Tarafgir olmak kötü bir şey mi?
Dergi yazısı tecrübelerimden biliyorum, kalıcı olacak çalışmalar çok daha dikkat ve emek istiyor.
Kardeşlerim “İnzar” için yazı yazmamı istediğinde, zorlandığımı i’tirâf ediyorum. Çünkü, dergi yazısı tecrübelerimden biliyorum, kalıcı olacak çalışmalar çok daha dikkat ve emek istiyor. Köşe doldurmak için çalakalem gitmeye kalkınca, terle ıslanmış emek mahsûlleri arasında sizinki sırıtmaktan kurtulamıyor. Bizde ise, gerek yaşlılığın hâsıl ettiği hâlet-i rûhiye farklılığı yüzünden yeni yüklerden hoşlanmama tahammülsüzlüğü ve senelerin biriktirdiği yorgunluk, gerekse bunca yıldır kalem oynatılmasına rağmen hedef kitlemizdeki vurdumduymazlığın ve başıbozukluğun doğurduğu bezginlik; ağır çalışmalardan kaçma hissi uyandırmıştı. Ma'nevî mes’ûliyyetten korkma duygusu gálib geldi, o hissi narkozladım…
“İnzar”a verdiğim ilk çalışmadaki şu iki paragrafı bir daha hatırlayarak yeni yazıya başlayalım inşâallah:
“Firavun la’netlinin cesedinin bulunmasıyla berâber cihânı saran enâniyyet hastalığından Müslümanlar da nasîbini fazlasıyla almış görünüyor. Âhirzamânın mühim bir hassası olan ‘dünyâyı âhirete bilerek ve severek tercih ettirme’ hastalığı ehl-i îmâna da ârız olduğundan, sekülerleşme seline kapılanlarda îmânın tereşşuhâtı gözükmüyor; yâni ekser Müslümanlar ‘uhuvvet’ düstûrlarını mühimsemiyor. ‘Ben, ben, yine ben…’ anlayışı ferd planından cemâat zemînine ve ülkeler direksiyonuna hâkim oluyor.
“Hastalık müdhiş, bünyenin her tarafına sirâyet etmiş; lâkin hastaların kendilerinden haberleri yok! Çâre ise Kur’ân’dadır. Her Müslüman bu zamânın ‘Kur’ân dellâlı’ olan zâta kulak vermek zorundadır. Futbol takımı tutar gibi tarafgirlik, cemâatçilik, şahısçılık, bencillik fanatizmi bir kenara bırakılmadan bu hastalıktan kurtulma şansı bulunmaz. Uhuvvetin inkişâfı önünde en büyük üç engel olan ‘tarafgirlik, inad ve hased’ virüslerini aşağıdan yukarıya veyâ yukarıdan aşağıya bütün mekanizmalardan temizleme zarûreti vardır.”
Haydi bismillâh, bugünden tezi yok, bu virüsleri deterjanlamaya başlayalım. Alalım ele “tarafgirlik” mikrobunu. Mâdem ma'nevî bünyemizi tahrîb eden hastalıkların bir kısmı bu virüsle bulaşıyor, o zamân evvelâ onu iyi tanımamız gerekiyor. Zîrâ, ciddî “tedâvî”ye giden yol, sıhhatli bir “teşhîs”den geçmektedir.
Kendisini da'vâ sâhibi sayan kime kulak versek; şahsında da kusûr bulunma ihtimâlini düşünmek yerine, başkalarını “tarafgir” olmakla suçlama kolaylığını sezmekte zorlanmıyoruz. Neşterin ucunu azıcık da kıymetli zâtımıza batırmak neden zor geliyor acabâ?
Bizim cemâatimizden, tarîkatimizden, partimizden, hizbimizden olmayan bir Müslüman kardeşimiz İslâma ters düştüğünde efelenmek ve ona tavır almak kolay; peki, aynı kulvarda koştuğumuz bir arkadaşımız şerîata muhâlif bir harekette bulunduğunda da aynı tavrı alabiliyor muyuz? Yoksa, bizimkilerin hatâ yapmama imtiyâzı mı bulunuyor?
Bizimle aynı kulvarda koşan bir kardeşimizin İslâma uygun bir davranışını övmek zor değil; peki, bizim cemâatimizden, tarîkatimizden, partimizden, hizbimizden olmayan bir Müslüman kardeşimiz de şerîata uygun aynı o davranışı gösterse, onu da övebiliyor muyuz? Yoksa, bizim dışımızdakiler hiç iyi amel işleyemezler mi?
Adına “fanatiklik, taassub, tarafgirlik, ırkçılık” dediğimiz nesnenin ana ta'rîfi işte bu sınırlar içerisinde daha kolay anlaşılıyor. Senin yanındakilerin yanlışlarına da “yanlış” diyebiliyorsan, senin yanında olmayanların doğrularına da “doğru” diyebiliyorsan sevinebilirsin; çünkü sen “tarafgirlik” hastalığına yakalanmamışsın veyâ kurtulmuşsun. Mü’min kardeşler arasında “kin ve adâvet, nifâk ve şikák” doğuran hastalık virüslerinin biri olan “tarafgirlik” mikrobu öyle bir maraz-ı ma'nevîye yol açıyor ki; Allah korusun, kişiyi küfür bataklığına bile düşürebilir. Her türlü ırkçılığın temelinde bu virüs yattığı gibi; Allah Rasûlü (sav) Efendimizin sarîh ifâdeleriyle, kişiyi “küfür” bataklığına sürükleyen rûh hastalıklarından en mühimi de şu “ırkçılık” isimlisidir.
Döner bıçakları ve çivili sopalarla stadyumlara koşan futbol fanatiklerine bakmak, işbu “tarafgirlik” denen virüse bulaşanları görmek bakımından enteresan bir örnek sayılır.
Bilhassa Avrupa’da yaşayan Müslümanlar arasında gördüğüm tarafgirlik fiilleri, niçin İslâm dünyâsının ittifâk ve ittihâd edemediğini anlayabilmek için sıralanabilecek üzücü misâllerdir. “Başkasının câmisine gitmemek, başkasının medresesine gitmemek, başkasının tekkesine gitmemek” şeklinde müşahhaslaşan davranışlar, uhuvveti zedeleyen bu “tarafgirlik” hastalığının hangi eb’ada vardığını göstermesi bakımından bana çok çarpıcı geliyor. Allâh’ın anıldığı her yer “bizim” değil midir? Allâh’a ibâdet edilen her mekân “bizim” değil midir? Allâh’a uzanan her elin sâhibi “bizim vücûdumuzdan bir parça” değil midir? Biz neyin da'vâsını yapıyoruz?
Seni medheden zehir gibi bir kâfir veyâ münâfık hakkında müsbet kanâat taşıyorken, sana muârız olan melek gibi bir Müslüman kardeşini sû-i zanlarla karalamanın adına “tarafgirlik” deniyor. Bu çirkin his bizim içimizde de yer tutmuş mu, tutmamış mı? Gelin, kendimizi terâziye çıkaralım, kilomuzu öğrenelim!
Bir kalbe “tarafgirlik” mikrobu girdi mi, arkasından bütün kötü huylar akın akın sökün ediyor. “Sû-i zan”la perde açılıyor, “dedikodu, yalan, gıybet, iftirâ, sövme, hakáret” askerleri arş emrini alıyor. Ondan sonra da kalbler biribirinden soğuyor, aralara duvarlar çekiliyor, Sibirya ayazları rûhları donduruyor. İslâmın tutuşturduğu “muhabbet ve uhuvvet” ateşi alevlenemiyor ki, bu soğukluğu giderebilsin…
Şimdi başlıktaki soruyu bir daha soralım:
“Tarafgir olmak kötü bir şey mi?”
Gerek ferdî gerekse cemâatî bir muhabbetle “taraf” olmanın halâveti, tadı bizi aldatmasın. Ma'sûm bir “taraf olma” hissinin zamânla taassuba kaçarak “tarafgirlik” hâlini almasıdır ki; artık o hisse mağlûb olan Müslümanların bir araya gelmelerine açık kapı bırakmamaktadır. Aralara duvarlar örülüyor, telörgüler çekiliyor, hattâ ifrâta gidilerek mayın bile döşeniyor. Ülkemizdeki cemâatî yapılanmanın bugünkü hâline bakalım; sonra da adına “İslâm ülkesi” denen devletçiklerin biribirlerine takındıkları tavırları görelim; belki o zamân Bedîüzzamân Hazretlerinin niçin “tarafgirlik” denen virüse ehemmiyet atfettiğini idrâk edebiliriz.
Müslümanın Müslümandan başka dostu olabilir mi? Biribirlerine kesin dost olması gereken bu bir buçuk milyarlık kitlenin şahlanabilmesi, kendisini ezen müstevlî hegemonya çemberini kırabilmesi, ancak “tarağın dişleri gibi” omuz omuza vermekle mümkün olduğuna göre; o düzgün dizilişi sabote eden “tarafgirlik” virüsünün görüldüğü yerde ezilmesi elzem olmuyor mu?
Şimdi bunca lâf cambazlığından sonra size, “Tarafgir olmak kötü bir şey mi?” diye elbette sormayacağım. Akıllar ölmemişse, rûhlar sönmemişse, vicdânlar kezzâblanmamışsa; hiçbir îmân sâhibi bu virüsü müdâfaa edemez. Etmememiz lâzım. Tevhîd boyasının “ictimâî” sahaları da yeşertebilmesi, uhuvvetin mü’minler arasında hayât bulabilmesi, “İttihâd-ı İslâm” sancağının kıt’alar boyu yükselebilmesi; elleri kırılası kaltabanların içimize attığı pek çok mikroptan birisi olan “tarafgirlik” virüslerinin öldürülmesine bağlıdır.
“Îmân, uhuvvet, muhabbet” oklarını “gayret” yayı ile şu amansız düşmanın bağrına bağrına saplayalım. “Güzel”, kimden gelirse gelsin “güzel” bilinecek; “çirkin” ise kimden sudûr ederse etsin “çirkin” bilinecek. Böyle bir insaflı kalbe “tarafgirlik” virüsü musallat olabilir mi? Bu taassub kalkarsa, ayrılıklar kalır mı?
İnzar Dergisi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.