Toplumu Ayakta Tutan, Aile!

Toplumu Ayakta Tutan, Aile!

Şimdilerde bırakın eşlerin birbirine ısınıp kaynaşmasını, eşler aynı çatı altında, birbirine iki düşman gibi davranır oldu… İki yabancı! Çabuk eskitiyoruz artık aile ilişkilerimizi. Oysaki her gün sokakta yüzlerce insanın kahrını çekip, tebessüm ediyoruz.

Kulluk yolculuğu dediğimiz şu dünyada, erkek ve kadın olmak üzere aile hayatında bir imtihan salonundayız… Günümüzde çok büyük bir sancıdır aile olmak ve ne yazık ki büyük yıkımlar yaşıyoruz aile hayatında…

Aile temelini oluşturan, ayakta tutan üç şey vardır... Marifet, salahiyet, muhabbet… Ancak günümüzde, marifetin yerini korku ve endişe, salahiyetin yerini tedirginlikler, muhabbetin yerini uzaklaşmalar, soğumalar, nefretler, tahammülsüzlükler almış... Aile hayatımız büyük tehlike altında… Batı dünyasından bizim dünyamıza sirayet eden ‘Boşanma’ virüsü toplumumuzda, evlerimizde, zehirli bir ölüm fermanı gibi yayılmakta…

Evet… Aile bir toplumun temel taşıdır ve o taş sağlam olduğu müddetçe, toplum ayakta kalır. O taş oynarsa toplum sallanmaya başlar. Ne yazık ki, toplumumuzda bu taşlar sallanmaya başladı. Çünkü “Eğer bir toplumu çökertmek istiyorsanız, aile içi ilişkilerden başlayın’’ oyunlarıyla, Batının oyununa geldik... Bunun en büyük sebebi de manevi değerlerimiz olan Kur`an ve sünnetten uzaklaşmamız oldu… Gerçekten çökertildik, dağıldık, yalnızlaştık...

Çok fazla geriye gitmeye gerek yok aslında... Babaanneli, dedeli çok yaşayan evleri hayal ediyorum... Mutluyduk… Güler yüzlüydük… Dayanışma ve istişare vardı… Saygı, sevgi, vefa vardı… Bu kavramların un değirmeninde öğütüldüğü bir çağda yaşıyoruz maalesef…

Eskiden küçük evlerde, kalabalık aileler yaşıyordu. Şimdilerde evlerimiz genişledi, fakat aileler küçüldü, içini eşyalar doldurdu… Artık evler geniş, gönüller dar. Gönüller dar oldukça da mutluluk elde edilemiyor… Eskiden fertler çokken, şimdilerde yalnızlaşıp, eşyaya mahkûm olduk... Peki, bunlar huzur getirdi mi? Hayır! En önemlisi, birbirine karşı yalnızlaşıp, sonunda boşanmalara kadar vardı evlilikler…

Boşanma virüsü bir çığ gibi arttı çağımızda… Aile içi geçimsizlik, rahatlığın vermiş olduğu şımarıklık... Hemen, ‘anlaşamıyoruz’ deyip, boşanmalara kadar varıldı… Ne kolay oldu artık değil mi, evlenmek… Akabinde, boşanıvermek! Birçok kişiden (ki bunlar görücü usulü ile değil, sözde görüşerek, anlaşarak evlenmiş çiftler) duymuşuzdur. “Ne yapalım, yürümedi ayrıldık. Ama kavgalı değiliz, anlaşarak boşandık, gerektiğinde görüşüyoruz hala.’’ Batı anlayışı! Ne demek anlaşarak ayrılmak ve görüşüyor olmak? Yani artık anlaşarak evleniyor mü’min hanım ve beyler ve anlaşarak ayrılıyorlar. Ne güzel, ne kolay bir çözüm(!).

İster istemez şöyle bir soru geliyor insanın aklına."Peki, eskiden niye bu kadar sık boşanmıyordu çiftler, nasıl sabrediyorlardı birbirlerine, nasıl varda ve yokta hep bir olabiliyorlardı?" Çokta zor değil aslında bu soruyu yanıtlamak… Eskiden saygı, sevgi, muhabbet, cefa ve vefa vardı eşler arasında… Eskiden kadınlar sabahın ilk ışıklarıyla uyanır, güne ibadetle başlar, ev işlerine kollarını sıvarlardı. Akşama kadar çamaşır, bulaşık, yemek derken zaman geçip giderdi… Dizilere, günlere, çarşı pazara zaman bile kalmazdı… Ayaklar nasır tutar, eller kömürden kararırdı belki. O zamanlar kozmetik malzemeleri lükstü ve doğru dürüst bilen yoktu. Bayanlar şıklık yarışına girmezdi… Küçücük bir evde kaynana, gelin, görümce... Hepsi bir arada yaşardı. Tatil diye bir kavram yoktu. En fazla yakın bir yere pikniğe gidilirdi… Ama buna rağmen huzur vardı!

Eskiden çocuklar evin neşe kaynağı olarak görülür, “Kadınların hayırlısı, dünyaya çok çocuk getirendir’’ ve “Doğan rızkıyla gelir’’ hadisleri dikkate alınarak, çocuk evin bereketi, neşe kaynağı olarak görülürdü. Günümüzde ise, bir çocuğun ne kadar kıymetli bir şey olduğunu bilmeyen anne ve babalar var… Ve onları daha doğmadan katledenler! Anne ve Baba! Ya da bu sıfatı hak etmeyen kadınlar ve erkekler mi demeliyiz? Bir insan yetiştiriyorsunuz... Siz unutulduğunuzda sizden sonra arkanızda en değerli eserinizi bırakıyorsunuz... Bir hayat inşa ediyorsunuz, bir kişilik! Şimdilerde, bu da değişti. Artık çocukları evin sorun kaynağı olarak görür olduk. Rızık endişesiyle daha az çocuk doğurur olduk… Buna rağmen, yine de mutlu olamadık… Mutsuz yuvalar ve anlaşarak(!) ayrılmalar…

Oysaki evlilik bu değil. “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.’’ (Rum / 21)

Şimdilerde bırakın eşlerin birbirine ısınıp kaynaşmasını, eşler aynı çatı altında, birbirine iki düşman gibi davranır oldu… İki yabancı! Çabuk eskitiyoruz artık aile ilişkilerimizi. Oysaki her gün sokakta yüzlerce insanın kahrını çekip, tebessüm ediyoruz. Akşam olup eve geldiğimizde, eşimize bir tebessümü çok görüyoruz. Tanıdık tanımadık herkese katlanıyoruz da, en değerli varlığımız, eşimiz ve çocuklarımıza neden katlanamıyoruz?

Ama kolayı var… Doğru ya! Olmadı, boşanıyoruz... Cefa, vefa, sadakat nedir bilemedik çünkü! Erkek; “Benim sözüm geçer`` diyor... Kadın; ``Hayır! Ben hak sahibiyim’’ diyor... İşte Allah`ın sözünün geçmediği bir aile hayatı budur... İsterseniz gelin evlerimize kameraları bir ‘zumlayalım… Görelim acı halimizi! Artık çift taraflı çağa ayak uydurduk… Herkes kendi kabuğuna çekilmiş, ataerkil rolünü oynuyor…

Yeryüzünde bir boşanma gerçekleştiğinde arştaki tüm melekler titrermiş… Efendimiz (s.a.v) boşanma için, yüzünü ekşiterek; “Ne sevimsiz bir hadisedir’’ buyurmuşlardır. Buna rağmen, eften püften sebeplerle boşanır olduk. Ama olsun, hiç üzülmeyelim. Hiç boşuna(hâşâ) ağlamasın melekler… Anlaşarak(!) boşanıyoruz artık bizler...

Meryem Koca / Nisanur Dergisi - Haziran 2012

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.