Emin GÜNEŞ
Türkiye yargısının hal-i pür melali
“Hal-i Pür Melali” deyimi çok kullanılmadığından açıklanmaya muhtaçtır. Sözlüklerde: “Bir şeyin can sıkıcı, dertli ve biraz da utanılması gereken durumunu ifade etmek, gözler önüne sermek için kullanılır.” şeklinde açıklanır.
Anayasa Mahkemesi’nin meşhur 367 garabetinden sonra vermiş olduğu Twetter kararı ve daha önce 411 milletvekilinin yani anayasayı değiştirecek meclis çoğunluğunun çıkardığı kanunu iptal etmesi bu mahkemenin “Hal-i Pür Melali” ni yeterince açıklamaktadır. Twetter kararını özgürlükler adına savunanlar özellikle hukuk hocaları aynı mahkemenin gerek parti kapatmaları gerekse başörtüsü yasağına ilişkin kararlarını da savunuyorlardı. Şimdi bu hocalar yasakçı mı? özgürlükçü mü? Sosyal medya üzerinde haberleşme özgürlüğü İnanç özgürlüğünün kategorik olarak üstünde değildir.
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu yenidir. Maksat Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde mahkûmiyetlerinin önüne geçmektir. Ancak unutmayalım ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Anayasa Mahkemesi gibi çelişkili, tutarsız çok sayıda karara imza atmıştır. Mesela Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hem başörtüsü yasağının hem de Arka arkaya siyasi partilerin yasaklanmasının arkasında durmuştur.
Adli ve idari yargıda verilen kararlar da yukarıda verilen örnekler gibidir. Kanunlarda ciddi değişiklikler olmadığı halde uygulamada siyasi iktidarın ya da idareye hâkim olan güçlerin arzularına göre değişen mahkeme kararlarına hepimiz şahit oluyoruz. Artık yargının siyasetten bağımsız olmadığı, aksine siyasilerin amaçları için kullandıkları bir araç olduğu genel olarak kabul görmektedir. Siyasetin yargıyı yasama yoluyla etkilemesi normal kabul edilir. Ancak yasaları metnine ve ruhuna uygun değil de iktidarın keyfine uygun tatbik etmek yargının saygınlığını ve güvenirliliğini bitirir.
Yargıya güven giderek sıfırlanıyor. Yargı kimlerin elinde başkasını ezmek için balyoz olarak kullanılmış ise daha sonra dönüp onların başına inmiştir. Şimdi hiç kimseyi memnun etmeyen giderek herkesin şikayetçi olduğu hatta şikayetlerin feryatlara dönüştüğü bir yargı faciası ile karşı karşıyayız. Dindarların ve Kürtlerin yargı zorbalığı karşısındaki çığlıklarını duymayan Beyaz Türklere mukabil, Ergenekoncuların çığlıklarını da dindarlar ve Kürtler duymadı. Zorbalıklar, mazlumiyetler, feryatlar, çığlıklar zaman içerisinde dönüşümlü olarak herkese uğruyor.
Adaleti tesis etme mekanizması olan yargının zulüm üretmesi dayanağının beşeri olmasının tabii sonucudur. Kainat yaratıcısının koyduğu kurallara tabi olduğu oranda intizam içerisinde olur. Bu düzene hariçtem müdahaleler kaçınılmaz olarak düzeni bozar. Düzenin bozulması kaosa yol açar. Tarih boyunca Allah’a boyun eğmeyenler hep birbirlerine boyun eğdirmeye zorlanmışlardır. Gücü ele geçirenler; zayıfları ezmişler, zayıflar güçlenince onlar da zorbalaşmayı tabii hakları olarak görmüşledir. “Ormanların kanunu” olarak kabul gören “güçlü zayıfı yer” kuralı, insanlar arasında yargı vasıtasıyla uygulanmıştır. Beşeri düzenlerde (ki bunlara düzen bile demek tartışmalıdır) Yargı, bir bakıma zayıfları güçlülere yem etmekle kalmamış, zayıfları kolay yutulmaları için küçük lokmalara dönüştürmüştür.
Adil bir yargı için Adil-i Mutlak olanın nizamına dönmekten başka çare aramak abesle iştigaldir. Gerçi koyu bir gaflet içerisinde olanların böylesi bir arayış içerisinde oldukları da söylenemez. Bizler Dünya ve Ahiret saadeti için Allah (cc)’ın hükmüne boyun eğelim dedikçe onlar önümüze sadece adı İslam olan ancak kendi bozuk düzenlerini aratacak kadar zorba olan düzenleri sürmektedirler. Al’i Suud vb rejimler gibi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.