Mirza ARAS
Tekkeyi bekleyen çorba içemez
Karınca kararınca sivil toplum etkinliklerinde yer almaya çalışıyorum; kimi zaman eğitim veren konumunda, kimi zaman da eğitim alan… Sadece eğitim de değil, yardımlaşma, sosyalleşme ve diğer pek çok alan, devletlerin hantal kurumlarına bırakılamayacak kadar önem arz etmektedir ki geçmişten günümüze özellikle İslami yapılar bu faaliyetleri ile toplumsal bütünleşmeye büyük katkıda bulunmuşlardır.
Kırkına merdiven dayamış mütedeyyin bir insan olarak şahsıma ve çevremdeki farklı camialara mensup pek çok akranıma baktığımda şahsiyetimizi, imam-hatip benzeri herhangi bir resmi örgün eğitim kurumundan değil, sivil toplum kurumlarındaki fedakâr ağabeylerimizin model yaşantılarından aldığımızı söyleyebilirim. Kaldı ki 80'li, 90'lı yıllarda tabela STK'cılığı anlamında kurumsal kimlikler de yoktu, ama bir dernek, bir vakıf ismiyle müsemma olmasa da cemaatler, camialar toplumsal hayatın her alanında somut bir şekilde varlığını hissettiriyordu.
Camiler, kitapevleri, çay ocakları her yer cıvıl cıvıldı, her yer arı kovanı gibi. Derken önce 28 Şubat Süreci yaşandı, belki tankların Sincan sokaklarından geçmesi yollara bir zarar vermedi ama İslami camialara büyük bedeller ödetildi. Bedelden kastım bazı Müslüman şahsiyetlerin maddi olarak bedeller ödemesi, hürriyetlerinin ellerinden alınması değil. Zira Müslümanlar şehadete uzanan bedelleri göze alarak arzın imarı, neslin ıslahı için yola çıkmışlardı.
Bedelden kastım eğitim, yardımlaşma ve davet noktasında yaşanan 28 Şubat fetret döneminin son yıllarda etkisinin daha da acı bir şekilde görülmeye başlaması. Bugün on beş yıllık muhafazakâr bir iktidara rağmen otuz yaş altı neslimizin dindarlaştığı söylenemez. Tam aksine dinden uzak bir gençlik ile karşı karşıyayız. Siyasi boyutunu bir tarafa bırakarak sivil toplum boyutunu irdelemek istiyorum.
2002'deki AK Parti iktidarı üzerine İslami yapılar hızlı bir dernekleşme sürecine girdi. Günümüze geldiğimizde ortalama bir Anadolu kentinde yüzlerce, belki binlerce dernek olduğunu siz de müşahede ediyorsunuzdur. Ancak ne geçmişin camilerini bulabiliyoruz, ne arı kovanı gibi kitapevlerimizi, ne de İslami sohbetlerin duman duman tüttüğü çay ocaklarımızı. Peki neden?
Sanırım pek çok STK kendilerini dernek vakıf binalarına, taş duvarlara hapsetti. Birçoğu haftalık sohbetlerini iki haneli katılımcılarla sürdürmekle, birkaç çocuk-genç sohbet grubuna sahip olmakla yetindi.
Çocuk, genç hatta yetişkin sohbetleri birer cuma vaazına dönüştü. Böyle olunca belki yaşlılar, hadi zorlayalım orta yaşlılar da, haftalık programları aksatmamaya çalıştı ama gençler ve çocuklar sohbete, derneğe, vakfa gelmez oldu. Acı bir gerçek ancak pek çok insan devam ettiği derneğine çocuğunu götüremez oldu.
Maksadım geçmişe güzellemeler yazıp günümüze hicviye düzmek değil tabii ki. Ama bir yerlerde yanlış yapıyoruz sanırım. STK'larımız bir nevi emekliler kahvehanesine dönüştüyse; sen, ben, bizim oğlan dışında yeni simalarla kurumlarımızı şenlendiremiyorsak, geç olmadan durum değerlendirmesi yapmalı değil miyiz?
Gençlerle, çocuklarla iletişim kuramıyorsak suçlu gençler mi, yoksa o gençlere hitap edemeyen STK'lar mı, yani bizler miyiz? Eğer STK çalışmalarımız cuma sohbeti kıvamını aşamıyorsa, çocuklarımızı karşımıza alıp onlara vazünasihat etmenin ötesine gidemiyorsak korkarım tekkede, pardon dernekte çorba içecek insan bulamayız.
Not: Değerli dostlar, iş yoğunluğu nedeniyle yazılarıma birkaç ay ara vermek durumundayım. Allah'a emanet olun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.