Tebük Tevbekârları
Yaptığı hatadan dolayı pişmanlık duyup tevbe eden birinin/birilerinin hikâyesidir bu… Yunusî bir kalple Yaradan’a iltica ile Eyyubî bir teslimiyetle sabrın an be an teceddüdüdür bu
Yaptığı hatadan dolayı pişmanlık duyup tevbe eden birinin/birilerinin hikâyesidir bu… Yunusî bir kalple Yaradan’a iltica ile Eyyubî bir teslimiyetle sabrın an be an teceddüdüdür bu… Yakubî bir aşkla yanıp İbrahimî bir anlayışla yaşamanın adıdır bu… Ve Muhammedî bir bağlılığın ihlâsla hücrelerde yaptığı infilakın hadisesidir bu… Diğer bir deyişle Tebük tevbekârlarının nesilden nesle ulaşan ibretlik vakıalarının fotoğrafıdır bu…
Uzun ve meşakkatli bir seferdir Tebük… Mevsim yaz… Sıcaklar kavurucu… Kumlar ayak, güneş baş yakmakta. Gölgelikler nefisleri celbetmekte… Yol uzun, hasat mevsimi… Resulullah (sav) yola çıkmış. Ashab yola çıkmış. Binek bulamayanların gözlerinden yaşlar boşalmakta. Kimi de yaya düşmüş yollara.
Medine… Bir imtihana daha tanıklık edip tarihe kaydedilmek üzere geride kalanların durumlarını not etmede… Kimi münafıklık edip kınamada, kimi de hata edip günahkârlar sınıfında. Ama hata büyük, vicdanlar mengeneye alınmış. Yol iki, başka da yok… Ya hataya devam ya pişmanlığı izhar ve sonuçlarına katlanma… Kısacası şeytanla mücadelede tuş zamanı…
Resulullah (sav) ve ashab savaştan dönmüş, kimi yalan mazeretler uydurup işten sıyrılma derdindeyken, kimi nefs-i levvameyi ayaklar altına alıp Resulullah (sav)’ın huzurunda saygıyla ve de muhabbetle diz çökmüş durumda. Biri Mürare b. Rebi, biri Hilal b. Ümeyye ve bir diğeri Kâb b. Malik…
“Nihayet Resulullah (sav)’a geldim. Kendisine selam verdiğimde öfkeli bir tebessümle tebessüm etti. Sonra bana “Gel” diye emir verdi. Yürüyerek geldim, önüne oturdum. Bana, “Seni geri bırakan nedir?” bineğini satın almamış mıydın?” diye sordu. “Eğer senin dışında birinin yanına otursaydım bir bahane uydurarak öfkesinden kurtulmayı düşünürdüm. Bir mücadele verirdim. (Kendi kendime çok düşünüp mücadele ettim) Fakat sonunda inandım ki bugün sana hoşnut olacağın bir yalan söylersem muhakkak Allah Teala seni bana (daha sonra) mutlaka kızdıracaktır. Şayet sana doğruyu söylersem, bu hususta bana kızacaksın, fakat ben bunun Allah katında affa mazhar olmam için elverişli olacağını umarım. Allah’a yemin olsun ki, benim bir özrüm yoktu. Yine Allah’a yemin olsun ki, bu gazada senden geri kaldığımda hiç bu kadar boş, meşguliyetsiz ve eli bol durumda olmamıştım” dedim. Allah Resulü (sav), “Muhakkak ki bu, doğru söylemiştir. Senin hakkında Allah hüküm verinceye kadar kalk, git” dedi. Kalktım, Seleme oğullarından bazıları koşup peşime geldiler ve “Allah’a yemin olsun ki bundan önce senin bir günah işlediğini bilmiyoruz. Geride kalanların beyan ettikleri gibi Allah Resulü (sav)’ne özür beyan etmekten aciz kaldın. Hâlbuki Allah Resulü (sav)’nün senin için mağfiret dilemesi, bu günahın için sana yeterdi” dediler. Allah’a yemin ederim ki bana o kadar serzenişte bulundular ki, dönüp kendi kendimi yalanlamak istedim. Sonra onlara, “Benim bu yaptığımı kimse yaptı mı?” diye sordum. Onlar “Evet, iki kişi daha senin gibi yaptı. Ve senin söylediğini söylediler. Sana söylenen onlara da söylendi” dediler. Ben, “Kimdir bu iki kişi?” diye sordum. “Mürare b. Rebi’ el-Amirî ve Hilal b. Ümeyye’dir” dediler. Ve Bedir’de bulunmuş güzel ahlak sahibi salih iki kişiyi anlattılar. Bana o ikisini söyledikleri zaman dönüp gittim.
Allah Resulü (sav), Müslümanların (Tebük gazvesinden) geri kalan üç kişiyle konuşmasını yasakladı. İnsanlar bizden uzaklaştı ve bize karşı değiştiler. O kadar ki yeryüzü bana garip gelmeye başladı. Sanki burası benim tanıdığım yeryüzü değildi. Bu şekilde 50 gece kaldık. İki arkadaşım evlerinde ağlayarak oturup kaldılar. Ben o topluluğun en genci ve güçlüsüydüm. Müslümanlarla beraber namazda hazır bulunuyor, çarşılarda dolaşıyordum. Kimse benimle konuşmuyordu. Namazdan sonra Allah Resulü (sav), meclisinde otururken yanına varıyor, selam veriyor ve kendi kendime “Selamımı almak için dudaklarını hareket ettirdi mi ettirmedi mi” diyordum. Sonra ona yakın bir yerde namaz kılıyor gizlice ona bakıyordum. Namaza durduğum zaman bana bakıyor, kendisine döndüğüm zaman ise yüz çeviriyordu. Müslümanların benden uzaklaşmaları bu şekilde uzayınca yürüdüm ve Ebu Katade’nin -amcam oğlu olup benim için insanların en sevimlisi idi- duvarına tırmandım ona selam verdim. Allah’a yemin olsun ki selamımı almadı. Ona, “Ey Ebu Katade, Allah için söyle, benim Allah ve Resulünü sevdiğimi biliyor musun?” dedim. Sustu, tekrar Allah’ın adını vererek sordum, yine sustu. Üçüncü kere Allah’ın adını vererek sordum. “Allah ve Resulü en iyi bilendir” dedi. Gözümden yaşlar boşaldı, geri döndüm ve duvara tırmandım. Ben Medine çarşısında yürürken Şam Nabatilerinden Medine’ye satmak için yiyecek getiren biriyle karşılaştım. “Kâb b. Malik’i kim gösterir?” diyordu. İnsanlar beni ona göstermeye başladılar. Geldi ve bana Gassan kralından bir mektup getirdi. Ben okuma yazma bilen olduğum için mektubu okudum. Şunlar yazılı idi. “Bundan sonra, aldığımız habere göre Allah seni horluk, hakaret yurdunda kılmamışken arkadaşın Muhammed sana cefa ediyormuş, gel bize katıl, seni rahata erdirelim!”
Mektubu okuduğumda işte bu da imtihandır, dedim ve onu fırına atıp yaktım. Nihayet 50 gecenin 40 gecesi geçtiği zaman bir de gördüm ki Allah Resulü’nün habercisi bana geliyor: “Allah Resulü senin, karından ayrılmanı emrediyor!” dedi. Onu boşayayım mı, yoksa ne yapayım diye sordum? “Bilakis ondan ayrıl. Ona yaklaşma,” dedi. İki arkadaşıma da bu emrin aynısı gönderilmişti. Hanımıma: “Ailene git ve bu hususta Allah hüküm verinceye kadar onların yanında kal” dedim.
Hilal bin Ümeyye’nin hanımı Allah Resulü’ne varıp: “Ya Resulallah, Muhakkak ki, Hilal güçsüz, kuvvetsiz bir ihtiyardır, hizmetçisi de yok, ona hizmet etmemi kerih görür müsün? diye sordu da: “Hayır, fakat sana asla yaklaşmasın” buyurdu. Kadın, “Allah’a andolsun ki onda hiçbir şeye karşılık hiçbir hareket yok. Vallahi senin bu emrin vuku bulduğu günden bu yana devamlı ağlıyor,” dedi.
Ailemden bazısı bana ‘hanımın konusunda keşke Resulullah (sav)’tan izin isteseydin. Hilal bin Ümeyye’nin karısına, kendisine hizmet etmesi için izin verdi,’ dediler. Ben: ‘Allah’a andolsun ki ben bu hususta Resulullah (sav)’tan izin istemeyeceğim, ben genç birisiyim. Ben kendisinden izin istediğim zaman Allah Resulü’nün bana ne söyleyeceğini bilmiyorum,’ dedim. Bizimle konuşmayı yasaklamasından itibaren on gecelik süre de tamam oldu. Sonra ellinci gecenin sabahında bizim hakkımızda buyurduğu gibi bütün genişliğine rağmen yeryüzü dar gelmiş bir vaziyette otururken Sel dağına çıkmış birinin en yüksek sesiyle: “Ey Kâb b. Malik, müjde!” diye bağırdığını duydum, secdeye kapandım ve anladım ki bir ferahlık (keder ve üzüntüden kurtuluş) gelmiştir. Allah Resulü, sabah namazını kıldığı sırada Allah’ın bizim tevbemizi kabul buyurduğunu ilan etti. İnsanlar bana ve iki arkadaşıma müjde vermeye geldi.”
İnsanlar Kâb’ı tebrik ettiler, ama o tebrikleri kabul etmeden Resulullah (sav)’ın yanına gitti. En büyük terbiyecisi olan Allah elçisi ona: “Ananın seni doğurduğu günden şimdiye kadar günlerin en hayırlısıyla seni müjdeliyorum!” dedi. Kâb ona: “Ya Resulallah, bu af senden midir, yoksa Allah katından mıdır?” diye sorunca Resulullah (sav): “Hayır, bilakis Allah katındandır” dedi.
Kalbi şüphelerden arınıp temizlenen Kâb, Allah ve Resulü (sav)’nün rızası için bütün malını sadaka olarak verdi. Fakat Resulullah (sav)’ın ona: “Malının bir kısmını kendine bırak” demesi üzerine, Hayber’de ele geçirilen ganimetten kendi payına düşeni yanına alıkoydu, geri kalan mallarını sadaka olarak verdi.[1]
Elli gecelik imtihan sona ermiş; şeytan, aveneleriyle beraber bir kez daha mağlub olmuştu. Mü’minler bir kez daha Allah’ı razı etmenin mutluluğunu yaşıyordu. Medine’nin kara taşları Allah’a ve Resulullah’a nasıl iktida edilmesi gerektiğini öğreten ‘yıldızlar’ın mücadelesine hürmetle saygı gösteriyordu. Sufilerin dediği gibi “Kişide zillet ve boynu büküklük meydana getiren bir hata, onda nazlılık meydana getiren taatten daha hayırlıdır.”
“Evet, cennet ucuz değil, iki hayatı imha eden küfr-ü mutlaktan kurtarmak, bu zamanda pek çok ehemmiyetlidir. Bir parça meşakkat olsa da şevk ve şükür ve sabırla karşılamalı.”[2]
İnzar Dergisi
[1] Son Peygamber Hz. Muhammed (sav), Prof. Dr. M. Ebu Zehra
[2] Şualar
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.