Ukuku’l-Valideyn (Anne-Babaya İsyan)
Allah’a şirk koşmak, anne babaya karşı gelmek, haksız yere adam öldürmek ve yalan söylemek” olduğunu belirtmiştir.
Resulullah (sav): “Size büyük günahların en büyüğünü bildireyim mi?” diye üç defa sordu. Üç defasında da ‘evet bildir’ diyen sahabelere bunların, “Allah’a şirk koşmak, anne babaya karşı gelmek, haksız yere adam öldürmek ve yalan söylemek” olduğunu belirtmiştir.[1]
Allah Teala, yeryüzündeki canlı nesillerin devamının sağlanmasını belli kanunlara bağlamıştır. Bütün canlı varlıklar bir dişi ve bir erkekten meydana gelmiştir. Her canlı doğumla beraber bakıma, beslenmeye, himayeye muhtaç bir dönem yaşar. Bu dönem kimi canlılarda kısa ve rahat, kimi canlılarda ise daha uzun ve zor bir dönemdir. Neslini devam ettirebilmek için en ağır zorluklarla karşılaşan canlı insanoğludur. Bazı canlılar doğumdan hemen sonra, bir kısmı da kısa bir zaman sonra ayağa kalkıp ihtiyaçlarını gidermeye başlarken; insanoğlu ancak doğumundan yıllar sonra bu seviyeye gelebilir.
“Andolsun ki biz insanı zorluklar içersinde yarattık.”[2]
İnsanın doğumundaki ve yetişmesindeki bütün bu zorlukları çeken anne-babasıdır. Anne pek çok güçlüklerle dolu hamilelik süresince yavrusunu karnında taşır, çok ağır sancılarla ve bazen de doğum esnasında ölerek yavrusunu dünyaya getirir, mutlak bir acziyet içinde bulunan bebeğini büyütmek için uykusundan, istirahatından yemesinden, içmesinden feragat eder. Baba, anne kadar olmasa da çocuğunun büyütülüp ihtiyaçların karşılanmasının zorluklarını yaşar. Bu hakikat Kur’an-ı Kerim’de şöyle dile getirilmektedir:
“İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: “Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır.”[3]
Valideynin çocuklarını dünyaya getirirken ve büyütürken yaşadıkları ağır zorluklar nisbetinde çocukları üzerinde hakları vardır. Çocukların anne-babalarına karşı en önemli görevleri onlara itaat etmek, yapılması haram olmayan isteklerini yerine getirmektir.
“Biz, insana anne-babasına iyilik yapmasını tavsiye ettik. Bununla beraber hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için sana emrederlerse artık onlara bu hususta itaat etme...”[4]
Bu ayet, sahabelerden Sa’d b. Ebi Vakkas’ın (ra) İslamiyete girmesi üzerine annesi ile arasında geçen hadise üzerine nazil olmuştur. Sa’d b. Ebi Vakkas (ra) annesi ile arasında geçen olayı şöyle anlatmaktadır: “Ben anneme hürmet ve itaat eden bir çocuktum. Müslüman olunca annem bana: -Sa’d! Bu yaptığın nedir? Ya sen bu yeni dinini bırakırsın ya da ben yemem içmem ve sonunda ölürüm, sen de benim yüzümden ‘anasının katili’ diye ayıplanırsın, dedi. Ben de: ‘Anneciğim böyle yapma. İyi bil ki ben bu dini bırakmam!’ dedim. Ve iki gün iki gece bekledim. Kadın ne yedi ne içti. Bunun üzerine: ‘Vallahi anne, iyi bil ki, senin yüz canın olsa da bunlar birer birer çıksa, ben bu dinimi yine bırakmam.’ Bu azmimi görünce annem direnmesinden vazgeçti. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.”[5]
Resulullah (sav) bir hadisinde, anne-babaya itaatin farz olduğunu bildiren Allah, “size annelerinize itaatsizliği… haram kıldı.”[6] diye buyurmuştur.
Allah Teala, her hak sahibine hakkını vermiş ve kendisinden sonra bir insanın üzerinde en fazla hak sahibi olan ebeveynine itaat etmeyi ve onlara karşı çıkmamayı emretmiştir. Ancak anne-baba, evladından Allah’a ortak koşmasını, O’nu inkâr etmesini, farzlarından birini yapmamasını ve haram kıldığı şeylerden birisini yapmasını emrederse, onların bu istekleri yerine getirilmez. Çünkü Allah’a isyan olan bir hususta, anne-baba da olsa insanlara itaat edilmez. Allah’ın hakları ve hudutları çiğnenerek kul hakkı gözetilemez.
Yaşadığı dininin önünde anne babasının engelleri ile karşılaşan Müslümanın çok dikkat etmesi gereken bir husus var ki, bu konuda çok büyük hatalara düşülüyor. Anne-babanın hukuku çiğneniyor, anne-babalar düşman ediliyor. Allah’ın, bizden istediği sadece Allah’a isyan olan hususta anne-babaya itaat edilmemesi, diğer hususlarda haklarına riayet edilmesidir. İtaat edilmeyecek hususlarda bile amacın ve üslubun şefkat ve iyilik yüklü, tavrın net ve tavizsiz olması gerekir.
“Ve Rabbin, kendisinden başkasına ibadet etmemenizi ve anne babaya iyilik etmeyi emretti. Eğer onlardan biri veya her ikisi, senin yanında ihtiyarlığa erişirse sakın onlara ‘öf!’ bile deme! Onları azarlama ve onlara güzel söz söyle. Onlara merhametinden tevazu kanadını aç da ‘Rabbim! (Onlar) Beni küçük iken nasıl (merhamet edip) yetiştirdilerse (sen de) onlara (öyle ) merhamet eyle.”[7]
Peygamber Efendimiz (sav) de “kime iyilik yapayım?” diye üç defa soran bir sahabeye, üç defasında da “annene” cevabını verdikten sonra dördüncü soruşunda babasına iyilik yapması gerektiğini söylemiştir.[8]
Kişinin anne-babasına kötü söz söylemesi büyük günahlardan olduğu gibi, anne-babasına kötü söz söylettirmesi de büyük günahlardandır. Resulullah (sav): “Bir kimsenin anne babasına sövmesi büyük günahlardandır” dedi. Sahabeler: “Bir kimse ebeveynine nasıl söver?” deyince, Efendimiz (sav): “Bir kimse bir başkasının anne babasına söver, o kişi de onun ebeveynine söver” diye cevap verdi.[9]
Gaye, Allah’ın rızasını kazanmak ve O’nu hoşnut etmek ise; evlat, anne-babasının rızasını gözeterek Allah’ın rızasına ulaşıp kurtuluşu bulabilir. Allah Teala, ayetlerde kendisine ibadetten hemen sonra, anne-babaya iyiliği emrettiği gibi, kendi rızasını da anne babanın rızasına bağlamıştır. Resulullah (sav): “Allah’ın rızası, babanın rızasında; gazabı da gazabındadır” buyurmuştur.[10]
Bir başka hadisinde Peygamber Efendimiz, çok öfkeli bir şekilde üç defa: “Yazıklar olsun o kimseye” dediğinde, sahabeler: “Kimdir O? Ey Allah’ın Resulü” diye sorunca: “Ana-babası veya bunlardan birisi yanında ihtiyarladığı halde, cennete giremeyip, cehennemi boylayan kimse” der.[11]
Anne-baba ihtiyarlayıp veya hastalanarak ihtiyaçlarını temin edemeyecek hale geldiklerinde onların ihtiyaçlarını temin etmek de çocukları üzerindeki haklarıdır. Allah (Cc) bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Sana ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Sarf edeceğiniz mal, anne-baba, akraba, yetimler, düşkünler ve yolcular içindir. Her ne iyilik yaparsanız muhakkak ki Allah onu bilir.”[12]
Ebeveyn ile çocukları arasındaki ilişki sadece dünya hayatı ile sınırlı olmadığı gibi aslen ve netice itibariyle uhrevi hayata bakar. Anne baba çocuklarının ahiret hayatları üzerinde endişelenip bu uğurda çabaladıkları ve Allah’a duada bulundukları gibi çocuklar da anne babalarının ebedi kurtuluşa ulaşmaları için gayret edip duada bulunmalı. Anne-babanın vefatlarından sonra da bunu sürdürmeli. Bunu nasıl yapmamız gerektiğini de Kur’an-ı Kerim bize bildirmektedir:
“Rabbimiz! İnsanların hesaba çekileceği kıyamet gününde beni, annemi, babamı ve bütün müminleri bağışla.”[13]
Evlatların, anne babalarının haklarını ödemesi çok zordur. Anne babalarına hizmetlerinin, iyiliklerinin hiçbir zaman onların haklarına karşılık olmadığı düşüncesi ile onlara karşı salih amellerini devamla arttırmalı. Hafız Ebu Bekir El-Bezzaz, müsnedinde Büreyt’ten rivayet ediyor, O da babasından rivayet etmiş ki adamın biri Ka’be’yi tavaf ederken annesini omuzunda taşıyarak tavaf ettirmiş. Peygamberin yanına gelerek: “Hakkını ödedim mi?” diye sormuş. Hz. Peygamber buyurmuş ki: “Hayır, sana hamile iken alıp verdiği bir nefesin bile hakkı değil…”
Bir başka hadisinde de Resulullah (sav) bu gerçeği şu şekilde dile getirmektedir: “Çocuk hiçbir iyilikle babasının hakkını ödeyemez. Ancak onu köle olmuş bir vaziyette bulur da satın alarak hürriyetine kavuşturursa hakkını öder.”[14]
Ekser insanların dünyevi hayat yolculuğu iki acziyetin -bebeklik ve ihtiyarlık- sürecidir. “Allah sizi zayıf yaratan; sonra zayıflığın ardından (size) bir kuvvet veren; sonra kuvvetin ardından (tekrar) bir zayıflık ve bir ihtiyarlık verendir…”[15] İlk acziyetinde (çocukluğunda) anne-babayı kendisine hizmetkar kılan Allah, son acziyetinde de (ihtiyarlığında) evlatların valideynlerine hizmetkar olmalarını ister. Bu karşılıklı hizmet ve şefkat adalettir. Kainatın tanziminde ve işleyişinde adalet ve merhamet vardır. Adalet ve merhamet iktiza eder ki, çocukların acizliklerinde kendilerine hizmetkar olan anne-babaya ihtiyarlık acziyetlerinde hizmetkar, hürmetkar ve itaatkar olmalarıdır. Anne-baba bu şefkat ve hizmeti çok fazla bir şekilde evlatlarına gösterirken, çocuklarından bunu görmeyişi evlatların ihaneti, zulmü ve büyük günahıdır.
Bugünün anne-baba ve ihtiyarları evlatlarından gerekli hizmeti, şefkati görmemenin mazlumiyeti ve sahipsizliğini yaşamaktadır. Huzurevleri ve paralelindeki kurumlar, asrımız insanlığının anne baba hukukunda işlediği cinayet gediklerini kapamaya çalıştıkları lekeli yamalar gibi durmaktadır.
Anne-baba ve ihtiyarlara karşı işlenen bu büyük suçlar, evlatların günahları olduğu gibi aslında, çok anne-babalar da çocuklarının bu günahlarında hissedardır.
Beşer ne zaman ki Allah’ın vahyine, emir ve yasaklarına kulak tıkadı, kitabı arkasına attı ise, şahsi ve içtimai hayatı içersinde ızdıraplar yaşadı ve tokatlar yedi. Bugün anne ve babalar evlatları hakkında muzdarip ve dilşikeste iseler, sergüzeşt-i hayatlarını irdelesinler. Allah’ı ne kadar tanıdılar ve evlatlarına ne kadar tanıttılar? Dini ne kadar yaşadılar ve evlatlarına ne kadar yaşattılar? Çocuklarını İslami / ahlaki terbiye ile yetiştirdiler mi?
Evet, ey anne-babalar! İhtiyarlığınızda hürmet, hizmet ve şefkat görmek; kendinizin ve çocuklarınızın ebediyetinde saadet istiyorsanız, evlatlarınıza Allah’ı, Resulünü (sav), Kur’an’ı tanıtın ve onları ahlaki değerlerle yetiştirin. Yoksa yaratıcısından korkup haklarına riayet etmeyen birisi diğer kullardan perva etmez, hukuklarına riayet etmez.
Üstad Bediüzzaman’ın (ra), asırlardır kanayan bu yaraya daha şifalı bir reçetesi var, kulak verelim:
“Ey insan! Aklını başına al. Eğer sen ölmezsen, ihtiyar olacaksın! El-cezau min cinsi’l-‘ameli (ceza amelin cinsindendir) sırrıyla, sen valideynine (ana-babana) hürmet etmezsen, senin evladın da sana hizmet etmeyecektir. Eğer ahiretini seversen, işte sana mühim bir define; onlara hizmet et, rızalarını tahsil eyle. Eğer dünyanı seversen yine onları memnun et ki, onların yüzünden hayatın rahatlık içinde ve rızkın da bereketli gitsin. Yoksa onları istiskal etmek (varlıklarından rahatsız olmak) ve ölümlerini temenni etmek ve onların nazik ve seri’üt-teessür (çabuk kırılan) kalplerini rencide etmek “hasre’d-dünya ve’l-ahirete” (dünyayı da, ahireti de kaybetmiştir) sırrına mazhar olursun…
Evet, hayatını senin hayatına feda edenin zeval-i hayatını (ölümünü) arzu etmek, ne kadar çirkin bir zulüm ve ne kadar çirkin bir vicdansızlık olduğunu anla! Ey derd-i maişetle (geçim derdiyle ) mübtela (tutkun) olan insan! Bil ki: Senin hanendeki bereket direği ve rahmet vesilesi ve musibet dafiası (belaları def’ eden), hanendeki o istiskal ettiğin ihtiyar ve kör akrabandır. Sakın deme maişetim (geçimim ) dardır, idare edemiyorum. Çünkü onların yüzünden gelen bereket olmasa idi, elbette senin dıyk-ı maişetin (geçim derdin) daha ziyade olacaktı.”[16]
Bu meselenin bir tezahürü de kayınvalide-kayınpeder ile gelin arasındaki şeklidir. Aile hayatını huzursuzluğa iten, kimi zaman da kadın ile kocanın ayrılmasına veya ihtiyar anne babaların evden çıkarılıp sahipsiz bırakılmasına sebebiyet veren geçimsizliğin temelinde de İslamî yaklaşımın sergilenmemesi vardır. Kaynana ve kayınpeder, anne ve baba hükmünde; gelin de kız çocuğu hükmündedir. Kayınvalide, gelinine kızı gibi; gelin de kayınvalidesine annesi gibi davransa geçimsizlik yerini hoşgörüye bırakır. Ama gelin kendi annesinden daha kötüsü olan bazı hallerin hafifini kayınvalidesinde görünce kıyametleri koparır; kayınvalide de kendi kızında daha kötüsü olan hallerin hafifini gelininde görünce kıyametleri koparırsa huzursuzluklar, ayrılıklar yaşanır.
Allah’ın razı olduğu kul olma duası ile…
İnzar Dergisi
[1] Buhari
[2] Beled-4
[3] Lokman-14
[4] Ankebut-8
[5] Buhari
[6] Buhari
[7] İsra-23,24
[8] Buhari-Müslim
[9] Buhari
[10] Buhari-Tirmizi
[11] Müslim
[12] Bakara-215
[13] İbrahim-41
[14] Buhari
[15] Rum-54
[16] Lem’alar
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.