Tohumlarımızı İslam Suyuna ve İman Işığına Tabii Tutarak Yetiştirelim!
Bugün bir muvahhit aile yuvası kurmak isteyen kişi, her şeyden önce kaleyi içten koruyacak olan bir kadın bekçi bulmak zorundadır.
Bugün bir muvahhit aile yuvası kurmak isteyen kişi, her şeyden önce kaleyi içten koruyacak olan bir kadın bekçi bulmak zorundadır. Ve bu bekçi kadın kocasının beslendiği düşünce kaynağı olan İslam ile beslenmelidir.
Zeyd bin Eslem (r.a) anlatır:
“Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyunuz!” (Tahrim / 6) Ayeti kerimesi nazil olduğunda Ashab-ı Kiram; “Ya Resulullah! Kendimizi koruyabiliriz. Ya ehlimizi, ailemizi nasıl koruyacağız?” Diye sordular. Resulullah (s.a.v) şu cevabı verdi: “Onlara Allah’a kul olmayı, taat ve ibadeti emredersiniz. Allah’a isyan etmekten ve günah işlemekten de nehy eder yani alıkoyarsınız, işte bu onları korumak demektir.”
Şüphesiz ki, her mü’min nasıl ki kendisini doğru yola götürmek ve kalbini ıslah etmek mecburiyetinde ise çoluk çocuğunu da doğru yola sevk ederek; ailesini de öylesine ıslah etmek mecburiyetindedir. Zira kendi inandığı davayı ilk tebliğ edeceği kişiler ailesi içinde bulunan fertlerdir. Çünkü onun vazifesi, akide kalelerinden biri olan yuvasını içten kurtarmaktır. Ancak böyle bir eylemde başarılı olmak için Müslüman bir babanın yanı sıra mutlaka Müslüman bir annenin de olması gerekir…
Dolayısıyla sadece erkeklerden müteşekkil bir İslam cemiyeti kurma çabası boş bir çabadan öteye geçmez. Ve bu noktada mü’min erkeğin vazifesi kat kat artıyor. Dünyanın cazibedar tesirinden önce kendini sonra çoluk çocuğunu koruyarak cehennem ateşinden kurtarması gerekiyor. Bunun için mü’min erkek, yükünün ağırlığını idrak etmeli ve ilk İslam toplumunda yetişmiş olan büyüklerinin sarf ettiği gayretinin en az birkaç mislini sarf etmelidir.
Bugün bir muvahhit aile yuvası kurmak isteyen kişi, her şeyden önce kaleyi içten koruyacak olan bir kadın bekçi bulmak zorundadır. Ve bu bekçi kadın kocasının beslendiği düşünce kaynağı olan İslam ile beslenmelidir. Bunun için erkek birçok şeyi feda edecektir. Belki, zengin bir kadının malını… Belki de cazibesini ve güzelliğini… Bütün bunları geçerek yerine Müslüman bir aile kurmasında yardımcı olacak ve bir İslam kalesini inşa ederken ona destek olacak mü’mine bir kadın arayacaktır…
Binaenaleyh yeniden bir İslami diriliş olmasını isteyen anne ve babalar da ellerinde bulunan ilahi emanetlerin, bu diriliş bünyesinin birer dokusu olduğunu bilmelidirler. Bu bağlamda gerek erkek, gerek kız çocuklarına hiçbir şey öğretmeden önce bu ilahi daveti öğretip ona göre hazırlamalıdırlar. Özelde de kadınlar bu topluluğun olmazsa olmazlarıdır. Çünkü yetişecek neslin koruyucusu onlardır. Geleceğin tohumu ve meyvesi onlardan yetişecektir. Zira geleceğin Muhammedlerini, İsalarını ve Hüseyinlerini doğurmak için bizler bugün tevhid çadırları altında sıhhatli bir akideye sahip olarak Amineleri, Meryemleri ve Fatımaları yetiştirmeliyiz.
Bu anlamda şöyle bir geriye baktığımız zaman, Saadet Asrındakilerin durumu bizim şu anki bulunduğumuz durumdan çok daha kolaydı. Nitekim o zaman Medine’de, İslam’ın hâkim olduğu Müslüman bir toplum kurulmuştu. İslam’ın o tertemiz düşünceleri beşeri hayatlara hâkimdi. Bu nezih düşünceden doğan prensipler tatbik ediliyordu. Gerek kadınlar, gerek erkekler için, başvurulacak yegâne mercii Allah ve Resulüydü. Herkes Allah’ın ve Resulü’nün hükmüne müracaat ediyordu. İşte böyle bir topluluğun mevcut olması ve bu topluluğun düşünce ve gelenekleri bu esaslara göre ayarlanmış olması münasebetiyle, kadının kendisini İslam’a göre ayarlaması gayet kolay oluyordu.
Erkekler için de durum aynı derecede kolaydı. Kadınlarına iyiliği emredip kötülüklerden nehy ederek onları İslam nizamının gereklerine göre terbiye edebiliyor ve çocuklarını buna göre yetiştirebiliyorlardı. Ancak bugün durum çok daha vahim!
İşte böyle bir zamanda ebeveynler; “Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakacağı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun” hakikatini çok daha iyi idrak ederek çocuklarını tıpkı bir tohum misali toprağa atıp onu İslam suyuna ve iman ışığına tabi tutarak yetiştirmelidirler. Aksi taktirde çocuklarımız her geçen gün yeni bir teknoloji tuzağına düşerek kendi benliklerini onun sınırları içerisinde kaybedip gidebilirler.
İslami herhangi bir hassasiyeti olmayan ebeveynler dahi çocuğunun uyuşturucu kullanmasını, kumarbaz olmasını, hırsızlık yapmasını, yalan söylemesini yani halkın deyimiyle ‘negatif bir çocuk’ olmasını istemez iken; böyle bir tablo karşısında emr-i ilahiyeye boyun eğmiş ebeveynlerin durumu daha zor ve tahammülsüz olur. İşte böyle bir noktaya gelmeden onlara; Allah’ın birliğinden sonra şerre karşı en kuvvetli silah olan ibadet silahıyla savaşmayı öğretmek için elimizden gelen gayret ve çabayı sarf etmeliyiz…
Her konuda olduğu gibi bu konuda da Allah-u Teâlâ, Müslümanlara Lokman (a.s)’ın oğluna nasihati ile çocuklarını nasıl terbiye etmeleri gerektiğini hikâye yoluyla şöyle öğretmektedir:
“Hani Lokman oğluna öğüt verirken şöyle demişti. Oğulcuğum Allah’ a şirk koşma, çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür. Oğulcuğum hakikat ki yaptığın iyilik ve kötülük bir hardal tanesi kadar bile olsa, hatta kayanın kovuğunda veya göklerde yahut yerin dibinde gizlenmiş olsa dahi Allah onu getirir (meydana çıkartır ve hesabını sorar). Oğulcuğum namazını dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülüklerden vazgeçirmeye çalış. Sonra bu emir ve nehiy sebebiyle sana isabet edecek şeylere de sabret. Çünkü bunlar kesinlikle emredilen işlerdendir. İnsanlardan kibirlenerek yüz çevirme, yeryüzünde şımarık yürüme, zira Allah kibirlenen ve övünen hiç kimseyi sevmez. Yürüyüşünde de acele etme, kibirlilik edasında da ağırlık etme. Alçak gönüllüce ve mutedil ol, konuşurken de sesini yükseltmeyip sesini alçalt, çünkü seslerin en çirkini merkep sesidir.” (Lokman / 13-19)
Neticede şüphesiz Müslüman bir nesil İslam ümmetinin yegâne arzusudur. Dolayısıyla siyasi iradeler böyle bir misyonu yüklensin ya da yüklenmesin bu nesil; tuğlasının iman, harcının ihlas ve tamamının İslam üzere inşa edildiği Müslüman ve muvahhit aile yuvalarından doğacaktır inşallah…
Zehra Ayhan / Nisanur Dergisi – Eylül 2012
“Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyunuz!” (Tahrim / 6) Ayeti kerimesi nazil olduğunda Ashab-ı Kiram; “Ya Resulullah! Kendimizi koruyabiliriz. Ya ehlimizi, ailemizi nasıl koruyacağız?” Diye sordular. Resulullah (s.a.v) şu cevabı verdi: “Onlara Allah’a kul olmayı, taat ve ibadeti emredersiniz. Allah’a isyan etmekten ve günah işlemekten de nehy eder yani alıkoyarsınız, işte bu onları korumak demektir.”
Şüphesiz ki, her mü’min nasıl ki kendisini doğru yola götürmek ve kalbini ıslah etmek mecburiyetinde ise çoluk çocuğunu da doğru yola sevk ederek; ailesini de öylesine ıslah etmek mecburiyetindedir. Zira kendi inandığı davayı ilk tebliğ edeceği kişiler ailesi içinde bulunan fertlerdir. Çünkü onun vazifesi, akide kalelerinden biri olan yuvasını içten kurtarmaktır. Ancak böyle bir eylemde başarılı olmak için Müslüman bir babanın yanı sıra mutlaka Müslüman bir annenin de olması gerekir…
Dolayısıyla sadece erkeklerden müteşekkil bir İslam cemiyeti kurma çabası boş bir çabadan öteye geçmez. Ve bu noktada mü’min erkeğin vazifesi kat kat artıyor. Dünyanın cazibedar tesirinden önce kendini sonra çoluk çocuğunu koruyarak cehennem ateşinden kurtarması gerekiyor. Bunun için mü’min erkek, yükünün ağırlığını idrak etmeli ve ilk İslam toplumunda yetişmiş olan büyüklerinin sarf ettiği gayretinin en az birkaç mislini sarf etmelidir.
Bugün bir muvahhit aile yuvası kurmak isteyen kişi, her şeyden önce kaleyi içten koruyacak olan bir kadın bekçi bulmak zorundadır. Ve bu bekçi kadın kocasının beslendiği düşünce kaynağı olan İslam ile beslenmelidir. Bunun için erkek birçok şeyi feda edecektir. Belki, zengin bir kadının malını… Belki de cazibesini ve güzelliğini… Bütün bunları geçerek yerine Müslüman bir aile kurmasında yardımcı olacak ve bir İslam kalesini inşa ederken ona destek olacak mü’mine bir kadın arayacaktır…
Binaenaleyh yeniden bir İslami diriliş olmasını isteyen anne ve babalar da ellerinde bulunan ilahi emanetlerin, bu diriliş bünyesinin birer dokusu olduğunu bilmelidirler. Bu bağlamda gerek erkek, gerek kız çocuklarına hiçbir şey öğretmeden önce bu ilahi daveti öğretip ona göre hazırlamalıdırlar. Özelde de kadınlar bu topluluğun olmazsa olmazlarıdır. Çünkü yetişecek neslin koruyucusu onlardır. Geleceğin tohumu ve meyvesi onlardan yetişecektir. Zira geleceğin Muhammedlerini, İsalarını ve Hüseyinlerini doğurmak için bizler bugün tevhid çadırları altında sıhhatli bir akideye sahip olarak Amineleri, Meryemleri ve Fatımaları yetiştirmeliyiz.
Bu anlamda şöyle bir geriye baktığımız zaman, Saadet Asrındakilerin durumu bizim şu anki bulunduğumuz durumdan çok daha kolaydı. Nitekim o zaman Medine’de, İslam’ın hâkim olduğu Müslüman bir toplum kurulmuştu. İslam’ın o tertemiz düşünceleri beşeri hayatlara hâkimdi. Bu nezih düşünceden doğan prensipler tatbik ediliyordu. Gerek kadınlar, gerek erkekler için, başvurulacak yegâne mercii Allah ve Resulüydü. Herkes Allah’ın ve Resulü’nün hükmüne müracaat ediyordu. İşte böyle bir topluluğun mevcut olması ve bu topluluğun düşünce ve gelenekleri bu esaslara göre ayarlanmış olması münasebetiyle, kadının kendisini İslam’a göre ayarlaması gayet kolay oluyordu.
Erkekler için de durum aynı derecede kolaydı. Kadınlarına iyiliği emredip kötülüklerden nehy ederek onları İslam nizamının gereklerine göre terbiye edebiliyor ve çocuklarını buna göre yetiştirebiliyorlardı. Ancak bugün durum çok daha vahim!
İşte böyle bir zamanda ebeveynler; “Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakacağı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun” hakikatini çok daha iyi idrak ederek çocuklarını tıpkı bir tohum misali toprağa atıp onu İslam suyuna ve iman ışığına tabi tutarak yetiştirmelidirler. Aksi taktirde çocuklarımız her geçen gün yeni bir teknoloji tuzağına düşerek kendi benliklerini onun sınırları içerisinde kaybedip gidebilirler.
İslami herhangi bir hassasiyeti olmayan ebeveynler dahi çocuğunun uyuşturucu kullanmasını, kumarbaz olmasını, hırsızlık yapmasını, yalan söylemesini yani halkın deyimiyle ‘negatif bir çocuk’ olmasını istemez iken; böyle bir tablo karşısında emr-i ilahiyeye boyun eğmiş ebeveynlerin durumu daha zor ve tahammülsüz olur. İşte böyle bir noktaya gelmeden onlara; Allah’ın birliğinden sonra şerre karşı en kuvvetli silah olan ibadet silahıyla savaşmayı öğretmek için elimizden gelen gayret ve çabayı sarf etmeliyiz…
Her konuda olduğu gibi bu konuda da Allah-u Teâlâ, Müslümanlara Lokman (a.s)’ın oğluna nasihati ile çocuklarını nasıl terbiye etmeleri gerektiğini hikâye yoluyla şöyle öğretmektedir:
“Hani Lokman oğluna öğüt verirken şöyle demişti. Oğulcuğum Allah’ a şirk koşma, çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür. Oğulcuğum hakikat ki yaptığın iyilik ve kötülük bir hardal tanesi kadar bile olsa, hatta kayanın kovuğunda veya göklerde yahut yerin dibinde gizlenmiş olsa dahi Allah onu getirir (meydana çıkartır ve hesabını sorar). Oğulcuğum namazını dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülüklerden vazgeçirmeye çalış. Sonra bu emir ve nehiy sebebiyle sana isabet edecek şeylere de sabret. Çünkü bunlar kesinlikle emredilen işlerdendir. İnsanlardan kibirlenerek yüz çevirme, yeryüzünde şımarık yürüme, zira Allah kibirlenen ve övünen hiç kimseyi sevmez. Yürüyüşünde de acele etme, kibirlilik edasında da ağırlık etme. Alçak gönüllüce ve mutedil ol, konuşurken de sesini yükseltmeyip sesini alçalt, çünkü seslerin en çirkini merkep sesidir.” (Lokman / 13-19)
Neticede şüphesiz Müslüman bir nesil İslam ümmetinin yegâne arzusudur. Dolayısıyla siyasi iradeler böyle bir misyonu yüklensin ya da yüklenmesin bu nesil; tuğlasının iman, harcının ihlas ve tamamının İslam üzere inşa edildiği Müslüman ve muvahhit aile yuvalarından doğacaktır inşallah…
Zehra Ayhan / Nisanur Dergisi – Eylül 2012
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.