M. Şerif DURMAZ
Takvimimiz neden hicri değil
Müslümanlar olarak değerlerimizden uzaklaştıkça, İslam ve Kur'an'ın hükümlerini aramızdan çıkardıkça rahat edemiyor, huzurlu bir şekilde yaşamımızı sürdüremiyoruz. Bela ve musibetler başımızdan eksik olmuyor. Her yeni güne bizleri derinden üzen haberlerle uyanıyoruz. Sınırsız zenginlikler, envai çeşit nimetler ve teknolojik yeniliklere rağmen Müslümanca bir yaşam sürdürmekte zorlanıyoruz.
Asırlar boyunca insanlığa adaletle hükmeden İslam medeniyetinden yüz çevirip Batı medeniyetine döndüğümüzden beri bu haldeyiz. Kurtuluşu ve yeniliği Batı'da gören ve bizlere bunu dayatan despot ittihatçıların oyunlarına geldik. Bizi, dini ve örfi değerlerimizden uzaklaştırmak için denemedik yol bırakmadılar; Batı ile her türlü anlaşmayı yaptılar.
Batının hedefi belliydi; Müslümanları değerlerinden uzaklaştırmak, İslami simgeleri ortadan kaldırmak ve ittihatçıların eliyle Batı'nın kural ve adetlerini aramızda yaygınlaştırmak.
1922'lere kadar Batı yanlılarının dayatmalarına tamamen boyun eğmesek de, 24 Temmuz 1923'teki Lozan Anlaşması sürecinde çok şey değişti. Tarihte ilk kez resmi makamlar İslam'ın sembollerini toplum arasından kaldırma, hükümlerini yasaklama ve Müslümanların uygulamalarına son verme yoluna gitti.
Batıdan ithal edilen adet ve kanunlara uymamız konusunda bizlere baskı yapıldı. Direnenler ve karşı gelenler hain ilan edildi, her türlü zulme maruz bırakıldı. Tüm baskı ve zulümlere rağmen İslam'dan kopmamaya gayret ettik. Namaz ve oruç gibi ibadetlerden taviz vermedik, ezanımızı korumaya çalıştık. Ancak İslami hayatın idamesi için gerekli olan hükümlerde aynı hassasiyeti gösteremedik, bize çok ağır gelse de bazı konularda resmiyete ayak uydurduk.
Batı kanunlarıyla devlet idare edilmeye başlanınca İslami şiarlara savaş açıldı. Millete ve memlekete faydalı nesiller yetiştirme merkezleri olan medreselerimiz kapatıldı, dindar insanlar hedefe konuldu. Kıyafetlerimize müdahale edildi, harflerimiz değiştirildi. Ticaretimizi Batılı tüccarlar belirler hale geldi. Tatil günlerimiz, Batı'nın uygun gördüğü günler oldu. Siyasi, askeri, eğitim ve bilim alanında da Batılılaşmaya hız verildi.
İslam'ı çağrıştıracak her şeyi toplum arasından çıkarmaya niyetli olan Batı hayranı yöneticiler, 1 Ocak 1926'da Hicri takvimi kullanımdan kaldırıp yerine Miladi takvimi getirdiler. Hicri takvimin Müslümanlar arasından kaldırılması beraberinde birçok tavizi getirecekti. O yüzden Batı yanlıları için çok önemli bir adımdı ama Müslüman toplum bunun farkında değildi.
Yüz yıla yakındır Batı'dan ithal edilen kanunlarla devlet ve toplum idare ediliyor. Batı medeniyetinin hükümleri, devlete egemen olanların eliyle topluma empoze edilmiş durumda.
Batı medeniyetini benimsedikçe öz kültür ve değerlerimizden uzaklaştık, önceliklerimiz değişti, Batılılar gibi yaşamaya ve birçok alanda onları örnek almaya başladık. Aslında böyle olmak zorunda değildik, her şeye rağmen değerlerimizi muhafaza edebilmeliydik. İslam medeniyetinden yüz çevirmemeliydik.
Yüz yıla yakındır bu halde olsak bile, bundan sonra yaşamı bu şekilde sürdürmek zorunda değiliz. Yeni bir Hicri yıla girdiğimiz bu günlerde, her şeyden evvel Hicri takvimin toplum açısından ehemmiyetini idrak etmeli ve Müslüman bir birey olarak hayatımızı Hicri takvime göre şekillendirmeliyiz.
Ermeniler, Süryaniler, Rumlar ve kimi Yahudi toplulukları kendi simge ve adetlerini yüzyıllardır sivil olarak sürdürmektedirler. Bizler neden kendi simge ve alışkanlıklarımızı sivil olarak sürdürmüyoruz, yaşamımızda neden Hicri tarihi gözetmiyoruz. Bunun önünde her hangi bir engel var mı ki?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.