Dr. Abdulkadir TURAN

Dr. Abdulkadir TURAN

Tarikat ve cemaatleri HEDEF ALMAK

15 Temmuz'dan çok önce piyasayı koklayıp FETÖ'nün Türkiye'ye hâkim olacağını düşünen, 15 Temmuz akşamı evine kapanıp sonuç ne olacak diye bekleyen bir kısım adam, ortam netleşince ekranlarda boy göstermeye başladı.

“Kripto FETÖCÜ” diye bir tabir üretildi. O kriptolar bunlar olsa gerek… Düne kadar FETÖ'den yediler, FETÖ mağdurlarına geçmiş olsun demekte bile sakınca buldular. FETÖ'nün herhangi bir tarikat ve cemaat aleyhindeki her tür propagandasını “Bu tarikat ve cemaatlerde her şey dönüyor” diyerek desteklediler. Zaman zaman o propagandaları yayınladılar. Abant'larda yer almamaktan yakındılar, Amerikalara kadar gidip diz çöktüler, “Biz onlardan değiliz” diye yalvardılar. Şimdi ekranlarda boy gösterip “Her tarikat ve cemaat FETÖ olmaya adaydır” türünden laflar ediyorlar,  geçmişten bu yana yanlarında kompleks içinde oturdukları ulusalcı sosyalist din karşıtları ile aynı söylemi bir kez daha paylaşmanın sevinci içinde dört köşe oluyorlar.

Bir kısmı, takva yurduna uğramamış ilahiyat akademisyeni, bir kısmı hayatı boyunca iki insanın ıslahına vesile olmamış ama binlerce insanın kafasını karıştırıp onlarla din arasına sözde “tevhidi/Kur'anî din” adına mesafe koyan geveze radikal, bir kısmı nerede para orada yer kapan köşe yazarı…

Oyun büyük…

Dün FETÖ eliyle durdurulan İslamî kurum ve yapılar, bugün FETÖ olmaya aday denerek etkisizleştirilmeye, küçültülmeye çalışılıyor.

Bazı tarikatlar Türkiye tarihinde belki ilk kez 15 Temmuz'da sokağa indiler, tankların karşısında durdular, şehidler verdiler ve 15 Temmuz Zaferi'nin kazanılmasında aslî bir rol oynadılar. Buna ödül verileceğine bu yapılar ekran propagandası üzerinden resmen cezalandırılıyor.

Cemaatler biraz daha sürekli bir kitleye sahip olsa da tarikat dergâhlarına uğrayanların çoğu ekrandan etkilenme potansiyeline sahip sıradan kişilerden oluşuyor, yayınları da onlar tarafından okunuyor. 15 Temmuz sonrasında yapılan ekran propagandaları yüzünden dergâhlar boşalıyor, tasavvufi yayınlar da okunma problemi yaşıyor. Sinsi bir el, yarın Allah korusun, bir 15 Temmuz daha söz konusu olduğunda sokağa çıkacak kimse kalmasın diye bir operasyon yürütüyor adeta.

İnsan, hayretler içinde izliyor. Türkiye'de domuz eti yedirme kampanyası yürüten bir gazeteci bile ekranların baş adamı haline geldi. Her gece çirkin yüzünü gösterip bunların hepsinin varacağı yer burasıdır, bu potansiyelle uğraşmak gerekir, diye nutuk atıyor. Hükümete yakın medyanın fikir sefaleti içinde bunun gibiler, ekranların en çok aranan isimleri oluveriyor. Sormaz mı mezardaki şu veya bu dergâhtan/cemaatten şehid, ben bu domuz sevdalısı böyle fütursuzca konuşsun diye mi vuruldum?

2011'den bu yana her gün şu veya bu şekilde darbe imasında bulunanlar, Amerika'ya, Batı'ya rağmen bu ülkede kimse iktidar kalamaz diye emperyalistlerin sözcülüğünü yapanlar, “Hiç tahmin etmediğiniz bir güç bunun önüne geçecek” türünden FETÖ'nün ordudaki yapılanması üzerinden tehdit savuranlar evlerinde huzur içindeler. Ne Cengiz Çandar ne Hasan Cemal ne Taha Akyol ne Mehmet Altan ne de operasyonel romancı Ahmet Altan soruşturmaya uğramıştır. Onlar, liberalizmin ayrıcalıklı neferleri olarak yerlerini korurken ve bu ara eskiden beri sağa yakın duran Taha Akyol dışındakiler mümkün oldukça gündemden uzak kalırken dün FETÖ'ye hedef olmuş olanlar, bugün darbe karşıtı olduğu için bir daha hileyle hedef yapılıyorsa siyaset ile tarikatlar arasındaki ilişki zedelenecektir.

15 Temmuz sonrasındaki ekran propagandası yüzünden tarikatların bir kez daha siyasi alandan çekilme ihtimali en güçlü şekilde vardır.  Bu durumda herhalde hükümet oy almak için dünün liberalleri yerine bugün ulusalcı sosyalistlerle birkaç radikal gevezenin kapısına gidiverecek. Onlardan alacağı oylarla yetinecektir. Bu nasıl bir siyasi hesap?

Hükümetin müşavirleri, siyasi sahaya inmeye zor ikna olmuş tarikat ve cemaatler gibi devasa kitleleri tekrar siyasete küstürecek bu şeytani akla nasıl kanıyorlar,  anlamak mümkün değil. Onların küsmesi, sizin bir daha iktidar yüzü görmemeniz demektir. Bunu nasıl anlamıyorsunuz? FETÖ yokken, Ergenekon var diyerek onların taleplerine kulak tıkadınız. Ergenekon gidince onları FETÖ mağdur ediyor dediniz. Şimdi FETÖ gitti, tekrar Ergenekon mu mağdur ediyor, diyeceksiniz? Bunun tutabileceğine inanıyor musunuz?

Radikal gevezelerin, tarikat/cemaat karşıtlığı ile ulusalcı sosyalistlerin tarikat/cemaat karşıtlığı 20. yüzyılın başında tekkelerin kapatılmasında uyuştuğu gibi bugün de uyuşuyor. Ama bunlar 20. yüzyılın başında aldıkları devlet desteğini bugün almamalıdırlar.

Cemaat ve tarikatlar, öylesine ortaya çıkmamış, devletlerin görevlerini yapmamaları karşısında toplumun ihtiyacını karşılamak;  devletlerin zalimleşmesi karşısında toplumlara sözcülük etmek üzere var olmuştur, var olmaya da devam edecektir.

Bütün mezhep imamlarının sivil ortamdan gelmesi bir tesadüf değildir. Onlar dün de resmi medreselerin eleştirilerine ve o ulema kılıklı zibidilerin hükümetleri onların üzerine salmasına rağmen çizgilerini korudular. Neticede kazanan ulema kılıklı zibidiler değil, onlar oldu.

Aynen ulusalcı sosyalistler gibi devletin her şeyin yerini tutacağını, bir İslam devleti kurulursa o devletin başka hiçbir yapıya ihtiyaç bırakmayacağını zanneden, bu yönüyle bir sosyalist kadar devrimci görünse de en az onun kadar da devletçilik peşinde olan radikal ‘dinci' gevezeler modern bir selefçilikle tarihten koptuklarından doğruyu ortaya koyamıyorlar.

İslam tarihinin ilk evresinde Müslümanların Emevî ve Abbasî yapısı karşısında içeride zulümle yüz yüze kalmaları, devlet eliyle sağlam bir akideden uzaklaştırılmaları ve dışarıya karşı korumasız kalmaları üzerine mezhepler gibi tarikatler ve sonraki dönemde cemaatler de ortaya çıkmaya başlamış, zamanla bu yapılar Müslümanların aslî kurumları hâline gelmiştir.

Bunların arasından sapanlar elbette vardır. Yezidiliğin dahi bir tarikattan doğduğu malumdur. Ancak birinin sapması, yoldan çıkması bu kurumlara yönelik düşmanlık sebebi olamaz, olmamalıdır.

İslam ülkelerinin Batılı modernizme kapıldıkları, Batılı özgürlükçülüğün bir sömürge aracına dönüştüğü bir dünyada Müslümanların iman, akide ve amelleri bu yapılar tarafından korundu. Modernleşen bir Osmanlı'da Şeyh Halid-i Zülcenaheyn çıkmasaydı, Mısır'da İhvan vücut bulmasaydı, Türkiye'de Üstad Said-i Nursi, Şeyh Esad Erdebilî, Süleyman Hilmi Tunahan, Mehmed Zahit Kotku resmi sürece boyun eğseydi bugün İslam toprakları ne hâlde olurdu? Ya da bugün Ergenekon/FETÖ mağduru Yusufiler olmasaydı Diyarbakır'da, Batman'da, Mardin'de sosyalistler hangi İslamî kurum ve şiarın ayakta kalmasına müsaade ederdi?

Dün Kurtuluş Savaşları'nı çalanlar, bugün 15 Temmuz destanını çalmak için dört koldan çalışıyorlar, çalışacaklar da ama bunlar arkalarında tarikat ve cemaatler sayesinde ayakta duranları bulmamalıdırlar. Aksi halde bu görülmemiş bir küskünlüğe yol açabilir.

Tarikat ve cemaatler, sabır ehlidir, kimi zaman Yusuf oldular, zindanlara atıldılar, kimi zaman aşağılandılar, kimi zaman yerlerinden edildiler. Ama küstükleri an kolay ikna edilemediler. Onları küstürmekten endişe duymadan siyaset yapanların aklında problem olmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.