Hasan SABAZ
Tekfir meselesi
Suriye’de Baas güçlerinin yanında muhaliflere karşı savaşan Mihraç Ural’ın kim olduğunu kamuoyu az çok biliyor.
Mahir Çayan ve arkadaşları tarafından kurulan THKP-C, onların öldürülmesinden sonra birkaç parçaya bölündü. Bu parçalardan biri de “THKP-C Acilciler” örgütü idi ve lideri Mihraç Ural’dı.
Mahir Çayan ve arkadaşları tarafından kurulan THKP-C, onların öldürülmesinden sonra birkaç parçaya bölündü. Bu parçalardan biri de “THKP-C Acilciler” örgütü idi ve lideri Mihraç Ural’dı.
Marksist örgüt, Filistinli Marksist örgütlerle beraber de çalıştı. 12 Eylül darbesinden sonra kısa süreli bir direniş gösterdi, ama yöneticileri Suriye’ye gidince fiili olarak tasfiye oldu.
Mihraç Ural, 12 Eylül darbesinden bir ay önce gittiği Suriye’de iyi bir ortam buldu.
Hem Arap’tı, hem Nusayri, hem de Marksist. Suriye istihbaratıyla beraber çalıştığı söylendi, ama nedense şimdiye kadar kimsenin dikkatini çekmedi. Önce polislik yaptı, sonra asker oldu.
Suriye, radikal Marksist örgütler için iyi bir sığınak oldu yıllarca. PKK’nin hem kampları hem de yönetici kadroları Baas’ın gözetiminde işlerini yürüttüler. DHKP-C’nin de bir ayağı Şam’daydı. Sabancı suikastı sanığının Şam’da teslim alındığını hatırlıyoruz.
Mihraç Ural, şimdilerde Hatay ve çevresindeki Aleviler üzerinden hesaplar yapıyor.
Alevileri Türkiye devletine karşı ayaklanmaya davet ediyor.
Basında açıklamalarını yayan etkili bir kesimin olduğundan haberdar olduğundan adrese teslim mesajlar gönderiyor.
Son açıklamasına takıldım.
“Yavuz Sultan Selim, kâfir oğlu kâfirdir” diyor Mihraç Ural.
Yine bir tekfir vakası!
Tekfircilik kötü bir şeydir; ama seküler yaşam tarzına sahip materyalist ideoloji mensuplarının üzerinde daha bir iğreti duruyor.
İşin daha garibi, ne söyleyen ne de sözün muhatapları “kâfir” sözünü önemseyen tipler değil.
Ama oltayı atıyor Ural.
Tarafgirlikten gözleri kör olmuşların kulaç attığı bir denizde her oltaya takılacak balıklar bulunur maalesef.
İlkelerimize parçacı zihniyetle yaklaştığımızdan dolayı oluyor karmaşa.
Marksist birinin “tekfirci”liğine gülüp geçmemiz gerekirdi, ama maalesef bu dili biz veriyoruz onların ellerine.
Tekfircilik, inanç ve kültürümüze yabancı bir olgu; o yüzden yabancılaşmanın artmasına, farklı zihin dünyalarına, ötekileştirmeye neden oluyor.
Mezhebin, meşrebin, cemaatin sınırlarını keskinleştiriyor, duvarlarını yükselttikçe yükseltiyoruz.
Kur’an’dan ve sünnetten anladığımızı Kur’an ve sünnetin kendisi sanıyor, tevillerimizi akideleştiriyor, farklı tevilleri “yanlış” diye değil, “küfür” diye tanımlıyoruz.
Tekfirle cehaletimizi gizliyor, nefsimizi kutsadığımızı göremiyoruz.
Ortada bir yanlış var ve ısrarla biz o yanlışı görmeme eğilimindeyiz.
İmam-ı Gazali “Tevilde tekfir yoktur” derken çok önemli bir ilkeyi bize hatırlatmaktadır. Gazali’nin dediği gibi “Tekfir için açık bir nassın inkârı gerekir.” Ona göre bir nass konusunda yapılacak yanlış bir tevil için “yanlış, hata, sapma” diyebiliriz, ama tekfir edemeyiz.
İmam Nevevi de âlime düşenin tekfir etmemek için birden yetmişe kadar mazeret aramak olduğunu söyler.
Peygamberlerin ve Peygamberimizin yolunu takip eden âlimlerin görüşü bu yöndedir. Tevhid tarihi boyunca övülen ümmet, “vasat ümmet”tir.
Peygamberler insanları ötekileştirmek, tecrit etmek, cehenneme itmekle değil, şefkat ve merhamet kanatlarını açarak onları cennete çağırmakla görevliydiler.
Kimi zulüm yönetimleri yüzünden İslami değerleri dumura uğramış insanların uyandırılması için çaba harcanmalıdır.
Ortada günahların yaygınlaştırdığı bir fesad rüzgârı vardır ve insanlar bilinçsizce bu rüzgârın önünde savruluyorlar.
Davetçi; izah etmek, ikna etmeye çalışmak ve uyarmakla görevlidir. Aslolan, cehaletin izalesi ve yanlışların ıslahı için çaba harcamaktır.
Rabbim, aziz İslam davası için çalışan muslih ve muvahhid davetçileri görebildiğimiz ve göremediğimiz ordularıyla desteklesin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.