Özkan YAMAN
Ya Cebbar Dağınıklığımızı Düzelt
Kaybettiklerimizin kemiyyet ve keyfiyetini unuttuğumuz için neyi, niçin ve ne adına arayacağımızı bilmediğimiz/umursamadığımız her şeyin, bir tık kadar burnumuzun dibinde olduğu şu acayip devranın hepimize yüklediği aşırı mesuliyetler ve meşguliyetler yüzünden önceliklerimiz anlık değişiyor. Ve işte bu hengâmede hayatî kavramları, bilip bilmeden bu arada öğütüyoruz.
Mesela ‘cebr’ de onlardan. Aklımıza sadece “cebren” ve “cebriyye” altında kodlanmış “zor kullanmak, zorla yaptırmak” gibi bir çağrışım gelir. Herhalde -Allah’a değil- insanlara sıfat olduğunda “zorba” anlamına geldiği için bununla sınırlamışız.
İsterseniz tıklayıp biraz etrafında dolaşalım. Cebr kelimesi bir defa sadece zorlama anlatmıyor. Arapça sözlüklerde, hep kırılan bir kemiği, kalbi veya eşyayı düzeltip onarmak diye ifade edilmiş. Bakın Râgıb el-İsfahânî bu kelimenin sözlük manası için ne diyor: “bir şeyi ıslah etmek için herhangi biçimde zor kullanmak”
Matematikteki cebir de herhalde problemleri çözmeyi anlattığı için aynı kapıya yani eksiği tamamlamaya, tamir ve düzeltmeye çıkıyor. Esma-ül Hüsna’dan olan el Cebbar ism-i şerifi için; “ulaşılamayacak derecede azamet (ceberût) sahibi” denmekle beraber Razî gibi müfessirler bunu; “yaratılmışların halini iyileştiren, hakkı galip getiren, her güçlüğü kolaylaştıran, her kırığı onarandır” şeklinde izah etmişler. Öyle olunca “Allahümme ya cabire’l kulub-il münkesirah! icbir kulubena” (ey kırık kalpleri onaran Allah’ım kalplerimizi ıslah et) duasını da yeteri kadar hatırlamaz olduk. Hz. Ali Efendimiz’in “Ey her kırılanı onaran (câbir) ve her güçlüğü kolaylaştıran!..” diye yaptığı duasını ve Resulullah(sav)’in aynı kelime ile “Allahım!.. Dağınıklığımı toparla, bana dirlik düzenlik ihsan et!..” (Tirmizî, Salat 95; İbn Mâce, İkamet 23) şeklindeki niyazını pek söylemediğimiz gibi.
Fert planındaki dağınıklığımızın aile, akraba, mahalle, toplum ve ümmet zemininde çıkardığı dağınıklığın boyutları ortada.
“Sen onları birlik sanırsın, oysa kalpleri paramparçadır.” (Haşr 14) Bu ayet-i kerime Yahudilerin durumunu anlatırken, “Şayet yeryüzündeki şeyleri tümüyle harcasaydın, sen onların kalplerini uzlaştıramazdın. Fakat Allah onların arasını uzlaştırdı.” (Enfal 63) ayeti ise müminlerden haber vermektedir. O zaman paramparça olduğunda yeryüzünü fesada veren kalplerimizin dağınıklığını toparlayacak olan Mevlâ’ya evvela dua ve niyazla sığınmak şart.
Merhum Akif’in; “Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez” deyişi gibi dağınıklığımızı toparlayacak bir seferberliğin muhasebesinde kalbimizin konumunu da sürekli yeniden güncelleme zaruriyeti var.
Hedefler, ameller, duygular, hal, söz, tavır, davranış dağınık iken de kalplerin tevhidi(birliği) ve te’lifi (ısınması) zordur. Firavun yönetiminin ihtiyaç duyduğu sağlamlık için Mısır halkını nasıl darmadağın ediyor idiyse (Kasas 4) bugün de sanki bu işi sadece zalimler ve onlara teşne olan uşaklar değil nefsini merkeze alan herkes yapıyor. Ama Hak adına olmayan her hareketin aleyhe yazılması nedeniyle dağınıklığımızı düzeltmediğimizde başkasının dağınıklığı kalbimize sebat ve sekinet vermiyor, eğriliğine çare olmuyor, kaymasını durdurmuyor, katılığını yumuşatmıyor, karasını ak etmiyor, pasını silmiyor.
Kur’an ve Sünnet ile uzatılan ipin sağlamlığı da dağınık olmamasıyla alakalı.
Aynı kaderde ama ayrı kederde, aynı surette ama ayrı dertte, aynı fikirde ama ayrı zikirde oldukça dağılan parçalar nasıl toparlanacak?
Filistin ve Kudüs için dağınıklığımızı düzeltmek mecburiyeti var. Libya, Yemen, Suriye, Mısır, Irak, Arakan, Doğu Türkistan, Keşmir ve yüreğinde iman olan tüm noktalar için dağınıklığımızı toparlama zorunluluğu var.
Ve “bu zamanda en büyük farz vazife olan ittihad-ı İslam için” dağınıklıktan kurtulmaya ihtiyacımız var.
Ya Rab! bizi, hayalleri, vakitleri, işleri, gönülleri, zihinleri, safları, dayanakları paramparça olanlardan eyleme. Düzelt dağınıklığımızı ey Cebbar!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.