Aynur SÜLÜN
TV filmleri ve reklamlar aileyi tüketiyor
İnsanoğlunun mutsuzluğunun sebeplerinden birisi olan TV, evlerin başköşesinde olma özelliğini halen koruyor. Hangi kanalın seyredileceği konusunda çeşitli tartışmalar onun için yaşanıyor. Birden fazla televizyon olan evlerdeyse eşler ve çocuklar ayrı odalarda, ayrı kanal ve programlarda geziyor. Ruh, kalp ve zihin dünyası bedenin olduğu yerden kopup başka âlemleri dolaşıyor. İpler o kadar kopuyor ki dünyadan haberi olan aile fertleri filmlerdeki oyuncuları tanıdığı kadar birbirlerini tanımıyor.
En güzel yıllar birlikte geçirilmeden ömür akıp gidiyor. Hayata giren yabancılar kişiye daha yakın, daha sempatik gelmeye başladıkça aile içindeki her bireyin yalnızlığı da bir o kadar artıyor.
“Harcadığın kadar mutlu ve özgür olacaksın” dayatması yapan reklamlarla tüketime tahrik ve teşvik edilen insanın kanaat duygusu çalınıyor. İnsan tükettikçe tatminsizlik, mutsuzluk girdabına yakalanıyor.
Kozmetik ve diyet firmaları ürünlerini satmak için reklamlara belli standartlardaki kadınları çıkartarak kadınlara, “Bu kadının standartlarına ulaşamadığınız sürece çirkinsiniz. Bu şu ürünü alıp kullanmanızla mümkündür.” düşüncesini dayatıyor. Kendi bedeninden nefret ettirildiği için kendine güvenini kaybeden kadın nasıl göründüğüyle, görünmesi gerektiğiyle ilgileniyor. Kozmetik, moda ve diyet endüstrilerinin sadık bir kölesi haline geliyor.
Film ve reklamlarda sergilenen kadın bedenleriyle cinsel yönden kışkırtılan, dürtülen erkekler kendi karısını beğenmez oluyor ve küçümsüyor. Bu durum zinaya davetiye çıkartırken; yüklenen günahlar kalbi hakikatlere karşı köreltiyor, karartıyor ve ahlaki olguları zayıflatıyor.
Çıkarsız sevgi ve fedakârlıkla sorumluluk duygularının gelişmesi ve merhametin öğrenilmesi gereken yer olan aile, ekran karşısında çıkara dayalı ilişkileri öğreniyor. İletişim kopuyor, birbirlerine meramını anlatamayan fertler patlamaya hazır bir bombaya dönüyor. Zihinlere haz odaklı bir yaşam dayatıldıkça irade hâkimiyeti gelişmiyor. Böylece kendisini frenlemeyi öğrenemeyen bireylerde, özellikle de çocuklarda ahlak krizleri yaşanıyor.
Aşk dizilerindeki sevenlerin bir türlü kavuşamaması, düşmanların akla hayale gelmeyen tuzaklar kurması ise seyredene tam bir gerilim yaşatıyor. Korku filmlerinden öte bir duygu karmaşıklığıyla şiddet, nefret, korku, intikam, acıma gibi duyguları bir arada yaşayan insanlarda duygu bozukluğu ortaya çıkıyor ve ruh olanca hızıyla kirleniyor. İhanet masumlaştırılıp bir değer haline geliyor ve tüm ahlaki değerler yerle bir oluyor.
En önemlisi de kadınlardan kadınlığı çalınıyor. Zihinlere mutluluğun yolunun kocanın otoritesini yıkmaktan geçtiği dayatıldıkça; gözün gördüğünü bilinçaltı sevip hayran oluyor. Böylece kadınlar fıtratındaki ince duygularla savaşıyor. Oyunculardan rol çalarak; onlardan dik bakmayı, güçlü görünmeyi, erkeklerle mücadele etmeyi, erkeği hesaba katmamayı, gururu, kibri, çokbilmişliği ve intikam almayı öğreniyorlar. Eşine “Tamam” demek ezilmişlik, fedakârlık ahmaklık, ev işleri ve kocaya hizmet geri kalmışlık olarak gösteriliyor. Nezaketli ve yumuşak kadınlar komedi dizilerinin en komik ve en saf kadını oluyor.
Filmlerdeki kadınlar tüm dik başlılıklarına rağmen kıymetten düşmüyor, davranışları yadırganmıyor; sevilmeye, sayılmaya devam ediliyor. Erkek kendisini azarlayan, emirler yağdıran, sürekli kontrol altında tutmaya çalışan kadının karşısında mum gibi eriyor. Gerçek hayatta ise bunun tam tersi. Hangi erkek kendisine laf sayan, emir yağdıran, sürekli yönlendirmeye ve kontrol altında tutmaya çalışan bir kadına tahammül edebilir ki?
Yöneticilik erkeğin fıtratına verilen; nezaket, itaat ve incelik ise kadının fıtratına verilen özelliklerdir. Kadının mutluluğu kocası tarafından yönetilmekle mümkünken; erkeğin huzuru da kadının inceliği, yumuşaklığı ve itaatiyle mümkündür. İki tarafın kıvamı bozulduğunda ailenin de tüm dengesi bozulur. Çünkü eşler ihtiyacı olan şeyleri birbirlerinden esirgemiş, birbirlerini tamamlamamış olurlar. Üstelik kadının otoriter olması ona anneliğini kaybettirirken; erkeğin yönetilen duruma düşmesi cesaret hormonlarının salgılanmasını engeller. Bu hormonun salgılanmaması tüm hayatını etkilediğinden; girişimcilik, yöneticilik, kendisini ifade etme gibi birçok yetisini kaybetmesine neden olur. Üstelik çocuklarına babalık yapamaz. İnsan hangi rolü oynamaya başlarsa zamanla hormonları o yönde salgılanır. Roller değiştiğinde artık kadın talip, erkek ise matlup olur.
Ailenin huzuru ve ahlaklı bir toplumun yetişmesi, insanın fıtratındaki özellikleri koruması ve geliştirmesiyle mümkündür. Bunun yolu ise insanı olanca hızıyla kirleten TV kanallarının yayınlarından ailecek kaçınmak ve İslami eğitim almaktır.
Üstelik devletin en önemli vazifesi aileyi ve toplumu zehirleyen; aile fertlerini birbirlerine karşı kışkırtan, ahlaksızlığı tabi bir şeymiş gibi gösteren tüm yayın ve çalışmaların önüne geçmek olmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.