupa toplumuna bağlamış. Aslında takvime saldıranlar harflere veya giyime saldıranlar nereye saldırdıklarını çok iyi biliyorlardı. Güzel noktaları hedef almışlar ve güzel vuruşlar da yapmışlardır.
Hocam kavramsal olarak Hicret’ten söz edebilir misiniz? Hicret öncesi ve sonrası neler yaşandı? Hicret nasıl sonuçlar doğurdu?
Sosyolojik olarak Hicret bir medeniyetin doğuşudur demiştik.
Bununla beraber Resulullah hicrete yeni bir yorum da getirmiş. Bundan sonra için hicret yoktur. Mekke’den Medine’ye veya Diyarbakır’dan İstanbul’a hicret yoktur. Bu bir nevi Müslümanların olduğu yerde direnmek zorunda olduklarını onlara gösteriyor.
Veya bulundukları yeri düzeltmekle sorumlu olduklarını gösteriyor. Bulundukları toplum eğer İslam’a göre kurulu değilse ve İslam’ın istediği şekilde yürütülmüyorsa İslam’ın istediği şekle getirmekle yükümlü olduklarını ifade ediyor. Biz hadisi böyle anlıyoruz.
Resulullah (s.a.v), “Hicret bundan sonra günahlardan tevbe etmekledir” buyuruyor. Yani günahlardan ibadetlere geçmekledir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.