Tarih yapılan zulümlere şahitlik edecek!
25 Kasım 1925 tarihinde 671 nolu kanun ile çıkarılan şapka kanunuyla Türkiye'de yaşayan herkes şapka takmak zorunda bırakıldı.
BİTLİS - Bitlis'in Mutki (Motkan) ilçesine bağlı Kayran (Hersan) köyünün Çerxo mezrasında dünyaya gelen Nadir Baysal (88), "Şapka Kanunu"nu anlattı. Şapka kanunu çıktıktan 13 yıl sonra köyleri yıkılan Baysal, Kastamonu'ya sürgün edildi. Kastamonu'da Üstad Bediüzzaman ile tanışma şerefine nail olan Baysal, 4 yıl Üstad'ın hizmetinde bulundu.
Baysal Dede, "25 Kasım 1925 yılında 671 kanun numarasıyla TBMM'de şapka kanunu diye bir kanun çıkarıldı. Bu kanunla Türkiye sınırları içerisinde yaşayan her kez mecburi olarak bu gavur usulü şapka denen melaneti takmak zorunda bırakıldı. Bu şapkayı kendini Avrupalılara benzetmeye çalışan kesimler için kolay oldu. Ve hemen bu kanuna geçildi. Ama Avrupa'ya benzemek istemeyen, giyim ve kuşamları ile Hıristiyan âlemine uymayan duyarlı kesimler bu kanuna karşı gelerek şapkayı takmamaya çalıştılar. O dönemlerde iletişim ve ulaşım yoktu. Nerede ne olduğundan habersiz idik... Hele hele yaşadığımız Mutki'nin bu sarp köylerinde her şey den be haberdik. Ama bu kanunu duyduğumuzda bunun gâvur icadı olduğunu biliyorduk. Ve gâvur icadına karşı çıktık. Ama karşı çıkmanız bir şey ifade etmiyor. O zamanlar çıkarılan kanunlara uymayanlar hakkında yasal işlem yapılmıyordu direk idam ediliyordu. Ve kendinizi savunma hakkına sahip değildiniz. Hemen bir kanunla fes, takke ve sarık yerine bu gavur icadını kullanmamızı istemeleri ve bunu zorla dayatmaları kabul edilecek bir durum değildi. Ve bizlerde 8 yıl boyunca bu kanuna karşı mücadele ettik. Şapka takmadık. Bundan dolayı o zamanın rejimi ve güçleri şapka kanununa uymayan köyleri basarak zulüm ediyor ve insanlara zarar veriyorlardı. Gündüzleri köye gelen askerlerden kaçarak dağlara çıkıyorduk. 8 yıl boyunca bu zulüm devam etti" dedi.
Şapka kanununa uymadıkları için mezralarının yakıldığını ifade eden Baysal Dede, daha sonra ise sürgün edildiklerini söyledi. Baysal Dede, "1938 yılında köyümüz yakıldığında henüz 16 yaşlarında bir delikanlıydım. Aç, susuz ve perişan bir halde yollara koyulduk. Fakat bu yolculuk esnasında hayatımız tehlike altındaydı. Korkuyorduk; çünkü o gün şapka kanununa uymadığımız için en büyük sucu işlemiş ve düşman muamelesine tabi tutulmuştuk. Bu uzun ve yorucu yolculuğun sonunda Kastamonu'ya gittik. O dönemde Kastamonu'da küçük bir çay kahvesini işleten Vanlı çaycı Emin vardı. Onun yanında işçi olarak çalıştım. Bitlisli olduğumu öğrenince beni Üstat Bediuzzan Said Nursi'nin yanına götürdü. O zaman henüz 16 yaşlarındaydım… Üstadın bulunduğu yerin hemen karşısında karakol vardı ve Üstad ile görüşmek yasaktı. Bizde evin arka kısmından dönerek Üstad ile görüşüyorduk. Gelen misafirleri Üstada götürüyorduk. Henüz oraya yeni gitmem ve benden şüphelenmedikleri için Üstadın mektuplarını alıp postaneye götürüyordum. Bunu gizli yapıyordum. Postanedeki adam çok iyi bir insandı. Mektupları götürünce hemen alır sen git derdi. Fark edilmemi istemezdi. Kastamonu'da 4 yıl boyunca bu böyle devam etti. Daha sonra Üstad Ağır Ceza Mahkemesi tarafından idam edilmesi için Denizli'ye gönderildi. Bizde 1950 tarihinde tekrar yurdumuza döndük. Kastamonu'dan dönerken Mutki'ye yerleşmedik, Ahlat'ın Saka (Veştonk) köyüne yerleştik. Bir şapka uğruna sayısızca insan sürgüne gönderdi, binlerce insan zulme uğradı. Onlarca köy yakıldı. O dönemler acı, gözyaşı ve zulüm ile doludur. O gün yapılan zulüm ve dayatmalara Allah'ta şahittir. İnanıyorum ki o günün tarihi o zulme uğrayanlara Mahkeme-i Kübra'da şahitlik yapacaktır" dedi. (Şükrü Tontaş - İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.