Ümmetin Muhafaza Edeceği Esaslar
Kur'an-ı Kerim'in dokunulmazlığını korumak ve Onu tartışma konusu yapmaya asla müsamaha etmemek.
İslam Ümmetinin şer güçlere karşı evvel emirde riayet etmesi ve muhafaza etmesi gereken esaslar:
a) Kur'an-ı Kerim'in dokunulmazlığını korumak ve Onu tartışma konusu yapmaya asla müsamaha etmemek.
Allah (cc), Kur'an-ı Kerim'de “(Habibim) Sana kitabı indiren O'dur. Ondan bir kısım ayetler muhkemdir ki bunlar kitabın anası (temel)'dır. Diğer bir kısım da muteşabihlerdir. İşte kalblerinde eğrilik (maraz) bulunanlar sırf fitne çıkarmak için ve (hevalarına göre) onun teviline yeltenmek için müteşabih olanına tabi olurlar. Halbuki onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde yüksek gayeye ulaşanlar ise 'Biz O'na inandık hepsi Rabbimizin katındandır' derler. (Bunları) Selim akıl sahiplerinden başkası iyice düşünmez.”[1] diye buyurmaktadır.
b) Sünnetin bağlayıcılığını kabullenerek onu tahfife çalışanlara karşı müsamaha göstermemek, tavizsiz bir şekilde sünneti yaşayarak müdafaa etmek.
Ashab-ı Kiram umumi ve hususi hayatlarında sünnetin bağlayıcılığının müdriki olduklarından Allah Resulü: “Size sünnetime uymanızı tavsiye derim”[2] diye buyurduğunda hiçbir soru sormamışlardır. Çünkü Ashab bu kelimenin ne manaya geldiğini iyi biliyordu. Ashab-ı Kiram için bağlayıcı olan esaslar, bütün ümmet için de bağlayıcıdır. İslam, kıyamete kadar geçerli ve Allah (cc)'ın indinde kabule şayan yegane din olduğu için daha sonra vuku bulacak olan marazların da çaresi önceden belirlenip sunulmuştur. Sünneti hafife alma çabalarının bir ürünü olan “Kur'an Müslümanlığı!” gibi ifadelere en güzel cevabı bin dörtyüz küsür yıl önce varid olan Hadis-i Şeriflerde buluyoruz.
Allah Resülü (sav) “İçinizde hiç birinizin koltuğuna yaslanmış olarak benim emir ve nehiylerimden biri kendisine ulaştığında 'Ben ancak Allah (cc)'ın kitabında gördüğüme uyarım, başkasını bilmem' dediğini sakın görmeyeyim”[3] diye buyurmuşlardır.
c) Hulefa-i Raşidin, Sahabe-i Kiram ve ümmetin icmaına tabi olmak.
Resulullah'ın güzide ashabından olup, İslamı ilk olarak kabul eden, Allah'ın dini uğrunda en çok zorluk ve işkencelere katlanan, Allah (cc) yolunda Resullullah'la beraber hicret ve cihad eden, İslam Devletini emir-el müminin olarak idare eden ve Ashab-ı Kiramın kendilerine biat ve itaat ettiği bu muhteşem zevata tabi olmayı da bizzat Allah Resulü (sav) emretmiştir. Zira bir Hadis-i Şeriflerinde Allah Resulü “Benim ve Raşit Halifelerimin sünnetine sarılınız.”[4] ferman buyurmuşlardır.
Şüphesiz bu sünnetlerin en efdali, yüce Peygamberimizin (sav) ümmetidir. Ümmet-i Muhammedin (sav) en efdal kuşağı Allah Resulü (sav)'nün Ashab-ı Kiramıdır. Bunun akabinde Resullullahın ve Sahabe-i Kiram'ın yolundan giden cemaattır. Bu hususta Efendimiz (sav) delalet fırkalarını anlatıp, “ancak bir tanesi Cennete girer” diye buyurduğunda Sahabe-i Kiram'ın 'o fırka hangisidir Ya Resulallah?' diye sormaları üzerine, “Onlar benim ve ashabımın yolunda olan Cemaattır.”[5] diye buyurarak ashabını örnek alan cemaatın Cennete gireceği hükmünü izhar etmişlerdir.
Müslümanlar Allah ve Resulünün emirlerine uymakla mükellef oldukları gibi müminlerin ittifak ettikleri yolda gitmek zorundadırlar. Herhangi bir asırda ümmetin üzerinde icma ettiği hüküm de müminler için bağlayıcıdır. Bu bağlayıcılık da Allah (cc)'ın emri istikametindedir. Nitekim Allah (cc) Kur'an-ı Kerim'de “Kim kendisine dosdoğru yol belli olduktan sonra Peygambere muhalefet eder, müminlerin yolundan başkasına uyup giderse onu döndüğü o yolda bırakırız. (Fakat ahirette) kendisini Cehenneme koyarız. O ne kötü bir yerdir!”[6] diye buyurmuşlardır. Okuduğumuz bu ayet-i kerime ve hadis-i şeriften de “ümmetin icmaına (üzerinde ittifak ettikleri bir hükme) uymak zorunludur, muhalefet etmek ise dalalettir,” sonucu çıkar.
d) Ulema'nın Önemi ve Gerekliliği
Alimler, ümmetin ihyasında çok önemli ve etkin rol oynarlar. Sorumluluklarını yerine getirmemeleri ve yanlış tutumları halinde büyük bir bozguna sebebiyet verecek kadar ehemmiyet arzetmektedirler. Bu meselenin önemine dikkat çeken Allah Resulü (sav): “Ümmetimden iki sınıf vardır ki, onlar bozulursa insanlık bozulur, ıslah olursa insanlık ıslah olur. Bunlar alimler ve idarecilerdir,”[7] diye buyurmuşlardır.
Her devirde İslam Alemi içerisinde yetişen alimler vardır. Bir kimsenin hayatı, amelleri ve icraatları onun gerçek kimliğini yansıtır. En önemli kimlik göstergesi ise Allah nizamının hakimiyeti hususunda gösterilen titizlikte kendini göstermektedir. Hal bu olunca İslam karşıtı güç ve odakların hedefi haline gelmek işten bile değil. İşte bu durumda gösterilecek tepki, örneklik konusunda bir işaret olacaktır. İslam nizamının ve ahkamının hakimiyetine yardımcı oluyor, bu sayede de İslam karşıtı güçlerin dikkatlerini cezbettirecek bir şekilde rahatsızlık hissettiriyorsa o kişi Ehlullah'tandır. Bu ispat vazifesini yerine getirmeyenler fakih de olsalar fetvaları makbul ve muteber olamaz. Zira Seyyid Kutup (ra) bir tesbitinde “İslami Hareketin içinde bulunmayan alimlerin fetvalarında isabet edemeyeceklerini” Fizilal-i Kur'an'da ifade etmektedir.
Esasen Kur'anı Kerim'de: “Eğer onlara bir iyilik dokunsa 'Bu Allah katındandır' derler. Şayet bir fenalık dokunursa 'Bu senin katındandır,' derler. Böyleyken onlara ne oluyor ki (kendilerine söylenen) hiçbir sözü anlamıyorlar (anlamaya yanaşmıyorlar)”[8] diye buyurulmaktadır. “La yefkahun” ifadesi ihlassız olarak Kur'an okuyup, dinleyip de fıkhedemeyenlerin durumunu belirlemeye büyük delildir.
Batını esas alan tasavvuf ehlinden olan alimler bu ayeti delil alarak “Allah'ın kendilerinden fıkhı kaldırdığı kimseler zahiri anlamakla beraber gerçek mahiyeti kavrayamazlar.”[9] diyerek önemli bir hususu tespit etmişlerdir.
İlmi salahiyetle beraber takvadaki ehliyet ve ümmetin siyasi durumlarını ve gereklerini bilmeyen bir alimin fetvaları tesirli ve isabetli olamaz. İslam Cemaati, ilimsiz ve alimsiz olmadığı gibi bir alim de cemaatsız ve hareketsiz olamaz. Yaşadığı zamanda bir alimin hiyerarşik tebaiyetindeki gaye sosyal ve siyasal alanda i'la-i kelimetullah olur. Bir cemaat, oluşumu ve istikameti ile mürekkeb ve müstakim ise ehlullahtır. Eğer beşeri ve tağuti sistemlerin legaliteleri ve müesseseleri ile mamul ve münhasır ise o zaman ehlullah karşıtıdır.
Yazıktır ki günümüzde ekseriyetle İslam dünyasını tağuti güçler ve ifratlar istila etmiştir. Ehlullah olan ulemanın çok nadir bulunduğu bir devirde yaşamaktayız. Bu durumu beyanla Allah Resulü (sav) bir Hadisi Şeriflerinde “Allah size ilmi verdikten sonra zorla geri almaz, ancak sizden ilmi; alimlerin ölümü ile söküp alır. Geriye kara cahiller kalır ki, onlardan fetva sorulur, onlar da şahsi görüşleri ile fetva verirler. Ve böylece hem kendileri saparlar, hem de başkalarını saptırırlar.”[10] diye buyurmuşlardır. El yevm, Kur'an Müslümanlığından bahseden, peygamber (sav)'in dindeki konumunu tahfife çalışan, sahabe-i Kiramın hayatını belirli bir kavme ve sınırlı bir zamana hapsetmeye çalışan, İslam'da devlet unsurunun olmadığını savunan, İslam ahkamını zamanı geçmiş bir sistem erki olarak niteleyen, tağuti sistemleri İslam'a muvafık gibi gösteren, İslam nizamının hakimiyeti için şeytani güçlere karşı yapılan cihadı isyan, sebebi hüsran ve terör gibi yargılayarak değerlendiren, Allah (cc)'ın hükmü karşısında şeytan gibi istikbara yeltenerek hüküm koyan müstekbir ve kafirlere, dinler arası diyalog ve hümanizm safsatası ile hoşgörülü davranan ancak Müslümanlara karşı müsamahasız ve acımasızca tavır koyan şahsiyetler, ilmi ve akademik kariyerleri ne olursa olsun tağuti sistemlerin maşası olmaktan kurtulamazlar. Bunlar sosyal beraberlik denildiğinde tağuti etiket ve müesseselerle yetinip İslami cemaatleşmeyi lüzumsuz görmektedirler. Böylece kendileri saptıkları gibi diğer insanları da saptırmaktadırlar.
Bu hususu beyan eden pek çok ayet ve hadis mevcuttur. Ancak bir hadis-i şerifi ve son olarak bir ayeti hatırlatarak 'ilim ve amelde ihlas' hususunu noktalıyoruz.
Allah Resulü (sav): “İnsanlar helak oldu, alimler hariç, alimler helak oldu (İlmi ile ) amel edenler hariç. Amel edenler helak oldu, ihlaslı olanlar hariç, ihlas sahipleri de büyük tehlike ile karşı karşıyadırlar”[11] diye buyurmuşlardır.
İhlas; kelime olarak kurtuluştur. İstılahta ise; kalbi, masiva olan bütün gayelerden temizleyip her hal ile yapılan ibadetleri sadece ve sadece Allah (cc)'a has kılmaktır.
İbadet sadece Allah için yapılır. Bununla beraber Allah'ın dilediği şekilde ve rızasına uygun olarak yapılır. Allah (cc)'ın dilediği şekilde olmadığı halde sırf Allah (cc) için yapılsa dahi o ibadet indillah'ta kabul değildir. Nice ruhbanlar ve hahamlar sırf Allah (cc) için ibadet ettiklerini söyledikleri halde yaptıkları Allah'ın dilediği ve emrettiği şekilde olmadığı için onların ibadetleri ve amelleri boşa gitmiştir. Ayrıca salih amel kamil imandan südur eder.
Akidesi bozuk olanların bütün amelleri bozuktur. İtikat ve ibadette Allah (cc)'la beraber başka ortaklar edinenlerin Allah(cc) katında amelleri merduttur. Allah Resulü ve Onun şahsında bütün insanlığa emirle Allah(cc) Kur'an'ı Kerim'de “Muhakkak ki Biz Sana kitabı hak ile indirdik. İbadetini ihlasla ona yönelterek sadece Allah'a kulluk et. Biliniz ki şirk ve riyadan uzak ve halis olan din Allah'a mahsustur”[12] diye buyurmaktadır.
İnzar Dergisi
[1] Al-i İmran: 7
[2] S.İbni Mace: C-1 s:15
[3] İmam Şafii er-Risale madde-295
[4] Sünen-i İbn-i Mace: C:1 Shf:16,42 / S.Darimi Mukaddime 16/ Molla Hüsrev Gürer ve Dürer C:1 S:19
[5] S.İbni Mace C:1 S:1322 /S.Tirmizi, S.Darimi'de zikrolmuştur.
[6] Nisa:15
[7] S.İbn-i Mace C:2 Shf: 1303
[8] İhya-i Ulum-üd Din C:1 Kitab-ül İlim
[9] Nisa:78
[10] Sahih-i Buhari C:1 S:33-34
[11] Keşf-ül Ğefa
[12] Zümer:2-3
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.