Ya Xalıq

Ya Xalıq

Eşi ve benzeri olmayan, her şeye kadir, hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah-u Teala, neden acaba başka varlıklar yarattı.

İmtihan Sırrı

Zaman zaman birçoğumuzun zihnini şöyle bir soru kurcalar: Eşi ve benzeri olmayan, her şeye kadir, hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah-u Teala, neden acaba başka varlıklar yarattı. Niçin kendisi için kullar var etti?... Hadis-i Kudsi’de Allah-u Teala, Zat’ının bilinmeyen bir hazine olduğunu bilinmek istediğini ve bu hikmetle mahlûkatı yarattığını buyurduğu rivayet edilir.

Demek ki varlığın tek hazinesi, kendisini bilip tanıyacak ve bu bilme ve tanıma ile beraber kulluk şeklinde tepki verebilecek şuurlu varlıklar yarattı. Bu mahlûkatın bazısı sadece kulluğa şayan, her zaman ubudiyet makamının bendesi vabeste kullardır. Her türlü nefsanî arzudan muberra temiz ve latif varlıklardır -ki melekler bu kısım varlıklardandır. Onlar bile tüm hayatlarında sadece kulluk ve itaat ettikleri halde; Allah-u Teala’nın onları, onlar yokken ve hiçbir şey iken var edip mübarek varlıklar olarak vücuda getirmesi nimetinin hakkını eda edememişler, edemiyorlar.

Ve daha başka varlıklar, mahlûklar vardır ki; onlar da aslında sadece kulluk ve itaat için yaratılmakla beraber kendilerine verilen özel statü gereği nefis ve irade sahibidirler. Onların kulluk vazifelerini yapıp yapmamaları kendi arzularına bırakılıp, onlara mühlet verilmiştir. Kendilerine seçme ve istedikleri yola yönelme hakkı verilen bu mahlûklar -ki insanlar ve cinler bu kısımdandırlar- bu özgürlüğü çoğu zaman kötüye kullanmışlar. Bunların bir kısmı kendilerine verilen var oluş nimetinin şükrünü eda etmek şöyle dursun, tersine nankörce isyanlara teşebbüs etmişler; kendilerini bir şey sanıp başıboşluk ve sapıklığı ilahi yola tercih etmişler, ediyorlar.

İnsanların ve cinlerin bu bir kısmı Allah’a kul olma yükümlülüklerine yanaşmamış, kulluk gibi bir mecburiyetlerinin olmadığını iddia ederek isyana yeltenmişler. Hatta bazısı da daha ileri giderek varlıklarını her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allah-u Teala’ya borçlu olmadıklarını ve böylesi bir Rabbi tanımadıklarını ilan etme derekelerine batıp saplanmışlar. Oysa Allah-u Teala kadim kelamı Kur’an’da mealen şöyle buyuruyor: “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”[1]

Doğrusu bizi cinlerin ne yaptıkları, kulluk görevlerini veya bir başka ifade ile varoluş gayelerinin gereğini yerine getirip getirmedikleri pek ilgilendirmiyor. Böyle bir sorumluluğumuz da yok zaten. Ama acaba insanlar, yani bizler; yaratıcımızı hakkıyla tanıma, O’na sadakatle kulluk yapma ve yaratılış gayesine uygun hareket etmede başarılı mıyız? Bu soruya insanlığın çoğunluğu için verilecek cevap ne yazık ki olumsuz olacaktır. Nitekim Ayet-i Kerime’de: “…Fakat insanların çoğu şükretmezler”[2] buyruluyor.

Peki, insanlığın çoğunluğunun kulluk görevini yapmamaları ne anlama geliyor? Bunun anlamı şudur: İnsanların çoğu imtihanı kaybetmiştir ve Allah-u Teala’nın azaplandırma olasılığıyla karşı karşıyadır. Bu sonuç insanlığın dünya serüveni açısından tam bir trajedidir ve oldukça kötü bir sonuçtur.

Aslında dünya imtihan yeridir. İmtihan ise, iyinin kötüden ayrılması ve saf cevherin ortaya çıkması içindir. Altın madencileri 10 gram altın elde etmek için bir ton kayayı çeşitli işlemlerden geçirip elerler. Genelde cevherler ayrıştırma ve eleme işlemlerinden sonra ortaya çıkar. İmtihan da aynen öyledir ve her imtihan, kazananlar ve kaybedenlerle imtihan olma hüviyetine sahip olur. Dolayısıyla insanlık açsından elde edilen sonuç, imtihan bağlamında gayet normal görünüyor.

Ama insanlık açısından sonucu değerlendirdiğimizde durum oldukça hazinanedir. Tüm varlıklar arasından seçilip kulluğun en seçkin mertebesine yerleştirilen insan bu talihini iyi değerlendirememiş ve bahtını karartmıştır. Hz. Peygamber (sav) “Allah, mahlûkları arasından seçim yaptı ve onlardan insanı seçkin kıldı…”[3] buyuruyor.

Her insan bu muazzam görevde seçkin bir birey olarak, görevi sonucundaki ebedi saadete erişmek için lazım gelen tüm donanım ve istidada sahip olarak yaratılmıştır. Başarı ve görevin ifası için hiçbir engeli yoktur. Bilakis onu yaratan Rabb’inden sürekli destek ve yardım vardır. Ona muayyen bir ömür ve bu ömürde milyarlar nefes ve de bu nefesler adedince fırsatlar tanınmıştır. Ama ne gariptir ki o tökezlemektedir… Adeta kendi kendine çelme takan bir yarışçı veya kendini boğazlamaya çalışan biri gibi kendisi aleyhine çalışmaya ve kendisini batırmaya gayret sarfetmektedir.

İnsanlığın çoğu için bir hezimet ve savruluş söz konusudur ama öte yandan, Mü’min olan büyük bir kısım için de ebedi saadet ve cennet mevzu bahistir. Dolayısıyla topraktan yaratılmış olan insan, cevher olan kısımlarını imtihan sonucunda toprak parçalarından ayırt edebilecek ve böylelikle imtihanın büyük sırrı anlaşılacaktır.

Şüphe yok ki Rabbimiz, çok lütufkâr ve merhameti bol olandır. O, bizleri imtihan etmeden de kimilerimizi cennete, kimilerimizi de cehenneme koyabilirdi. Ve şayet böyle yapsaydı adaletsizlik olmayacaktı. Demek ki imtihana çekilmemiz ve böyle bir fırsatın verilişi sadece O’nun lütfu, ikramı ve rahmetidir. Bu rahmet içinde de bin bir türlü nimet ve vergi ile Allah, insanlığın ufkuna rahmetinin sonsuzluğunu nakşetmiştir.

O halde insanlık niçin böyle perişan vaziyete düşmüş veya düşüyor? Tek görevi Rabbini tanımak ve O’nun marifet ikliminde terbiye olup kulluk yapmak olan insana dünyayı ve ebedi hayatı dar etmeye ant içen bir düşman vardır çünkü. O lanetli iblis, sürekli olarak ustaca, mahir saldırılar gerçekleştirmede, insanlığı Rabbinden, Rabbinin yolundan uzaklaştırmak için elinden gelen gayreti sarf etmektedir. İnsanın zayıf noktası olan nefsini kullanarak ve nefsin temayül ve arzularını kamçılayarak; insanı kendi eliyle kendisine zarar veren bir canavar haline dönüştürmektedir.

Şeytanın usulca yaklaşıp sokulmasını göz ardı etmek, onun insanlık ailesinin gaddar bir düşmanı olduğundan gaflete düşmek, insanlığın çoğunluğunu cehenneme sürükleyen ana nedendir.

İmtihan dairesinde, şeytanın menfi etkisine karşın, Hz. Âdem (as)’den Son Peygamber’e değin (rivayete göre) yüz yirmi dört bin peygamber de lütuf üstüne lütuf, ikram içinde kerem olarak insanlığa gönderilmiş ve hepsi de en büyük sıkıntı ve zorluklara rağmen insanlığa olanca şefkatleriyle yol gösterip doğru yola çekmek için canla başla uğraş vermişlerdir. Son peygamber (sav)’den sonra da hak yolun sadık ve müşfik davetçileri milyonlar ve belki de milyarlar sayılarıyla önderleri olan peygamberler gibi canla başla insanlığa hizmet ettiler, ediyorlar.

Ne var ki, insanlık, peygamberlere yaptığı gibi onları da kendileri için bir düşman ilan etmekte ve insanlığın kurtuluşundan başka hiçbir gaye edinmeyen İslam davetçilerine olmadık şekillerde saldırarak onları hırpalamaktadır.

Anlaşılıyor ki İslam davetçilerinin tüm bu eziyetlere katlanmalarının sebebi, insanlığa olan derin sevgi ve şefkatleridir. Çoğu zaman ruhsatlara sarılıp bir köşeye çekilebilirlerdi. Allah’a davetten, beraberlerinde birçok cefa, eziyet, işkence hatta canlarından olma gibi ağır durumlar olan işten el etek çekebilirlerdi. Ama tüm bu mübarek mübelliğler, Rablerinden aldıkları emirle sadece bir insan daha kurtulsun diye topyekûn canlarını feda etmeye hazır fedailerdir. Onlar insanlık fedaileridirler. İnsanlığın dünya-ahiret baş tacıdırlar ve layık oldukları makam da elbette Adn cennetleridir.

Görülüyor ki insanlık, genel anlamda hiç de iyi bir imtihan portresi çizmemektedir. Ama yine görülüyor ki bu portrede Kabil’in cani bir insanoğlu olarak yer almasına karşın Habil de iyi ve itaatkâr bir insanoğlu olarak yer alır. Firavun gibi zalim biri bir insanoğluydu ama insanlık Hz. Musa (as) gibi azimet sahibi bir rehberi de bağrından çıkarttı. Ve Ebu Cehil gibi karanlığın babaları da insanlık ailesinin bireyleriydiler. Ve lakin gözlerin nuru, kalplerin süruru, Efendiler Efendisi de insanlığın baş tacı evladıdır. Bu bağlamda düşünülürse imtihanın sırrı anlaşılacaktır. Ve Allah-u Teala’nın genel manada mahlukatı, özel anlamda da insanlığı yaratmasındaki gaye ve hikmete erişilecektir.

O halde Rabbimize evvela bizi var ettiği için, sonra da seçkin ve eşref-ül mahlûkat olan insanlar zümresi arasına koyduğu için sonsuza dek şükretmeli, Rabbimize yönelmeli, O’na secde etme şeref ve makamından asla ayrılmamalıyız. Kendimizin ve insanlığın kurtuluşu için elimizden gelen azami gayreti sarf etmeliyiz.

Rabbim sizleri Hadi ve Hafiz isimlerinin tecelligâhı kılsın. (Âmin)

İnzar Dergisi

İslam ve Kur'an Haberleri

[1] Zariyat: 56

[2] Bakara: 243

[3] Taberani

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.