Ahmet DEMİR
Truman Show
“Bir Yıldız Doğuyor” şeklinde sunulan doğumunu 1,7 milyar insan tarafından izlenmiş, ilk adımı 220 ülkeden takip edilmiş, başlangıçta tek bir kamerayla başlayan şov Truman büyüdükçe teknolojinin de ilerlemesiyle 50.000 kameraya ulaşmış... ve işte “Truman Show” başlıyor!
Truman Show, medya ve gerçeklik üzerine konuşulacak bir film. Hikâyenin ana karakteri Truman, farkında olmasa da bir medya kahramanı. Yaşadığı kasaba, çevresindeki insanlar, eşi dâhil herkes Truman'ın içinde bulunduğu kurmaca dünyanın parçası. Bu dünyanın adı “The Truman Show”.
Filmde, Truman'ın yaşadığı şehir olan Seahaven film platosundan başka bir şey değil. Gökyüzünü süsleyen yıldızlar sadece birer spot lambası, ay ise yönetmenin reji odası. Bütün bunlara rağmen Seahaven'ın huzuru, düzeni, temizliği başka yerde yok. Seahaven, tam bir Amerikan rüyası, tam bir Amerikan mucizesi! (Bütün dünyayı cehenneme çevir ve kendine bir cennet yarat…)
Hayat kurmaca; komşular, eş, anne ve trafik hepsi kurmaca. Bütün kameralar Truman'a odaklanmış. Bütün dünya bu kurmaca senaryoyu seyrediyor, geçeklik ve kurmaca arasında aptal ya da mazlum ve ya sömürülen sadece Truman. Kurmaca dünyanın gereği olarak sırf denizlerden korksun ve dış dünyaya açılma fikrinden tamamen vazgeçsin diye babası sahte bir deniz kazasında boğuluyor. Ya da Truman öyle zannediyor. Sevdiği kadın kendisine gerçekten âşık olunca oyundan düşürülüyor ve hayatına bir başka kadın giriyor. Nihayetinde kurmaca dünyada gerçek sevgi bir tehdit unsuru…
George Orwell'in 1984 romanını okuyanlar bilirler; yaşanan veya dayatılan gerçekliği kabul edebilmek için dış dünyayı karanlık ve emniyetsiz görmek zorundasın. Merak duygusu bir tehdit unsurudur. Dış dünyaya açılan her kapı zararlıdır. İçerde sunulan hayat tarzını yaşayabileceğin en iyi şans olarak algıladığımız zaman artık sistemin kölesi olmuşsundur. Aksi takdirde bir arıza, bir virüs ve ya bir terörist oluverirsin…
Truman çok sevmediği eşi ve tatmin olmadığı bir hayatı var. İnanılmaz derecede tek düze ve monotondur. Gezilecek ve keşfedilecek hiçbir yerin olmadığı bir dünya kurgusu kendisine dayatılmış. Hayal etmeye bile cesaret edemediği Fiji sahilleri, hafızasından silmediği ama hayatından koparılıp alınan sevdiği kadının silueti var sadece. Zayıf bir hayal, minik bir umut. Zayıf da olsa en ufak bir hayal fırtınalar koparmaya muktedir…
Gelmiş geçmiş en ilginç film senaryosu desek abartmamış oluruz. 1998 yılında gösterime giren filmi izleyen insanlara gelecekte kendilerini bekleyen şeyin ne olduğu çok açık bir şekilde anlatıyor. Bir gün Realite Show programı altında saçma sapan programlarla hayatımızı karartacaklarını, insanların en mahrem ve en dokunulmaz anlarını milyonlara gösterileceğini; bunu yaparken hem beynimizi, hem hayallerimizi hem de paralarımız çalacağını söylemiş. Bir gün gelecek ve hayatımız kurgudan ibaret olacak, çevremizde bize gülümseyen ve dost canlısı zannettiğiniz her kesin sahte olabileceğini söylemiş, söylememiş ve uyarmış… Eşinizi, dostunuzu seçerken dikkat etmediğiniz takdirde bu tuzağın içine düşmüş bir fare gibi olacağınızı anlatmış. Sistem bu işten istifade edecek, sizi uyutan programları hayatınıza dayatıldıkça, yani siz ayakta uyudukça onlar her istediklerini yapacaklar uyarısında bulunmuş…
Evet evet, ta 1988 den beri anlatmış bu film her şeyi bize. Sene olmuş 2017 yani 30 yıldır göz göre göre şu an şikâyet ettiğimiz her şey hayatımıza almışız. Hiç kusura bakmayın, kimse şikâyet etmesin ve kimse bir başka kimseyi suçlamasın. Hatta kimse sistemi, para babalarını, kapitalizmi, sömürgeciliği, üst aklı, alt aklı ve bil umum bütün diğer olan yani zatımız dışındaki her hangi bir unsuru şikâyetin öznesi haline getirmeye kalkışmasın.
Tehlikenin farkındaydık, bıçak gibi önce gözümüze saplandı ve bizi kör etti. Şimdi kalbimize yerleşmiş artık söküp atamıyoruz. İşin kötüsü mevcut sistem içinde yeni bir nesil yetiştirdiğimiz için sanal hayattan gayrısını bilmeyen “Wal-E” dünyasında yetişen obur bir nesille kaşı karşıyayız.
Bazen nostalji yapıp çocuklarımız küçükken toprakta ne oyunlar oynadığımız falan anlatıyoruz. Çelik çomaktan, topaçtan bahsederken yüreğimizdeki en derin dehlizlerden gözlerimize doğru akan ince sızının tuzlu sıvıya dönüşmemesi için kendimizi zorluyoruz. Sonra çocuklarımızda oluşan tepkiye bakıyoruz; mal mal bakıyorlar ve kim bilir hakkımızda neler neler düşünüyorlar? Sanki komik oluyoruz…
Velhasıl “Truman Show”u izleyince bir daha hüzünlendim ve acımı sizlerle paylaştım. Bilmiyorum hala geri dönüşü var mı bu karanlık sahte gerçekliğin? Bilmiyorum çocuklarımızın eli toprağa değebilecek mi? Meyveyi dalında, oyunu sokakta, dostluğu komşuda, bulabilecek miyiz? Bilmiyorum...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.