Menderes YILDIRIM
Terörizm üzerine
Terörizm; felsefî Doktrinler Sözlüğünde, “kanunların ötesinde sınırsız özgürlüğü hedefleyen doktrin” olarak tanımlanır.
Bu tanımın muhatapları; halk dediğimiz sesiz çoğunluk ve statükoların nezdinde farklı olabiliyor. Özellikle Müslüman ülkelerde bu sebepten “cüceleştirilmiş devler, devleştirilmiş cüceler” türüyor; genel tarihin yeniden yazılması gerekiyor.
Üstad Necip Fazıl buna; “Bize kalan aziz borç, asırlık zamanlardan;/ Tarihi temizlemek sahte kahramanlardan” diyor. Demek ki borçluyuz. Borcun da huyu batsın; “alınır ama verilmez” gibi bir huyu vardır.
Her ümmetin dengesini bozan tarihi olaylar, süreçler vardır. Tarihin tozlu raflarından bir türlü indirilemeyen bu dosyalar; dahilde, meşruiyeti anarşizme ezdirmiş; hariçte de global terörizmin malzemelerinden olmuş; savaş, göç, katliamlar; zalim ve mazlumları doğurmuştur.
Peygamber ve Raşidin Hulefa'nın yönetimlerinde ve şahsiyetlerinde tecelli eden aslında tarihin ilk “cumhuriyet” yönetimiydi. “İşini farklı bilen memurlardan(!)” sonra başımızda sultanlar türedi. Derken sultanlar, İslam'ın meşru tarihi oluverdi. Uyanlar taltif edildi, uymayanlar damgalandı. “Müfsidu fi'l erd, asi, ‘adû, baği, fitne, melun, zındık, kafir, şaki, eşkıya ..” diye yaftalandılar. Yanlış anlaşılmasın, kastımız mazlumu bu kavramlarla yaftalayan korsanlardır.
Osmanlıdan sonra gelen “Milli Şefler; Hicaz Şeyhleri; Saddamlar, Kaddafiler, Sedatlar, Sisiler, Esedler…” aynı geleneğin farklı versiyonları ve kendi halklarına “aziz borçlar; sahte kahramanlar” bırakmışlardır. Enteresandır, bunların alayının yaptığı stratejik kelime ve kavram tanımları hep aynıdır. Kurguları basit, taktik aynı; meseleyi anlama yerine halkı suçlayıp cezalandırmışlar.
Kavramlar güncelleşti. “Terörist, terörizm, fanatik, aşırı, köktenci, cihatçı(?); terör örgütü..” gibi. Bunlara karşı istikrarın yanında olmak, bunlarla mücadele etmek de farzdır; ama mazlum ve zalimi tanımladıktan sonra.
Hakkı, hak sahibine teslim etmek; ama dokunamıyoruz. Yolda kutsal Hindistan inekleri; koruyucu yazılı ve sözlü yasalar var. Kişi ve kurumlar da dinleme yerine ceza ve infaz yolunu seçebiliyorlar.
Müslüman ülkeler için eskiyi örnek verelim: 1865'lerde, “yerleşik hayata geçmek istemeyen göçebe Avşar aşiretlerini ikna için başında Cevdet Paşa'nın bulunduğu bir Heyet-i Islahiye görevlendirilir; ama bunun dışında daha yetkili, ahval dinlemeyen Fırka-i Islahiye'nin Müşir Derviş Paşa'sı var. Paşa; “töremizi unutmayız, çadırlarımızı kaldırtmayız; bineksiz, tüneksiz, pusatız, avratsız olmayız..!” diyen göçebe halkı dinlemeden kararını vermiştir.
“İngiliz kışkırtmasıyla büyük bir devlet kuracaklar” düzmece raporlarıyla dayatma ve savaşı seçer. Kozan Beyi Yusuf'u linçle öldürerek cesedini konağının önüne asar. Sonrası; asker ve halkta “katliamlar, sürgünler ve kolera…İşte Dadaloğlu'nun ilgili ruh hali:
Ağlayı ağlayı Dadal'ım söyler/ Vefasız dünyayı şu insan n'eyler/ Bir yiğidi bir kötüye kul eyler/ Şimden sonra yaşaması güç oldu”Bir de isyan şiirinden:
“Belimizde kılıcımız kirmani/ taşı deler mızrağımızın temreni/ hakkımızda devlet etmiş fermanı/ ferman padişahın dağlar bizimdir.”
Dağ ve ovalar hepimizindir; ama birileri sadece bir yere mecbur edilirse “ayıptır, günahtır, cinayettir” derim.
İşimizi ve hesabımızı bileceğiz. Batı insanı, küfür ve zulmün odağı olduğu halde, huzurludur; Müslüman memleketler ise terör ve cehalet içinde yüzüyor, boğuşuyor. “Deşmeyelim bunların yaralarını, hassaslarını” diyeceğimize; akl-ı selim, basiret ve adalet diyeceğimize, halka ve Hakk'a rağmen kanunlar dayatıyoruz. Olmadı, olmuyor işte.
Lanetli terör elbette vardır; teçhizat ve tedbir şarttır; ama genel kadrosuyla cahiliye dönemine dönmüş olan İslam âleminin kendine gelmesi ve kendini bulması da farzdır. Çünkü hesap bilmeyen kasap, ne satır bırakır, ne masa ve çünkü kaş yaparken hep göz çıkarıyoruz; yetti! Vesselam!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.