Şehzade DEMİR
Ulusal çıkarlar batağında ümmet boğuluyor
Dünya silah endüstrisinin liderliğini yıllardan beri elinde tutan ABD, dünyaya barışın gelmesini neden istesin ki? 2015 yılında, sadece silah endüstrisinden elde ettiği kâr oranı 209.7 milyar dolar. Bu rakamlar sadece işin resmi ve açıklanan kısmı. Bir de bunun illegal yollarla yapılan kısmı vardır ki asıl büyük lokmaları da bu el altından yapılan ticaret oluşturur.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün (SIPRI) raporuna göre 370,7 milyar dolarlık dünya silah ticaretinin 209,7 milyar dolarını ABD'li firmalar gerçekleştirdi. Amerikalı, Rus ve Fransız silah şirketleri izlemektedir. İsveç merkezli SIPRI'nın raporu 2015 verilerine dayanmaktadır. Bu verilere göre ilk yüz şirket arasında Türkiye'den ASELSAN ve TUSAŞ da yer alıyor.
Bu sene de Lockheed Martin şirketi listenin başında yerini aldı ve toplamda 126 bin çalışanı var. Toplam cirosu 35 milyar dolar. Bu ilk yüz şirketin ilk onunda toplam 8 Amerikan şirketi var. İlk 10'a giren 8 Amerikan şirketinin çalıştırdığı personel sayısı bir milyon civarında. İlk 10'un dışında kalan şirketlerin çalışanlarını da hesap edecek olursak toplamda üç dört milyonu aşan bir istihdam söz konusu olmaktadır.
Bu tablo gösteriyor ki dünya emperyalizmini oluk oluk akan kanlarımızla biz ayakta tutuyoruz. Yani kanımız, sermayemiz ve mirasımızı sömürmesini sağlayan gücü kendimiz onlara veriyoruz. Onların saadetleri bizim parçalanmışlığımız üzerine kurulmuş.
Buna karşın biz ne yapıyoruz: Halep özelinde tüm Suriye'de, Irak'ta, Yemen'de, Filistin'de ve diğer İslam coğrafyalarında bir araya gelmemek, bir birlik oluşturmamak ve parçalanmışlığı daha da derinleştirmek, netice itibarıyla onlara silah pazarı açmak için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz.
Suriye meselesinde Müslüman devletlerin bir araya gelmesi, kendi öz inisiyatiflerini kullanmaları ve küresel İslam düşmanlarını işlevsiz bırakmalarıyla ancak bir çözümün çıkabileceğini artık sağır sultan bile biliyor. Ancak bunun Türkiye ve İran gibi ülkelerin kırmızı çizgilerinden bir milim taviz vermeden gerçekleşemeyeceğini biliyoruz. Özellikle Türkiye ve İran, burada tarihi bir sorumluluk ve ümmetsel bir vebal altında bulunmaktadır. Bu iki ülkenin zaman zaman “birlikte hareket etmeye hazırız” şeklindeki söylemlerinin kuru bir hamasetin ötesine geçmediğini herkes gördü. Sorumluluğu yerine getirmek bu değildir. Bu iki ülkenin ümmetin umumi maslahatını korumak, Halep'te binlerce mazlumun katledilmesini önlemek için bu kırmızı çizgilerinden taviz vermeleri kaçınılmazdır.
Türkiye'nin cicim aylarındaki yeni dostu Rusya bile ateşkes kararını veto etmekten çekinmemektedir. Dolayısıyla Rusya ile dostluk, katliamlar için onlara meşruiyet ve cesaret vermekten başka bir işe yaramamaktadır. İran ve Türkiye, artık ümmetin bir parçası olduklarını hatırlamak zorundadır. Ümmeti bitirme noktasına gelen küresel emperyalizmin Suriye üzerinden gerçekleştirdikleri kuşatmayı kırmak bu gün mümkündür. Yarın mümkün olmayacaktır.
Ümmetin bütünlüğü, ulusal çıkarları feda edebileceğimiz kıymette değil midir? Bu güne kadar yaşanan süreç ne Türkiye'nin ne de İran'ın bu sorumluluğa yanaşmadığını, küffarın değirmenine su taşımakta ısrar ettiklerini ortaya koymuştur. Oysa sokaklardan toplanan bebelerimizin azalarını düşündüğümüzde imkânsız diye bir şeyin literatürümüzde olmaması gerektiğini biliyoruz. Ümmeti “Ulusal Çıkarlar” batağında gömmeye kimsenin hakkı yoktur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.