M. Ziya GÜMÜŞ
YALAN VE POLİTİKA ARASINDAKİ KOVALENT BAĞ
Gündem o kadar çok hızlı değişiyor ki, bazı konuları değerlendirmeye, yazmaya fırsat bulamıyoruz. Yazacağımız konu henüz tam olarak soğumuş sayılmaz. Aslında yalan-politika ilişkisi güncelliğini kaybetmeyen bir konu… Her zaman yazılabilir.
Öyleyse konuya geçebiliriz…
Küçükken politikanın ne olduğunu çevreme sorduğumda politikacıların oran olarak diğer vatandaşlardan biraz daha fazla yalan söylediklerinden, şöyle diyelim; daha az doğruyu söylediklerinden olacaktı ki, “Politika yalan söyleme sanatıdır” cevabını almıştım. Ama önce babamdan kalma bir halk hikâyemize bakalım…
Viroker Derewin adında bir yalancı varmış. Herkes onun yalan söylediğini bildiği halde sohbetlerine büyük ilgi gösteriyormuş. Her yalanı, ehli sohbeti coşturuyor, neşelerine neşe katıyormuş. Konuşmaya başladı mı herkes susup onu dinliyormuş. Yalanlarını süslemede benzeri yokmuş çünkü…
Bir de onu kıskanan kardeşi varmış. “Doğruları söylediğim halde neden bana ilgi göstermiyorlar” diyerek üzülüyormuş. Bir gün kendi kendine “Bundan sonra ben de yalan konuşacağım. O zaman bana da ilgi gösterilir” diyerek bir karar almış. Karar aldığı günün akşamında muhtarın evinde toplantı varmış. “Bu fırsatı değerlendirmeliyim” diyerek herkesten önce toplantı mekânında yerini almış. Herkes gelince de yalanlarının açılışını yapmış; “Bugün bir köpek yavrusunun gökyüzünde havladığını gördüm” demiş. Odada bir uğultu, bir uğultu…
“Bak sen şu yalana! Vallahi bu yalandır”
“Olacak şey mi? Köpeğin gökyüzünde ne işi var?”
Kardeşi gibi kendisine de ilgi gösterilmesini beklerken tepkiler almış. Çok zor duruma düşmüş. Derewîn hemen imdadına koşmuş; “Bunda şaşılacak ne var? Bir kartal, köpek yavrusunu kapıp gökyüzüne çıkardıktan sonra onu bırakmış o da havlamış olamaz mı? Olabilir”, diyerek kardeşini zor durumdan kurtarmış, yırtığını yamalamış. Sonra da kardeşinin kulağına fısıldamış; “Bilmediğin sularda yüzme! Her yırtığın dikiş tutmadığını da unutma!”…
Çakıcı-Kazık-Kılıçdaroğlu-Metiner meselesini biliyorsunuz.
Çakıcı, Kılıçdaroğlu için şöyle demişti:
“Ul.. dürzü… Akıllı ol! K…lik yaptığın vatan hainleri ile Bahçeli’yi bir potaya koyarsan, hayatının en büyük hatasını yaparsın. Seni bakla kazığıyla tanıştırırım. Bak Kılıçdaroğlu, sana akıllı ol diyorum. Bana bak dürzü! Saray diye ifade ettiğin Külliye devletimizin en üst makamıdır. Millet adına devletin yanında olmak, Sayın Bahçeli için bir yaşam tarzıdır.”
Tam da burada Metiner topa girdi… Topu kapıp sektirdi. Bakın nasıl!
"Hangi anlamda kazığa oturturum diyor, o bir tehdit midir? Belki kendisine sorarsanız akıllı olmanın beraberinde getirdiği bir şey olabilir. İlla bunu bir tehdit olarak algılamamak lazım. İfade hoş olmayabilir, yanlış olabilir; ama bunu bir tehdit biçiminde yorumlamanın da zoraki bir yorumlama olduğu kanaatini taşıyorum. KAZIĞA OTURTURUM LAFINI BELKİ... Hangi anlamda kullanıyor bakmak lazım, bunu bir tehdit olarak algılamamak lazım."
İyi ki HÜDA PAR var yoksa insan politikadan soğuyor be!
Demek ki politika, (günümüzde) sadece yalan söyleme sanatı değil, iyi yamalama sanatıdır da… Şu da var ki; dikiş tutmaz yırtıklara yama atmaya çalışanlar politikada da dikiş tutturamazlar…
Bu yamalama çabası ışığında politikaya, “Politika, haksızlığın üzerini örtme çabasıdır” “Politika, işleri berevajî (tersyüz) etme sanatıdır” da diyebiliriz. İşte bu yüzden politika, “eûzu”luktur.
“DÜRÜST SİYASET, GERÇEK ADALET”i görmeyecek mi bu gözler?
Metiner’in yorumunu Viroker Derewîn’e anlatmışlar, şöyle demiş: “Doğru demiş. Endonezya’nın bir dağ köyünde kuş tüyünden yapılan koltuğa kazık diyorlarmış. Bakla ile süslerlerse ismi bakla kazığı oluyormuş” …
Böylece mesele vuzuha kavuşmuş… Öyleyse Metiner’in “metin yorumu”na hak vermemek elde değil…
Demek ki, yetkililer bu yüzden alarm ziline basmamış…
Diye yazımı bitirecekken Türkiye Gazetesi’nden Fuat Uğur, “Kılıçdaroğlu’na suikast yapılabilir” diye topa girmesin mi? Tribünden iniyorum. İşler sapa sardı…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.